Tüm dünyada olduğu gibi açıldığı dönem itibariyle Osmanlı devletinde de bu iskan ve asimilasyon politikaları kırsal kesimlerde oldukça güçlü bir şekilde ilerledi. Cumhuriyetin kurulması ile beraber Atatürkçü ve kemalist bakış açısını yaymak istediler. Şeyh Sait isyanından sonra özellikle Kürdistan bölgesinde uygulanan politikalar arasında yer aldı
“Yatılı okullar dünyanın birçok yerinde farklı zamanlarda ve farklı amaçlar doğrultusunda açılmıştır. Sınırlı/belirli bir mekan üzerine kurulmasından kaynaklı denetim ve disiplinin görece daha kolay sağlanmasına imkan veren yatılı okullar, bu özellikleriyle neredeyse her dönem egemen iktidarların temel eğitim araçlarından biri olmuştur. Ortaçağ Avrupası’nda Kilisenin etkinliğini arttırmak bağlamında dini eğitim işleviyle ön plana çıkan yatılı okullar, 18. ve 19. yüzyılda daha çok sömürgecilikle ilişkilendirilmiştir.” der Serhat Arslan tezinde.
Asıl amacı savaşa giden askerlerin çocuklarına eğitim vermek için açılan YİBO daha sonra sömürgeci devletler tarafından asimilasyon ve iskan aracı olarak kullanıldı. Toplumun sosyo-politik ve sosyo-ekonomik durumuna göre de yoğunluk gösterebiliyor. Bu egemen devletlerde çoğu zaman etnik yapıyı bozmak için topluma güzellemesi de yapılıyordu. Tüm dünyada olduğu gibi açıldığı dönem itibariyle Osmanlı devletinde de bu iskan ve asimilasyon politikaları kırsal kesimlerde oldukça güçlü bir şekilde ilerledi. Cumhuriyetin kurulması ile beraber Atatürkçü ve kemalist bakış açısını yaymak istediler. Şeyh Sait isyanından sonra özellikle Kürdistan bölgesinde uygulanan politikalar arasında yer aldı. Sonradan tek tipçi zihniyetin kaynağı olmaya devam etti. Dünyada bilinmez fakat Türkiye’de yaklaşık olarak 492 tane aktif YİBO var özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinde nerdeyse her şehirde bulunuyor. Dersim, Elazığ, Urfa, Çukurova, Bitlis gibi şehirlerde çok daha yaygındır. Özellikle bu bölgelerde yoğun olmasının önemli sebepleri vardır. Öncelikli amaçları, var olan yerli nüfusun yapısını değiştirip, dönemin dili ve kültürünü onlara empoze etmekti. Bu durum tek bir cümlede anlatılacak kadar ne basit ne de masumdur. Günümüzde kürt halkının pasif ve öz güvensiz çocukları var. Ailelerinden kopuk, kendi kültüründen uzak yetişmiş birçok çocuk ve genç bulunmakta. Ana dilin yasaklandığı bölgeler çok fazla idi. Bu yasaktan dolayı psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalan birçok çocuk var. Ana dilin yasaklanması dışında giyim kuşam ve ahlak yapısına kadar müdahaleler var. Başka bir sebepte aile bağlarını koparıp kendi amaçları doğrultusunda adeta bir asker eğitir gibi istedikleri yerlere gönderebilecekleri, toplum kültüründen uzak, toplumu gözeten değil, devletin politikalarını gözeten kimseler yaratmayı amaçlamak. Özellikle YİBO kuruluş amaçlarını gösteren askeri nizam sistemi tek tipçiliği dayatıyor. Aynı tip mavi önlük beyaz yakalık, orta okulda ceket pantolon kıravat, tabi kız çocukları için aynı şey geçerli değil idi. Her ne kadar günümüzde kıyafet serbestliği olsa da o dönemde kız çocukları etek giymek zorunda idi ve mutlaka diz altında olması gerekirdi. Saçlar her zaman toplu ya da örüklenmiş, renkli toka takılmaz. Erkek çocuklar ise genç erişkin ise traşlı küçük ise her zaman saçlar kesikti. Bazen neden kürt kadınlarının uzun saçı sevdiğine anlam veremezdim şimdi çok daha iyi anlıyorum. Birinci sınıf anılarım gözümün önüne geliyor. Sapsarı uzun saçlarla gitmiştim. Sonra bitlenme korkusundan bütün herkesin saçlarını kazıtmışlardı….Sanırım günümüzde en çok canımızı acıtan şey bu olurdu. Toplumun deneme tahtası YİBO’lardaki çocuklar olurdu. Sağlık sektöründe yeni bir çalışma mı olurdu ilk onlara giderlerdi, halk eğitim merkezlerinde kurslar mı açılırdı ilk denemeler o çocuklar üzerinde olurdu. Amatör kuaförler gelirdi, herkesin beş dakikada saçlarını keserdi ve sıradaki derdi. Bunun gibi birçok örnek vardır. Fakat şu an ki boşlukların ve öz güvensizliğin temelini bu anılar besliyor. Aslında anı demek değil de travma demek çok daha doğru bi tanımlama olacaktır. Devletin kendi için yetiştirdiği küçük askerler ve yöneticiler diyebiliriz.
Kimisi hakim kimisi savcı kimisi kaymakam hayali ile okula gelir, sonu ya polislik ya gardiyanlık ile sonuçlanırdı. Burada hakimlik savcılık mertebeleri çok iyi olduğundan değil yapılan güzelleme o mesleklerdi. Aklımdan hiç çıkmaz hep bizlere siz geleceğin savcıları hakimleri öğretmenleri polisleriniz, erkek ya da kadın farketmez siz geleceğin askerlerisiniz. “ASKER” sanırım bütün dünyada aynı anlama sahip: devleti koruyan kimseler topluluğu.
Özellikle milli güvenlik derslerine getirilen komutanlar süper model gibi olan askerler, bunlar genç ya da çocuk kız veya erkek fark etmeksizin herkesin hayran kalması için getirilirdi. Daha sonra o motivasyonla hayatlarına yön verirlerdi. Bende o çocuklardan biriydim. Kendimi hep şanslı gördüm. Polis hakim, savcı, kaymakam çıkmadım diye. Fakat o güçlü asimilasyon politikaları karşısında kendi kimliğini dilini korumak çok zor. Çocuk olarak çok daha zor siyah beyaz dünyada renkli bir balonun içinde hayat yaşatıyorlar fakat balonun içindeki gazdan bi haberler. Kız çocuklarının hayatı çok daha zor. Bir kere cinsiyet ayrımcılığını okula gittiğin anda yaşamaya başlıyor. Yukarıda belirttiğim gibi, saçlardan tutun kılık kıyafet, konuşma, gezme, uyuma saatleri bile onların isteği dışında oluyordu. Saat 08:30’da kızlar yatakhaneye gönderilirdi, erkekler ise daha sonra. Başka bir konu ise kız çocukların okulun sınırlarında gezememesiydi, sözde “tenha” yerlere gidemezdi mutlaka bir ahlaksızlık olurdu onlara göre. Spor salonunda başlarında biri olmadan duramazlar. Samimi olmak yasak aile bireyi bile olsa bu değişmezdi. Kendi başımdan geçen ufak bir olayı anlatmak isterim. Bence özgüvensiz olmamızdaki bütün sebepler gerçekten yaşanmışlıklardan geliyor. Hatırlayınca o anki kalp kırıklığımı çok daha güçlü hissettim. Fakat bu benim sisteme olan tavrımı, gücümü zayıflatmıyor. Bugün bu yazıyı yazmam var olan büyüyen, gelişen güçlü kadın karakterine sahip olmamdan geliyor. Yatılı okullarda herkes bilir ki spor aktiviteleri çok gelişmiştir, her ders bitiminde yemek saatinden önce büyük sınıf öğrenciler voleybol oynarlardı. Hava güzel bizde arkadaşlarımızla üstümüzü değiştirip okulun bahçesine çıktık. Bu arada bahsettiğim dönem, 6. sınıf yani 12 yaşındayım. Bugün 12 yaşında bir kıza baktığımızda içimiz titrer kıyamayız. Buradaki çocukların yaşı pek önemli değildi herhalde. Bende üstüme çiçekli bir elbise giydim. Alt rengi siyah, üstünde pembe küçük çiçekler vardı, kolları uzun boyuda ayak dirseğinin biraz üstündeydi. Şu an da gözümde canlandı. Yüzümde ufak bir tebessüm…
Daha sonra ordaki oyunu izlerken okulun müdürünün beni çağırdığını duydum. Bana kim olduğumu kimin kızı olduğumu sordu. Bende öğrenci olduğumu belirttim. Çok yüksek bir ses tonuyla; çabuk git bu elbiseyi çıkar, terbiyesiz, hiç utanmıyor diye çıkıştı. Hiç aklıma gelmezdi bir çiçekli elbisenin bu kadar sorun yaratacağını. Başkasının kızı olma ihtimalimin olup kayırılmak istememe mi şaşırayım, yoksa bir kız olarak çiçekli elbisemin beni terbiyesiz yapmasına mı şaşırayım. Çiçekli elbise toplumun erkek yaklaşımını, karakterini nasıl ortaya çıkarıyor bunu tecrübe ederek görüyoruz. Ve hala 12 yaşındayım. Erk zihniyetin içime işlenmesi sebebi ile çok itaatkar bir tavırla üzerimi değiştirdim Fark ettim ki o günden beridir hala çiçekli elbise giyemiyorum. Herkesin hayatta karanlık, yükseklik, uzaklık gibi fobileri olurdu benim trajik bir çiçekli elbise fobim vardı. Burda benim kırılmalar bu hayatta insan karakterine yaşam biçimine yön verebiliyor, burada YİBO’lar kız çocukları üzerindeki baskılarına değinmek istiyorum. Toplumda ne kadar itaatkar, ne kadar zayıflık varsa hepsini kız çocuklarına aktardılar. Çünkü onlar bu iktidar zihniyetine köle yetiştiriyorladı. Tıpkı okul kitaplarımızdaki aile tanımlaması gibi. Anne evde bulaşık yıkar temizlik yapar, yemek yapar. Baba ailenin reisidir. İşe gider para kazanır, eve bakar. Kulağa ne kadar da ideal geliyor değil mi? Fakat bizim ideal dediğimiz toplumda YİBO’lar, devlet, ordu sistemi gibi mekanizmalara gerek yok. Daha yukarıya baktım daha uzağa… benim için ideal olan kadını toplumu yaratana kadar durmadım. Bugün ki yaşamım yeterli olmasa da, bu yolda devam ediyor. Bende bir YİBO mağduru olarak; bu kadar hayal kırıklığının üstüne giderek var olan ben’i, kadını oluşturdum. Bugün yarattığım sanatçı kimliğimle çok daha güçlü ve başı dik işler yaptım. O zamandan beri giyemediğim bütün çiçekli elbiselerimi sahnede giydim kadın direnişlerinde haykırdım. Ve o zamanlarda her zaman üstümde çiçekli elbiselerim vardı. Bana kim olduğumu öğreten aslında bu direnişti. YİBO’dan çıktığım andan bu zamana kadar kendimi yaratmayı başarabildim. Tabi eskisi gibi YİBO’lar günümüzde belki çok daha mühim bir haldedir. Özentilik toplumun hasta olmasına sebep olan fenomen davranışlardır. Bu davranışlar maalesef sosyal medyanın etkisiyle günümüzde çok daha fazla yayıldı. Özellikle gençler, çocuklar artık çok daha kolay bu sisteme dahil oluyorlar. Topluma baktığımızda 12 yaşında küçük kızlar evlendiriliyor, öldürülüyor, istismara uğruyor. çocuklar insanlık tarihi boyunca bu tür caniliklerle yüz yüze kalıyor. Eğitim öğretim hakkından mahrum kalan çocuklar var. bazı aileler yatılı bölge okullarının çocukları için en iyi eğitim sistemi olduğuna inanıyor. Alternatif eğitim sistemlerini araştırıp daha fazla bu alanlara yatırım yapmak önemli. Bugün bir yetişkin olarak çocuklarımızın korunup topluma kazandırılması gerektiğini düşünüyorum. Çocuklar bir devletin değil yaşamın geleceği olmalı. Elbette zor gibi görünebilir, ama her zaman bir arınma mümkün. Bunun için ailelerin YİBO sistemlerini iyi okuyup ona göre karar vermeleri gerekiyor. Çünkü bugün her çocuk benim kadar doğru zeminlere denk gelemeyebiliyor.
Olduğum yerden, dahil olduğum, yürüdüğüm fikirsel yolculuğum henüz bitmedi. Çiçekli elbise giyen birçok kız çocuğu var. Her travmayı değiştirip dönüştürmek bizim ve o çocukların öz gücü olmalı. Bağlı olduğum paradigma, fikir ve düşünce insanı bir meta değil doğanın parçası olarak görüyor. Bununla beraber çocukların her zaman doğayla iç içe, özgürlükçü ve diline kültürüne bağlı olmasını savunuyor. Çocukların bazı sapkın çıkarlar için şekil alıp büyümesi ise geleceğin toplumunu da hem dolaylı hem de direkt olarak etkiliyor.