Irkçı, cinsiyetçi, ayrımcı, ötekileştirici, kutuplaştırıcı söylem ve eylemlerini Öz Yönetimler dönemindeki duvarlar ve evlerdeki cinsiyetçi, ağır hakaretler içeren yazılamalar da gördük. Örneğin; duvarlara “fistanla devlet kurulmaz”, “kızlar geldik neredesiniz”, “aşk bodrumda yaşanıyor güzelim,” “kızlar geldik yoksunuz”, “fistanını al da gel” “fıstık biz geldik” gibi doğrudan kadını ve kadınlığı hedefleyen ırkçı, cinsiyetçi ifadeler yazılmış. Duvar yazılamaları sanal medya hesaplarınca da yaygınlaştırılarak hegemonik erkeklik üzerinden kurgulanan cinsiyetçilik sergilendi
Irkçılık, ayrımcılık ve nefret söylemi çocukların en başta yaşam hakkını tehdit ederken çocuk hak ihlallerini bütünüyle derinleştiriyor. Irkçılığa maruz bırakılan çocukların fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunları artıyor. Kendilerini güvende hissetmeyen çocuklar kimliklerini saklamaya çalışıyor ya da kendilerine dönük bir tehdit olarak gördükleri için sosyal ortamlara girmekten kaçınıyor, akranlarından uzaklaşıyor, entegre olmaları giderek zorlaşıyor
Birleşmiş Milletler Anlaşması ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin, ‘insanların ana hürriyetlerden ve insan haklarından fark gözetmeksizin faydalanmaları’ ilkesine dayanarak hiçbir göçmen, mülteci ve sığınmacı kendi isteği dışında, zorla geri gönderilemez. Mültecilerin ülkesine geri dönme eylemi kendi isteği ile olmalıdır. Geri göndermeler konusu son zamanlarda ‘gönüllü olarak geri dönüyorlar’ diye medyada yer almaktadır fakat bu gerçeği yansıtmamaktadır. Sığınmacı veya mültecileri kendi rızaları ile kendi imzası ile geri gönderiyoruz deniliyor fakat görevliler mültecileri bu kağıtları imzalamak zorunda bırakıyorlar
Bazı beyaz yolcular ayakta kalınca şoför Rosa Parks’ın ve onunla aynı sırada oturan diğer siyahların arka sıraya geçmesini istedi. Rosa yerinden kalkmak yerine cam kenarındaki koltuğa kaydı ve şoförün gözlerine bakmaya başladı. Herkes büyük bir şok yaşıyordu. Devlet düzenine baş kaldırılmıştı. Kamu görevlisi Blake, ‘neden kalkmıyorsun?’ diye sorması üzerine Rosa Parks, “Çünkü kalkıp yerimi bir başkasına vermem gerektiğine inanmıyorum” cevabını verdi
1915 Ermeni Soykırımını, 1930 Zilan Katliamını, 1938 Dersim Katliamını, 1955 6-7 Eylül pogromunu, 1964 Rum sürgününü konuşmadan; bu toprakların sahipleri olan bu insanların çocuk faktörüne bile takılmadan katledildiği gerçekliği konuşulmadan, yüzleşilmeden, hakkı olana hakkı teslim edilmeden bu topraklardaki ırkçılık sökülüp atılabilir mı?
Direnme tek sefer ile sınırlı değildi elbette. Her üç ülkede de anneler halihazırda faşist bir iktidara karşı bir araya gelmişlerdi. Ve bu da onları iktidarın yeni hedefi haline getirmişti. Tüm baskı mekanizmalarına maruz kaldıkları halde kararlılıkla eylemlerine devam ettiler. Plaza De Mayo Anneleri Derneğinin Kurucularından Hebe De Bofaini ölümünden hemen önce yaptığı bir konuşmasında “Biz anneler, korksaydık, hiç burada bulunmazdık. Hapishanelerin en kötüsü korkudur.” demişti. Korkusuz ve direnen anne kendi tanımlamasını kendisi yapmış, kendi rolünü kendisi belirlemişti
Sağ milliyetçi ve ırkçı yönelimler kuşkusuz en çok siyasetçilerde görünür oluyor. Siyasetin dilinin ve yöntemlerinin erkekleştiği, mafyatik racon kesen yöntemlerin bir siyaset yöntemi olarak yansıtıldığında toplumdaki erkeklik kodları daha belirgin hale geliyor. Uluslararası kadın ağlarında çeşitli deneyimleri paylaşmak bu anlamıyla önemli. Kadının siyaset dilinin ve yöntemlerinin evrenselleşmesi, dayanışmanın gelişmesi, ortak erkek yöntemlerine karşı en iyi mücadele biçimi. Elbette bu ağlar henüz çok yeni olsa da ciddi bir farkındalık yaratıyor