Kadınlar ve halk olarak Ceylan’ın, Cemile’nin, Leyla’nın, Narin’in ve sayamadığım katledilen onlarca çocuğun gözleri üzerimizdeyken yerimizde durup gündem değiştirenlere izin vermemeliyiz. Bu tür katliamlar karşısında toplumsal bilinçlenmenin artması, etkili reformların yapılması, yargının cezasızlık politikasındaki ısrarından vazgeçmesi gerekliliğini artık daha gür ve ortak sesle haykırmaya devam etmeliyiz
Tüm ülkenin gözlerini çevirdiği Diyarbakır’ın Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe (Çulî) Köyü’nde katledilen Narin Güran’ın cansız bedenine ulaşıldı. Küçücük bir bedene kıyanlar hala net bir şekilde bulunmamış olsa da bir itirafçının beyanlarından yola çıkılarak şu anda belli başlı bir yol tutturulmuş görsel şovuyla karşı karşıyayız. 19 gün boyunca 120 haneli bir köyde Narin’e ne olduğu, kimin katlettiği delillerine ulaşamayan iktidar ekranlarda ise deyim yerindeyse görsel şov yaptı. Oysa Narin’in günler öncesinden bulunduğu, kamuoyundan gizlendiği ardından ise defalarca aranan dere yatağına getirildiği iddiaları gündemdeki yerini koruyor.
Narin’in katledilmesi, medyanın magazinleştirme tarzı ve toplumsal yıkımı derinlemesine ele almayı gerektiriyor. Her ne hikmetse medya bir anda olayın detaylarını çarpıtarak, toplumun dikkatini daha çok kışkırtıcı unsurlara çekme eğilimine yöneldi. Bu yaklaşım, olayın gerçek boyutlarını ve toplumsal etkilerini göz ardı etti. Arka planda yatan aile dinamikleri de göz ardı edilince de sorunun yüzeysel bir şekilde ele alınmasına neden olundu. Narin’in ölümü, toplumda geniş yankılar uyandırdı ve çeşitli açılardan ele alındı. Toplumun bu katliamı nasıl algıladığı ve ele aldığı, medyanın olay üzerindeki etkisi, toplumsal duyarlılık, hukuksal süreçler ve ailevi dinamikler tarafından şekillendi.
Medyanın magazinsel yaklaşımı
Medya, Narin’in ölümünü genellikle duygu sömürüsü yaparak veya olayın sansasyonel yönlerine odaklanarak ele aldı. Bu yaklaşım, olayın toplumsal ve hukuksal boyutlarını gölgede bıraktı. Medya, olayın derinliklerine inmeyip daha çok ilgi çekici detayları öne çıkararak halkın dikkatini kısa süreli, duygusal tepkilere yönlendirdi. Bu durum, olayın gerçek bağlamının ve çözüm yollarının tartışılmasını zorlaştırdı. Zorlaştırmakla da kalmayıp bazı kirli ellerin müdahalesinin de bariz olduğu çarpıtma ve hedef şaşırtma çalışmalarına başladı. Öyle ki iktidara yakın medya kuruluşları avukatların dahi ulaşamadığı tutanaklara bir şekilde ulaşarak servis etti. Ve ülkeye “yasak aşk” adı altında basit, sığ bir tez sunarak gündemi değiştirme derdine girdi. Narin’in kimler tarafından katledildiği, yargı önünde hesap verme idealini bir kenara atan bu sözde gazetecilerin tek derdi “magazinsel” bir iki haber daha yapmak ve köyde gizlenen gerçekleri de ört pas etmek olmuş.
Toplumda, Narin’in ölümü karşısında geniş bir üzüntü ve öfke dalgası oluştu. Sosyal medya ve kamuoyu olayın adaletli bir şekilde çözülmesi gerektiğini vurguladı. Birçok kişi, hukuksal süreçlerin yetersiz olduğunu ve adaletin sağlanması için daha etkin önlemler alınması gerektiğini belirtti. Ayrıca, bu katliam, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve aile içi şiddet konularında daha geniş bir farkındalık yaratmış gibi görünse de olayın iç yüzüne baktığımızda son süreçte yayılarak devam eden çürümeyi gözler önüne serdi. Çürüme öyle yavaş yavaş yayılmadı. Bölgede 2016 yılında gerçekleşen kayyum atamaları kadın kurumlarını, çocuk kurumlarını tamamen işlevsiz hale getirdi. Bu süreçte yaşanan boşluklarda da kayyımlar çürümeyi en hızlı şekilde yayarak yürüttü.
Hukukun yok oluşu!
Narin’in ölümü, hukuksal sistemin eksikliklerini ve yokluğunu da gözler önüne serdi. Adaletin sağlanması sürecindeki aksaklıklar, medya ayağıyla bir yandan ailelerin yaşadığı acıyı derinleştirirken diğer yandan da toplumsal güveni sarstı. Hukuksal eksiklikler hem ceza adaletinin hem de sosyal hizmetlerin ne kadar yetersiz olduğunu ortaya koydu. Bu eksiklikler, toplumda adalet arayışının önemini daha da vurguladı.
Narin’in ölümünün arka planında yatan aile dinamikleri genellikle göz ardı edildi. Medyanın ve toplumun olayın yüzeysel unsurlarına odaklanması, aile içi şiddet, toplumsal baskılar ve psikolojik etkiler gibi daha derin konuları ele almayı engelledi. Ailevi sorunların ve toplumsal baskıların, katliamın kökeninde yatan nedenler olarak daha fazla dikkate alınması gerektiği öne çıktı. Ailenin bazı siyasi organlarla “40 yıllık” dostluğu Narin’in bulunması üzerinden değil köyde gizlenmek istenen daha büyük olaylarla ilgili olduğu herkesin kafasını kurcalamaya başladı. Narin’in katledilmesi belki de Hizbullah’ın bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış ve bu köy eliyle ört pas edilen tüm katliamlarını da açığa çıkaracaktı. Köyde yapılan yeraltı görüntüleme aramalarında çok sayıda silahın bulunduğu ve toplu mezarların olduğu iddiaları gündeme bomba gibi düştü. “Bu silahlar köyde neden saklandı ve toplu mezarlar kimlere aitti?” sorularının önüne geçmeye çalışan siyasiler ve bazı medya kuruluşları “yasak aşk” gibi toplum tarafından kabul görmeyecek bir gerekçe ile hedef şaşırtma girişimine başladı.
Toplumsal uyanış
Narin’in ölümü toplumsal bir uyanışa neden olduğu gibi aynı zamanda 90’lı dönemlerde yaşanan faili meçhul cinayetlerin bu köy üzerinden gerçekleşmiş olabilme olasılığını da önümüze koyuyor. Katliam, medyanın olayları nasıl magazinleştirdiğini, hukuksal eksiklikleri, toplumsal duyarlılığı ve aile dinamiklerini bir kez daha gözler önüne serdi. Ayrıca bazı sözde siyasetçiler namus, ahlak, din ve DEM Parti üzerinden gündemler oluşturarak katliamın halkın dikkatini çekmesini engelleme, dağıtma girişiminde bulunmaya devam ediyor. Bu, Narin’in katledilmesinin üzerine örtü çekmek ve toplumu başka konulara yönlendirmek amacıyla yapılıyor. Bu söylemlerle aslında hem Narin’in kimler tarafından katledildiğinin hem de köyde geçmiş dönemlerde neler yaşandığı gizlenmeye çalışılıyor.
Katledilen her çocuğun gözü üzerimizde…
Narin’in cansız bedeni bulundu ancak bundan sonrası çok önemli bir süreç olarak karşımızda duruyor. Kadınlar ve halk olarak Ceylan’ın, Cemile’nin, Leyla’nın, Narin’in ve sayamadığım katledilen onlarca çocuğun gözleri üzerimizdeyken yerimizde durup gündem değiştirenlere izin vermemeliyiz. Bu tür katliamlar karşısında toplumsal bilinçlenmenin artması, etkili reformların yapılması, yargının cezasızlık politikasındaki ısrarından vazgeçmesi gerekliliğini artık daha gür ve ortak sesle haykırmaya devam etmeliyiz. Söz verecek durumu çoktan aşmış bulunduğumuzu bilerek gündemi değiştirenlerin, yargıyı tekelleştirenlerin yakasını ortak bilinç ve kararlılıkla tutup bırakmama vaktidir.