Kadıneki Yazı,

Devletin ve yargının erkek kalkanı: Kadın cinayetleri ve eşitsizlik


Beritan Kalbişen-07 Tem 2024

Kadınları erkek şiddetinden koruma ve kadın cinayetlerini azaltma amacı taşıyan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da yeterince uygulanmamaktadır.  Karakoldan adliye koridorlarına, adliye koridorlarından mahkemelere varana dek yargının isteksizliği, cinsiyetçi tutumları, koruma taleplerinin ciddiye alınmaması gibi bir yığın sorunla karşı karşıya kalan kadınlar gün geçtikçe adalete erişim mücadelesinden de yıldırılmak istenmektedir

Kadın cinayetleri, ataerkil düzenin ve erkek egemenliğinin en vahşi ve utanç verici tezahürünü temsil eder. Feminizit, kelime anlamı olarak "kadın katliamı" demektir ve kadınların, cinsiyetleri nedeniyle erkekler tarafından öldürülmesi anlamına gelir.[1] İlk kez 1801 yılında kullanılan bu kavram, 1976 yılında Diana Russell tarafından Brüksel'de düzenlenen "Kadına Karşı Şiddet Konulu Uluslararası Tribünal"de siyasi bir çerçeveye oturtulmuştur.

Feminizit, cadı avlarından namus cinayetlerine, göçmen kadınlara yönelik şiddetten seri cinayetlere kadar geniş bir yelpazede karşımıza çıkmaktadır. Neolitik dönemden bu yana varlığını sürdüren kadın köleliği, toplumsal genetiğimize derin izler bırakmıştır. Kadına yönelik şiddet ve cinayetler, bu köklü zihniyetin modern yansımalarıdır. Elbette kadın cinayetlerinin kadına yönelik şiddetin bir uzantısı olduğu, başka bir deyişle münferit olmadığı açıktır. Toplumsal örgütlenmenin cinsiyetler arası tahakküm ve sömürü ilişkileri üzerine kurulmasına dayanan, cinsiyetçi zihniyetin ürünü olarak kadın cinayetleri, aynı zamanda politiktir.

Ne yazık ki bu köklü zihniyetin yansımalarını gün geçtikçe ağır bir şekilde ödüyoruz: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) tarafından yayımlanan rapora göre, 2024 yılının ilk 6 ayında erkekler tarafından 205 kadın öldürüldü, 117 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Bu rakamlar, geçen yılın aynı dönemine kıyasla önemli bir artışı gösteriyor. Nitekim elde edilen verilere göre 2021’in ilk 6 ayında 131, 2022’nin ilk 6 ayında 164, 2023’ün ilk 6 ayında 147, 2024’ün ilk 6 ayında ise 205 kadının katledildiği belirtildi.[2]

Bu kadar belirgin bir artışa rağmen, devlet erkleri kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırılarını durdurmuyor. İstanbul Sözleşmesi’ni bir gecede feshedebilen bu erkek cüret, 6284 sayılı yasa ve Medeni Kanun gibi koruma mevzuatlarını sürekli olarak tartışmaya açması elbette şaşırtıcı değil.  

Peki yasaların/yasa uygulayıcıların rolü nedir?

Şimdilerde 9. Yargı Paketi taslağı ile 6284 sayılı yasanın etkisiz hale getirilmesi ve koruma kararlarını ihlal eden erkeklere yönelik cezaların azaltılması gibi adımlar atmaya çalışılmaktadır. İktidar eliyle sürekli olarak kazanılmış hakların dahi saldırıya maruz kaldığı böylesi dönemlerde yasaların, yasa uygulayıcılarının rolü ise oldukça önemlidir.

Türkiye'nin kadına yönelik şiddet ve ayrımcılıkla mücadelede kabul ettiği güçlü uluslararası yasal düzenlemelere rağmen, bu düzenlemelerin hayata geçirilmesinde ciddi engellerle karşılaşılmaktadır. Öte yandan mevcut yasaların hayata geçirilmesini talep etmek bir yana bir gecede yok edilen İstanbul Sözleşmesi pratiği ile karşı karşıyayız.

Kadınların, LGBTIQ+’ların haklarını korumak ve şiddeti önlemek için uluslararası alanda önemli bir belge olarak kabul edilen İstanbul Sözleşmesi, kocası tarafından defalarca şiddete uğrayan Nahide Opuz’un Türkiye Cumhuriyeti tarafından korunamadığının resmi bir ifadesi olarak karşımıza çıkmıştır. İstanbul Sözleşmesi bu karar üzerine inşa edilmiş ve devletlere kadınları şiddetten korumanın yanı sıra şiddeti önlemek için de yükümlülükler tanımlamıştır. Her ne kadar Türkiye bu sözleşmeden 2021 yılında çekilmiş olsa da kadın hak ve adalet mücadelesinde bu çekilmenin adı yoktur!

Kadınları erkek şiddetinden koruma ve kadın cinayetlerini azaltma amacı taşıyan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da yeterince uygulanmamaktadır.  Karakoldan adliye koridorlarına, adliye koridorlarından mahkemelere varana dek yargının isteksizliği, cinsiyetçi tutumları, koruma taleplerinin ciddiye alınmaması gibi bir yığın sorunla karşı karşıya kalan kadınlar gün geçtikçe adalete erişim mücadelesinden de yıldırılmak istenmektedir.

Peki ya koruma talepleri ciddiyetle ele alınıp koruma kararı verildiğinde ne değişiyor? Kolluk tarafından aranıp “kulağı çekilen” erkekler eril yargıya güvenerek ısrarlı takibe, tehdite, hakarete kaldığı yerden devam ediyor. Bu erkek cüreti öylesi bir sarmalda büyüyor ki her gün koruma kararlarına rağmen “korun(a)mayan” kadınların haberini okuyoruz..

Henüz daha birkaç ay önce basına yansıyan ve bilebildiğimiz kadarıyla Mayıs ayının ilk haftalarında en az 4 kadın şikayetçi oldukları ve hakkında koruma kararı aldırdığı erkekler tarafından katledildi.

“ - Aydın’ın Sultanhisar ilçesinde Aylin Pekin, kendisine ısrarlı takipte bulunup rahatsız ettiği için şikayette bulunduğu Mehmet Şah Yeşilova tarafından 13 Mayıs’ta evinin önünde ateşli silahla katledildi.

- Adana’da Burak Acar hakkında uzaklaştırma kararı aldıran Bahar Torun’u, 13 Mayıs’ta elektronik kelepçeyi kırarak katletti.

- İzmir’in Selçuk ilçesinde 14 Mayıs’ta Birkan Ekren, boşandığı Sevim Duman’ı katletti. Duman’ın daha önce tehdit ve hakaretten Ekren hakkında şikayetçi olduğu ve hakkında 1 ay uzaklaştırma kararı aldırdığı öğrenildi.

- İstanbul’un Küçükçekmece ilçesinde aldığı tehditler nedeniyle Gökhan Y. hakkında şikayetçi olan Bahar Kaban, 16 Mayıs’ta katledildi.”[3]

Kadın cinayetlerinden “iyi hal” almanın bir takım elbiseye indirgendiği Türkiye yargı pratiğinde, Kürdistan’da bunu üniformalı faillerle doğrudan görüyoruz. Bilindiği üzere uzman çavuş Musa Orhan tarafından sistematik cinsel saldırıya uğradıktan sonra intihara sürüklenen İpek Er, ardında bıraktığı mektupla yaşamına son vermişti. Somut delillere rağmen tutuklanmayan sanıkların, son derece yavaş ilerleyen(!) yargı pratiğinde korunan ve ödüllendirilen erkeklik oluyor.

7’den 70’e sinmiş bu erkeklik kültürü, erkeklerin kadınlar üzerinde kontrol sahibi olması gerektiği inancı ile şiddetin normalleşmesine yol açmakla kalmayıp erkeklerin kadınlara karşı işledikleri suçlarda cezasız kalmalarını da beslemektedir. Türk Ceza Kanunu’nda erkek yargının imdadına kimi zaman “iyi hal” koşuyor kimi zaman “haksız tahrik”. Özellikle haksız tahrik, kadına karşı işlenen suçlar bakımından sıkça gündeme gelen bir indirim nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk Ceza Kanunu Madde 29’a göre , faile yönelik tahrik edici ve haksız bir fiil gerçekleştiren kişiye karşı işlenen suçlar bakımından, bu fiilden kaynaklanan öfke veya şiddetli üzüntü halinde hareket edildiği sürece, failin ceza sorumluluğunun azaldığı kabul edilmektedir.  Her halde egemen ahlâk algısı ile kadınların davranışını irdeleyen bu yargı pratiği karşımıza birçok örnekle çıkmaktadır.[4]

Elbette devletin/yargının erkek saldırısı karşısında kadın mücadelesi de gün geçtikçe yükseliyor. İstanbul Sözleşmesi’nin, CEDAW ve 6284 Sayılı Yasa ve sözleşmelerin etkin biçimde uygulanması için mücadele eden kadın ve LGBTIQ+ hareketi karşısında asla umutsuz değiliz. Bununla birlikte bu kadın kırımı politikasını doğru tespit edip mücadele ağını da tam da buradan doğru örmek gerekmektedir.

Kesişimsellik (intersectionality) ekseninde Türkiye ve Kürdistan örneği

Kesişimsellik kavramı, Kimberlé Crenshaw tarafından ilk kez 1989 yılında kullanılan ve sosyal kimliklerin ezilen ve ezen ikircikliği/ikililiği açısından karmaşıklığını ortaya koyan bir kavramdır.[5]  Kesişimsellik, öznelerin sahip olduğu farklı sosyal ve politik kimliklerin bir arada bulunmasını ve bunun sonucunda farklı güç ilişkileri içinde yer almalarını ifade etmektedir. Bu sosyal ve politik kimlikler cinsiyet, cinsel yönelim, ırk, etnik köken, din, ekonomik sınıf gibi geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Kesişimsellik kavramı özneleri ya ezen ya da ezilen gibi ikili bir kategoriden çıkartarak tek bir öznenin farklı bağlamlarda farklı konumlarda olabileceğini göstrdiği gibi aynı ezilen kimliğe sahip özneler arasında da diğer kimliklere bağlı olarak günlük hayatta ve yargı mekanizmalarında ortaya çıkan farklılıklara dikkat çekmektedir.

Örnek vermek gerekirse işçi sınıfında yer alan bir erkek özne, sınıfsallık açısından ezilen konumunda bulunurken cinsiyeti açısından patriarkal düzende güç sahibidir. Diğer bir taraftan kadın kimliği ezilen bir kimlik olmakla beraber beyaz ve siyahi bir kadının ezilme deneyimlerinin kadınlığın ırk kimliğiyle kesişimselliği açısından farklı olduğu görülmektedir. Crenshaw (1989) da Amerika’da gerçekleşen mahkemeler üzerinden yargı mekanizmalarını kesişemsilliğe bağlı olarak nasıl çeştlilik gösterdiğini ortaya koymaktadır.

Muş’un Malazgirt ilçesinde, aile içerisinde uğradığı tecavüzü şikayet ettikten sonra 14 Temmuz 2020’de evli olduğu Kazım Altınmakas tarafından katledilen Fatma Altınmakas dosyasında başka bir “ihmâl” ile karşılaşmıştık: Kürtçe tercüman! Fatma Altınmakas’ın jandarma karakoluna yaptığı şikâyet başvurusunda, ifade işlemlerinde Kürtçe tercüman bulundurulmadığı için uğradığı şiddeti anlatamamıştı. Kürdistan’da kadın olmanın yanında Kürt bir kadın olmanın bedelini Fatma, hayatıyla ödedi.

Kürdistan’daki özel savaş politikaları bağlamında kadın cinayetleri ve kadınlara yönelik şiddet olaylarını açıklamak ve durumu kesişimsellik bağlamında ele almak, kadınların karşılaştığı çoklu ve kesişen baskıları daha iyi anlamamıza olanak tanıyabilir. Bu doğrultuda, kadın cinayetleri ve şiddet olaylarına karşı mücadelede çok yönlü ve kesişimsel yaklaşımlar benimsemek gereklidir. Bu, sadece bireysel düzeyde değil, elbette toplumsal ve yapısal düzeyde de değişiklikler yapılmasını gerektirir.

Öte yandan, Dünya Ekonomik Forumu'nun (WEF) her yıl cinsiyet eşitliğinin mevcut durumunu ve gelişimini “ekonomik katılım ve fırsatlar”, “eğitim durumu”, “sağlık ve hayatta kalma” ve “siyasi güçlendirme” boyutlarına göre incelediği Küresel Cinsiyet Uçurumu Endeksi’ne göre  tablo pek de iç açıcı değil. Mevcut tempoda devam edilmesi durumunda, tam cinsiyet eşitliğine ulaşmanın 134 yıl sürebileceği tahmin ediliyor[6]. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin mevcut durumunu bu kez kesişimsellik ekseninde, Türkiye ve Kürdistan’daki yansıması kaç yıla tekâbül eder bilemeyiz ancak neolitikten bugüne mücadele eden kadınların da güçlü bir miras bıraktığı kesin.

Kadına yönelik şiddet, devlet-ataerkil sistem işbirliğinin bir sonucu olarak karşımızda iken umudu elbette korumayan “koruma kararlarına”, bir gecede çekilen yasalara, erkekleşmiş yargının haksız tahrikli, çok indirimli kararlarına bağlamış değiliz. Her ne kadar yargı mücadelenin bir parçası ise de ancak ve ancak öz örgütlülüğümüz ve savunmamızla yol alabileceğimiz aşikâr. Kadın cinayetlerini önlemek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için kadın hareketinin örgütlü ve onun değiştirici/dönüştürücü gücüne her zamankinden çok ihtiyacımız var.


[1]Vienna Declaration on Femicide (2013), Symposium on Femicide, U.N. Office in Vienna, 26 November 2012, Femicide A Global Issue That Demands Action, Academic Council on the United Nations System (ACUNS) Vienna Liaison Office

[2] “2024 Yılı İlk 6 Ay İçerisindeki Şüpheli Kadın Ölümleri ve Kadın Cinayetleri” raporu , Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP), https://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/3113/2024-yilinin-ilk-6-ayinda-erkekler-tarafindan-205-kadin-olduruldu-117-kadin-supheli-sekilde-olu-bulundu (son erişim tarihi 06/07/2024)

[3] “Koruma” Kararları Korumuyor, Berivan Kutlu, Mezopotamya Ajansı, https://www.mezopotamyaajansi.net/KADIN/content/view/242469 son erişim tarihi 06/07/2024

[4] Yargının faillere desteği: En az 21 davada ‘haksız tahrik’ indirim, Mezopotamya Ajansı, Tolga Güney https://mezopotamyaajansi35.com/KADIN/content/view/175187 (son erişim tarihi 06/07/2024)

[5] Kimberlé Crenshaw, “Demarginalizing the Intersection of Race and Sex: A Black Feminist Critique of Antidiscrimination Doctrine, Feminist Theory and Antiracist Policy,” The University of Chicago Legal Forum (1989): 139–167.

[6] Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu, 2024, WEF ( Dünya Ekonomik Forumu) https://www.weforum.org/publications/global-gender-gap-report-2024/ (son erişim tarihi 06/07/2024


Etiketler : Kadın Mücadelesi, Erkek adalet, İstanbul Sözleşmesi,


...

Beritan Kalbişen