Ulus devletin “kremasyon fırınında” 36 dil nasibini almıştır. Unesco’ya göre bu dillerin 18’i yok olmayla tehlike altında altındadır. 3’ü kasıtlı olarak yok edilmiştir. Örneğin Ubıhça, Mlahso ve Kapadokya Yunancası tarihe karışmıştır. O diller ile birlikte bilgi, birikim, toplumsal hafıza da kaybolmuştur
Bir toplumsal varlık olan insanın en önemli becerilerinden biri şüphesiz maddi dünya karşısında paralel bir manevi dünya yaratmış olmasıdır.
Bu manevi varlığın maddi evren ile yaratmış olduğu uyum kendi içinde özgün bir iletişimin olabildiğine işaret eder. Her canlının ekosistemdeki yeri biricik ve biri olmadan diğerinin olamayacağı varsayımına dayanır.
Ekosistemin parçasını oluşturan canlıların önemli bir bölümü biyoçeşitliliği dişil ve eril olmak üzere kendini kopyalayarak yeni bir varlığa dönüşür.
Dişilerin üreme stratejisinde ve gen aktarımında, yavruların bakımında, biyolojik çeşitlilikte ve türlerin adaptasyonunda belirleyici rolleri vardır. Bu özellik onu türler arasındaki etkileşimi belirleyen ekosistemdeki kolonin önemli bir öznesi kılar. Tıpkı arı kolonilerinde kraliçe arının koloninin organizasyonu belirlemesi gibi.
Dişinin bu belirleyiciliği bir hiyerarşik ilişki biçimine dönüşmez. Aksine milyarlarca olasılığın kendi içinde yarattığı mükemmel uyumun ve adaptasyonu ile bir denge işlevi görür. Dişi sadece doğal seçilimdeki eşi seçmez, diğer olasılıkları da belirsizlikten arındırarak türlerin geleceğine de yön verir.
İnsan da bu ekosistemin bir parçası, dişil ve erilliğin sonucunda vücut bulmuş bir varlık olarak benzer döngüyü kendine özgü form ile varlığını sürdürür.
Sık sık değişim ve dönüşümün yaşandığı bu döngüsellik kendine özgü bir iletişim ve bu iletişimin yarattığı teğet ilişkiler ile bir öğrenme sürecine dönüşür.
Soyu sürdürebilir kılmanın ötesine geçen dişi, karmaşık sosyal ilişkilerin belirleyeni ve seçiciliği ile sosyal organizasyonun öncüsüdür. Bu öncülüğün toplumsal ilişkiler içerisindeki en belirgin yönünü neolitik dönemde görürüz. Kadının yaşamın sürekliliğinin sağlayıcısı olarak görüldüğünü Avrupa’da Vinca kültürünün ürünü olan kadın heykelciklerden tutalım da Çatalhöyük’te bulunan bereket tanrıçalarının tasvir edilme biçimlerinde görürüz. Ana soyluluk diğer cinsler ve etrafında örgütlenen topluluğun üzerindeki tahakküm ilişkilerine göre değil doğal iş bölümü sonucu kadını sosyal düzenin kurucusu ve sürdürücüsü yapar. Bu ilişkilerin güçlü bir şekilde kurulması kadının iletişim biçimi ve etki gücüne bağlı olarak sosyal bağlar sıkılaşır.
Doğal toplumda insan evrenin merkezine konulmaz. Kadının, doğa ile arasındaki ilişki ve yararlanma biçimi bir tahakküm ilişkisi ile değil kendi varlığıyla doğayı özdeşleştirdiği bir ilişki biçimi ile sürdürülür. Bunu en çok da dili doğayı anlama ve anlamlandırma aracı olarak kullandığı ve doğadaki varlıkları adlandırma biçimlerinden görüyoruz. Kadınların avcı toplayıcı dönemdeki doğal varlıkları ve özellikle de bitkileri tanımlama biçimleri iki cinsiyete dayalı bir tanımlama biçimi olarak gelişir. Örneğin Kürtçe dilinde bütün nesneler dişil ve eril olmak üzere kategorize edilirler. Her ne kadar bazı lehçelerde (Sorani ve kısmen Kurmanci) bu özellik zamanla kaybolmuşsa da Zazaki/Kirmancki lehçesinde tüm nesneler dişil ve eril olarak ayrılır.
Kürtçe dilinde 25.000 tanımlanmış bitki ismi vardır. Bütün ağaçlar dişildir, bütün meyveler dişildir. Hatta taşın kendisi de dişildir. Dil bilimciler her ne kadar bunun belirli mantıksal döngü içinde bir kabule dayanmadığını ifade etse de homo sapiensin istisnasız olarak doğadaki ilk yararlanma biçiminin bitkiler olduğunu biliyoruz. Burada kadının doğa ile ilişkisinde bir tahakküm ilişkisinin olmadığını kadının doğa ile kendini özdeşleştirerek eşit bir ilişki biçimi oluşturduğunu görürüz. Kürtçenin zazaki/kirmancki lehçesinde ağaçların türlerine göre ayrıldığını yine bu türlerin de kendi içinde yaprakların şeklinden meyvelerin şekline göre benzersiz olduğunu onlarla ilgili yapılan adlandırmada da görürüz. Örneğin çoğumuz ceviz ağacının cevizlerinin hacimsel farklılıkları olsa da aynı olduğunu düşünürüz. Oysaki her bir ceviz ağacının cevizi diğer ağaçların cevizinden ayrıdır, biriciktir. Kadınların gözlem yeteneği bunu fark etmiş olacak ki hepsine bir karakter kazandırarak yeniden isimlendirmiştir. Örneğin “Dara Ver ber” (Kapının önündeki ağaç) “Dara Heşver”, “Dara goz xişn”. Bunların hepsi ağacın konumu, şekli gibi nedenler düşünülerek bir ceviz ağacı için yapılan tanımlamalardır. Biyolojik çeşitliliği bilgi üretimine dönüştüren kadınlar bu isimlendirme şeklinin kadının güçlü gözlem gücünden kaynaklandığını ve dilin üretimindeki etkisinin dişil reflekslerle gerçekleştiğini göstermektedir.
Ayrıca bu isimlendirme neolitik dönemde bitkileri tanıyan, nasıl yararlanacağını bilen, onlara bir karakter kazandırarak tanımlayan ve sonuç olarak en eski bilim insanlarının kadınlar olduğunu da bizlere gösteriyor. Nasıl ki her bir buluş sonrası buluşu gerçekleştiren kişi onurlandırılıp kendi ismi veriliyorsa kadının doğayı keşfi ve her birini tanımlama şekli kadının devasa bir bilgi kaynağı oluşturduğunu ve bunu aktarma şeklinin de dili daha da güçlendirerek sosyal bir üretim aracı olarak sonraki nesillere aktarmak için de buna öncülük ettiğini gösteriyor.
Dilin kaynağının yaratıcısı olan kadınlar dilin aynı zamanda koruyucusu ve sürdürücüsü olmuştur. Hemen hemen bütün kültürlerde çocuğun ana dili, çocuğun birincil dili olarak kabul edilir. Biyolojik bir ilişki devamında kadının biyolojik sürdürcülüğüne kaçınılmaz olarak kültürel sürdürücülük rolü eklenir. Kültürel devamlılığın aktarımı da dil ile sağlanır.
En güzel ve en etkili öğrenme biçimidir kişinin ana dili. En duygusal ve en merak uyandıran bir nefes kadar yakındır anadili.
Bugün bir dilin kaybolması, insanlığa ait olan tüm tarihsel mirasın da kaybı demektir. Dilin kaybıyla biyolojik çeşitlilik hakkındaki bilgi birikimimize ve de bu çeşitliliğin tıpta, kimyada kullanımına ilişkin bilgi de yok olacaktır.
Ne yazık ki içinde yaşadığımız Ulus devletin “kremasyon fırınında” 36 dil nasibini almıştır. Unesco’ya göre bu dillerin 18’i yok olmayla tehlike altında altındadır. 3’ü kasıtlı olarak yok edilmiştir. Örneğin Ubıhça, Mlahso ve Kapadokya Yunancası tarihe karışmıştır. O diller ile birlikte bilgi, birikim, toplumsal hafıza da kaybolmuştur. Ubıh köyleri Türkleşmiş, Kapadokyalılar Türkçülük potası içinde eritilmiştir. Ulus devlet milliyetçiliği üzerinden toplumu tek dil üzerinden homojen kılma politikası coğrafyayı diller mezarlığına dönüştürmüştür.
PKK lideri Sayın Abdullah Öcalan bunu “Dilsiz insan ölü insandır” diyerek dilin varlığını korumanın biyolojik varlık kadar önemli olduğunu ifade eder.
Ulus-devlet giyotininden bir dili kurtarmanın iksiri olabilecek şey şüphesiz etnisiteleri, azınlıkları, yerel kimlikleri, dilleri, lehçeleri koruyabilecek bir demokratik konfederalizm inşasıdır.
Kadının bilge kaşif olarak binlerce yılın bilgi birikimini içinde barındıran Kürtçenin en eski lehçesi olan Zazaki/Kirmancki’nin bugün kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalmayacağını bu paradigmanın inşası belirleyecektir.
Sonuç olarak, bilginin üretiminin ana kaynağı olan kadınlar neolotik toplumun kodları ile 5 bin yıllık sürdürülemez ata toplumuna inat, bilginin yeniden üretildiği bir sistem ile demokratik toplum çağrısıyla demokratik toplum yolunda hızlıca ilerliyor anadiliyle köklerini buluşturuyor.