...Ve tüm bunlar da ne sadece AKP’den kaynaklanıyor ne de AKP ile son bulacak. Bu nedenle feminist siyaseti AKP karşıtlığına endeksleyen ve patriyarkayı görünmezleştiren, “kapsayıcılıktan” uzak bir çizgi de artık elzem
Bugün Taliban ile AKP’nin dini açıdan farklarının olmadığı üzerinden şekillenen siyaseti, üç yıl önce Afrin’e girilirken orduya eşlik eden cihatçıların Afrin’de kadınlara örtünme zorunluluğu getirmesinden bağımsız düşünemeyiz
18 ülkeden 100 kadının katıldığı konferansta sonuç metinin kabulünün ardından kopan slogana bütün kadınların coşkuyla eşlik etmesi ise bölgede (ve aslında dünyaya yayılarak) feminist devrimin dilinin Kürtçe olduğunu gösteriyordu: Jin Jiyan Azadi!
Bundan sonra Sözleşme’yi yeniden kazanmak için verilecek mücadelenin politik yönelimlerini belirlemek için son bir yılın, feminizm içinden bir tartışma ile ele alınması gerektiği de aşikâr
Tıpkı yargısız infazda ya da faili meçhul cinayetlerde ölenlerin devlete başkaldıranlar olmasının tolere edilebilir devlet şiddeti olarak kabul görmesi gibi aileye ve erkeklere başkaldıran kadınların bir kısmının öldürülmesi de tolere edilebilir erkek şiddeti olarak görülüyor
Türkiye’de sınıf hareketi ve özellikle sendikal hareket politik ve örgütsel perspektifleri açısından büyük oranda Türk ve tamamıyla erkek olmaya devam ediyor
İstanbul Sözleşmesi askıda kalsa da kadınların erkeklere şiddet yoluyla itaatini daimi kılmanın mümkün olmadığı çoktan ortaya çıktı. Yani bundan sonrası hepimizde, tüm kadınlarda, direnişimizde...
Çünkü artık gelinen noktada açıkça gördük ki feminist siyasetin varlığını ve meşruiyetini savunmanın yolu da mutlaka Em Xwe Diparêzin diyerek feminizmi savunmaktan geçiyor…
AKP, hayalindeki toplumu yeniden inşaya yönelirken işçi sınıfının, Kürtlerin ve kadınların kazanımlarının yanı sıra LGBTİ+’ların bütün kazanımlarını ve toplumsal/siyasal meşruiyetlerini ortadan kaldırmayı hedefliyor
2020 yılında çok öldük çok şiddet gördük ama kadınlara karşı top yekûn bir savaş başlatan patriyarkayı sokaklarda, evlerde, hayatın her alanında gerilettik. Bu nedenle bu yılın değerlendirmesini bir eylemler ve ölümler kronolojisinin ötesinde hâlihazırdaki ve muhtemel siyasal sonuçları üzerinden de yapmak gerekiyor
Feminist mücadelenin etkisi sadece eyleme geçirebildiği kadınlarla ölçülemez. Hatta eylemlerde sokaklara dökülen on binlerce kadının aslında feminizme kulak veren kadınlar düşünüldüğünde sadece buzdağının görünen ucu olduğu bile söylenebilir
Yani devletin kadınlara yönelik baskı ve şiddet politikalarını sadece sınıflar mücadelesinin şekillendirdiği devlet biçiminin bir sonucu/türevi olarak okumak hale geçerli bir analiz biçimi mi tartışılabilir. Çünkü AKP sonrasında da bu boyutta olmasa da patriyarkanın devlet eliyle feminist mücadelenin kazanımlarına yönelik saldırıları sürecektir