Dil, yalnızca bir halkın kimliği değildir; aynı zamanda onun geleceğidir. Bir dilin varlığı, bir halkın varlığını sürdürebilmesi için en temel koşulken, bu dili savunmak, aynı zamanda geleceği savunmak anlamına gelir. Bu bağlamda Kürt dili, sadece geçmişin bir mirası değildir; halkın hafızası, kültürel dokusu ve siyasi mücadelesinin temeli olarak bugünün ve yarının direniş aracıdır
Bizler biliyoruz ki her sözcük, bir halkın tarihini, kimliğini, belleğini gelecek için inşa eder. Bu nedenle bir halkın dilini bastırmak, onun varoluşunu hedef almak anlamına gelir. Kürt dili de yüzyıllardır bu türden bir politik kuşatma altındadır. Yasaklanmış, suç unsuru olarak görülmüş ve toplumsal alandan dışlanmıştır. Ama yine de yaşamıştır. Çünkü Kürtçeyi yaşatanlar yazarlar, şairler ya da akademisyenler değil; en çok da kadınlardır.
Ev içindeki güç olarak tanımlanan kadın, aynı zamanda anadil aktarımının baş öznesidir. Bu yüzden baskı rejimleri sadece dili değil, onu taşıyan kadının bedenini ve sesini de bastırmaya yönelir. Annelik üzerinden “sessizleştirilmiş” gibi görünen kadın, aslında bir dilin en önemli taşıyıcısı ve hafızasıdır. Bugün Kürt Dil Bayramı yaklaşırken, bu yazı, kadınların bu görünmeyen rolüne dikkat çekmeyi, kentleşme ile birlikte dönüşen dil ilişkisine bakmaya ve diğer sömürge koşulları altındaki halklarla Kürt halkı arasında tarihsel bir paralellik olduğu gerçeğine dikkat çekmek gerekiyor. Çünkü bizler biliyoruz ki bu mesele yalnızca Kürtlere özgü değildir. Bangladeş’te 1952 yılında Bengal dilini savunan öğrencilerin öldürülmesi sonucu doğan Uluslararası Anadil Günü, Şili’de Mapuçe kadınlarının dilini yaşatmak için verdiği mücadele, İspanya’da Franco rejimi altında Katalanca’nın yeraltında öğretilmesi hep aynı hakikati gösteriyor: Bir halkın dili kadınla yaşar, kadınla çoğalır, kadınla direnç kazanır.
Her çocuğun ilk sesi, ilk kelimesi çoğu zaman bir kadına, bir anneye yöneliktir. Bu basit gibi görünen gerçek, özellikle asimile etmek için oluşturulan politikalarının hedefindeki halklar için derin politik anlamlar taşır. Çünkü anadil, ilk kez annenin sesinde hayat bulur ve yaşam başlar. Bu yüzden dil bastırılmak istendiğinde, en önce annenin sesi hedef alınır. Kürt halkı özelinde bu hem tarihsel hem de güncel bir hakikattir. Toplumsal alanda Kürtçenin sistematik biçimde yasaklanmasıyla birlikte, Kürtçe ev içinde bir alana sıkıştı. Bununla da anadili taşıyan kadının, annenin omzuna dev bir sorumluluk yüklendi. Ev artık yalnızca bir yaşam alanı değil, bir dil koruma alanına dönüştü. Kürt kadınlar, çocuklarına sessizce Kürtçe şarkılar söyleyerek, masallar anlatarak, bazen sadece konuşarak dili yaşattı. Her kelime bir tür direniş hâline geldi. Kadının evde kullandığı dil, onun siyasi bir özneye dönüşmesinin ilk adımıydı. Konuşmak, öğretmek ve anlatmak, artık sadece annelik değil, dilin, kültürün, hayatın, direnişin, yaşamanın ve yaşatmanın bir biçimi oldu. Bu noktada ele alacağım konu sömürülen diğer halkların da benzer süreçlerden geçmiş ve aralarında bir paralellik olmasıdır. Bu yazıyı yazmama sebep olan asıl şey, Bengal Dilinin de Kürt Dili ile aynı süreçlerden geçmiş olması ve onca acı emeğin karşılığı olarak haklı mücadelelerini kazanması ile sonuçlanmış bir direnişin beni etkileyişi olmuştur. Tabi bununla beraber sömürge koşulları altındaki halklarla Kürt halkı arasında tarihsel bir paralelliği inceleyince kadınların rolünün hayatın her alanında ve dünyanın her yerinde farklı farklı seslerle direnişin çığlıklarını bestelemesi olmuştur.
Bengal kadınları da benzer şekilde, dilin sadece iletişim aracı değil, halklarının kimliğini ve kültürünü savunma aracına dönüşmesine katkı sağlamışlardır. 1952’deki Dil Hareketi, Bengal halkının, özellikle kadınların, kendi dilini savunma mücadelesinin simgesidir. Bengalce’nin resmi dil olarak kabul edilmemesi ve yerine Urdu’nun dayatılması, Bengal halkının kimliksizleşme tehdidiyle karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Bengal kadınları, bu harekete katılarak, sadece dilsel haklarını savunmakla kalmamış, aynı zamanda kültürel miraslarını ve kimliklerini de savunmuşlardır. Dil, Bengal halkı için sadece bir iletişim aracından öte bir kimlik unsuru olmuştur. Bengal kadınları, dilin korunmasını bir kimlik mücadelesi olarak görmüş ve bu mücadelenin içinde cesurca yer almışlardır. Dilin, kadınların özgürleşme sürecinde de önemli bir yer tuttuğu gerçeği, Bengal kadınlarının dil mücadelesindeki politik duruşun bir yansımasıdır.
Her iki halkın kadınları da dilin sadece bir iletişim aracı değil, toplumsal ve kültürel kimliğin inşasında merkezi bir rol oynadığını biliyordur. Hem Kürt hem de Bengal kadınları, dilin ve kültürün savunulmasının, halklarının var olma mücadelesiyle doğrudan ilişkili olduğunu anlamış ve bu uğurda verdikleri politik mücadelede aktif rol oynamışlardır. Bu mücadelede kadınların yer alması, sadece dilin korunması değil, toplumsal yapının değişmesi ve eşitlik mücadelesinin de simgesi haline gelmiştir.
Bu örnekler gösteriyor ki devlet, dili bastırmak için kadını susturur; ama kadın, sustuğu yerde bile dili taşımaya devam ediyor. Kürt evlerinde anneler çocuklarına “bi xêr hatî” dediğinde bu sadece bir karşılama değil, tehlikeli olan devlet ve toplumsal alandan güvenli bir alana geçiş, bir halkın hayatta kalma biçimidir. Kadın konuşur, çocuk öğrenir; böylece bastırılmış dil, başka bir bedenle yeniden hayata döner.
Kadın; dilin şairidir, hafızasıdır. Dilin yalnızca korunması değil, yeniden üretilmesi, anlamının çoğaltılması ve aktarılması gerekir. Bu noktada kadınlar, yalnızca birer “taşıyıcı” değil; dilin şairi, anlatıcısı, kurucusu hâline gelir. Kürt kadınlar yüzyıllardır anlatılar, ağıtlar, masallar, ninniler, sözlü şiirler aracılığıyla dili kuşaktan kuşağa taşırken; aynı zamanda dilin ruhunu da biçimlendirmiştir. Kadın geleneği olan Dengbêjlik; kadınların, aşkı, acıyı, kaybı ve isyanı Kürtçe dile getirme biçimi, yalnızca sanatsal değil, politik bir hafıza üretimidir. Bu sözlü üretim geleneği, modern dönemde kentleşme ve eğitimle birlikte farklı biçimlere bürünmüş, ama işlevini yitirmemiştir. Bugünün Kürt kadınları; şiiri, romanı, belgeseli, sosyal medyayı kullanarak bu dili yeniden inşa ediyor. Şiir sadece duygu değil, dil direnişinin biçimi oluyor. Her Kürtçe dizenin ardında, bir halkın inkârına karşı yazılmış sessiz bir isyan var. Bu bağlamda diğer halkların deneyimleriyle Kürt kadınların üretimi arasında derin benzerlikler bulunur. Şili’deki Mapuçe halkı içinde kadınlar, atalarının dili olan Mapudungun’u yaşatmak için podcast’ler yapıyor, çocuk kitapları yazıyor, radyo programlarında ağıtlar okuyor. Bu kadınlar, kendi dillerinde yazmadıkları sürece halklarının yok olacağını biliyorlar. Aynı bilinç, Amed’te, Van’da, Süleymaniye’de şiir yazan, çocuklarına masal anlatan kadınlarda da vardır.
Kürt kadınların yazdığı her kelime, yalnızca bir sanat eseri değil; bir halkın dildeki varlık beyanıdır. Bu yüzden kadınların anlattığı masallar, yaktığı ağıtlar, yazdığı şiirler sadece birer edebi biçim değil, politik belgeler olarak da okunmalıdır. Çünkü bu üretim biçimi, yok sayılanı görünür kılar; bastırılanı diriltir.
Kent, dili hem çoğaltan hem de bastıran bir yerdir. Bir yandan çok dilli, çok kültürlü yapısıyla anadilin farklı mecralarda görünmesine imkân sağlar; diğer yandan merkezi iktidarın kontrolünde olan okullar, devlet daireleri, medya ve iş hayatı aracılığıyla tek dilli bir dayatmanın merkezi hâline gelir. Kürt dili açısından kent, işte bu iki uç arasında gidip gelen bir çelişki alanıdır. Özellikle büyük şehirlerde, İstanbul, Ankara gibi merkezlerde, Kürtçe konuşmak hâlâ politik bir risk, sosyal bir dışlanma nedeni olabilirken; Amed, Mêrdîn… gibi Kürt kentlerinde Kürtçe görünürlük kazanmaya başlamıştır.Ancak bu görünürlük, dilin güvenli olduğu anlamına gelmez. Tam aksine, kentte dil daha fazla göz önünde, dolayısıyla daha çok kontrol altındadır. Eğitim dili olarak kabul edilmemesi, resmi dairelerde kullanılmaması, tabelalardan silinmesi gibi uygulamalarla Kürtçe hâlâ kent mekânında sınırlı bir dolaşıma sahiptir. Bu durumda kadınlar yine kritik bir rol üstlenir: Kenti dile alıştırmak. Kürt kadınlar artık sadece çocuklara değil, apartmana, sokağa, belediyeye, derneğe de dili öğretmek ve bir bilinç olarak bunu kentlilere aktarmayı görev bilmelidirler.Kentli Kürt kadını; çocuğunu anadil kreşine yazdırmak, sokakta Kürtçe konuştuğu için maruz kaldığı bakışlara direnmek; markette, hastanede, okulda Kürtçeyi savunmak zorundadır. Yani bir yandan modernleşmenin yükünü taşırken, diğer yandan dilini görünür kılmanın bedelini öder. İşte bu noktada dil mücadelesi kişisel değil, toplumsal bir eyleme dönüşür.
Kürt kentlerinde de son yıllarda dil derneklerinin, kültür kurumlarının ve kadın inisiyatiflerinin bunca zorluğa, yasaklamalara ve kısıtlamalara rağmen varlığını devam ettirmeleri kadının kenti dönüştürme iradesini ve isteğini gösteriyor. Artık Kürtçe sadece evde değil, kitapçıda, tiyatroda, çocuk parkında, dijital mecralarda da var. Kadın, dili sokağa taşırken, aslında halkın geleceğini kurmaktadır.
Kadınların Dil ile Gelecek Kurma Mücadelesi
Kürt kadın hareketi, dilin sadece bir iletişim aracı olmadığını, aynı zamanda bir halkın geleceğini kurma biçimi olduğunu biliyor. Bu yüzden Kürtçe mücadelesi bugün, bir halkın varoluş mücadelesine dönüşmüştür. Kadınlar, dilin halkın hafızasında, kültüründe ve toplumundaki yerinde bir yeniden inşa süreci başlatmışlardır. Bu direniş, dilin sadece geçmişin değil, geleceğin de teminatı olduğunu hatırlatan bir mücadeledir. Kadınlar için dil hem geçmişi hem de geleceği kurtaran bir miras, bir devrim aracı haline gelmiştir. Her geçen gün daha fazla kadın, dilini savunarak, özgürlüğünü inşa etmekte ve geleceğe dair umutlarını bu dilin üzerinden filizlendirmektedir.
Dil, yalnızca bir halkın kimliği değildir; aynı zamanda onun geleceğidir. Bir dilin varlığı, bir halkın varlığını sürdürebilmesi için en temel koşulken, bu dili savunmak, aynı zamanda geleceği savunmak anlamına gelir. Bu bağlamda Kürt dili, sadece geçmişin bir mirası değildir; halkın hafızası, kültürel dokusu ve siyasi mücadelesinin temeli olarak bugünün ve yarının direniş aracıdır. Kürt kadınlar, bu direnişi sadece ailelerinde, evlerinde değil, toplumsal düzeyde sürdürüyorlar. Kadınlar, bu dili hayatta tutarak, sadece bir halkın değil, tüm toplumun özgürlük ve eşitlik mücadelesini de sürdürüyorlar. Kürt kadınların, dil mücadelesine kattığı anlam birincil olarak toplumsal eşitsizliği aşma ve kimliklerini özgürleştirme noktasında şekilleniyor. Kadınlar için dil, her şeyden önce bir özgürlük alanıdır. Kürtçenin yasaklandığı, asimilasyon politikalarının uygulandığı bir dünyada, kadınlar kendi dillerinde konuşarak hem kendi kimliklerini hem de halklarının geleceğini savunuyorlar. Bu yalnızca dilsel bir hak mücadelesi değil; kadınların, toplumlarına, kültürlerine ve tarihsel belleğine sahip çıkma, tüm bu değerleri yeniden inşa etme çabasıdır.
Günümüzde kadın odaklı yapılar, dernekler, dijital mecralar kadınların dil mücadelesini kurumsal bir platforma taşıyarak, dilin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini dönüştürme gücünü ortaya koyuyor. Bu yapılar, kadınların dil aracılığıyla görünürlüklerini artırmak, kadınların toplumsal alanda eşit temsili için bir mücadele yürütmekte. Bu çabalar, dilin yalnızca anadil değil, sosyal eşitlik ve özgürlük mücadelesinin temeli olduğunu gösteriyor.
Kadınlar, artık sadece evlerinde değil, medyada, tiyatroda, edebiyatın her alanında söz sahibi olmakta; bu da dilin geleceğini inşa etme noktasındaki direncin en güçlü örneğidir. Bir dilin yalnızca koruyucusu olmak değil, aynı zamanda onun yaratıcısı ve yeniden şekillendiricisi olmak, dilin kadınlar üzerinden yeniden hayat bulması ve bir halkın kültürünü yeniden yaratması anlamına gelir. Kadınlar, Kürtçenin sadece bir geçmiş dili değil, geleceğin dili olduğunu bildikleri için, dil mücadelesini her gün yeniden veriyorlar. Bu mücadele, sadece Kürtlerin değil, tüm baskı altındaki halkların dil hakları için bir sembol haline gelmiştir. Dilini koruyan, direniş gösteren her kadın, geleceği inşa etmenin ve halkların özgürlüğü için dilsel hafızayı yaşatmanın simgesidir.
Sonuç olarak, dilin gücü, sadece bir iletişim aracı olmanın ötesinde, bir toplumun direncinin ve geleceğe dair mücadelesinin en temel ifadesidir. Kürt dili, kadınların gücüyle her geçen gün daha da büyüyüp, toplumsal alanda, kültürel alanda ve siyasi düzeyde daha fazla yer bulurken, bu dilin savunulması, bir halkın değil, tüm insanlığın özgürlük mücadelesine dönüşüyor. Kadınlar dilin taşıyıcısı, direnişin liderleri ve geleceğin kurucuları olarak, dili savunarak yalnızca halklarının değil, tüm dünyanın daha adil ve özgür bir geleceğe adım atmasına katkı sağlıyorlar.
Kadın varsa gelecek vardır.
15 Mayıs Kürt Dil Bayramımız Kutlu Olsun.