Geldiğimiz süreçte de sürekli değiştirilen eğitim politikaları aracılığıyla eğitim siyasal ve ideolojik bir yeniden inşa aracı olarak konumlandırılmaya devam etmektedir. Sürekli değiştirilen eğitim sistemi; eğitim hakkına eşit erişimin yok sayılması, piyasa merkezli uygulamaların yaygınlaştırılması, müfredatın dinci, cinsiyetçi, milliyetçi, tekçi bir çerçevede defalarca kez düzenlenmesi ve çocuk haklarının sistematik olarak ihlal edilmesi gibi çok boyutlu sorunları beraberinde getirmiştir
Tarihsel süreç boyunca devletlerin ideolojik aygıtı olarak kullanılan eğitim sistemi, iktidarların kendi siyasal ideolojik hedeflerine uygun bir toplum inşasının aracı olmuştur. Dolayısıyla milliyetçi, militarist, tekçi, cinsiyetçi, dinci politikalar ile çocukluğun ve toplumun politik inşa süreci eğitim aracılığıyla sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye’deki eğitim sisteminde “Tek dil, tek millet, tek bayrak, tek cinsiyet” ideolojisi; çok dilli, çok kültürlü ve çok kimlikli toplumsal yapıyı yok sayan bir anlayışla oluşturulmuş, her dönemde siyasal ideolojik hedeflere uygun bir eğitim politikası hayata geçirilmiştir. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında da eğitim politikaları, askeri rejimin otoriter yapısına uygun biçimde şekillenmiş; zorunlu din dersleri, milli güvenlik dersi, sendikal hak ve özgürlüklere dönük baskılar ve özel okulların teşviki gibi adımlar ile bugünkü eğitimde dönüşüm politikalarının da kökeni oluşturulmuştur.
Geldiğimiz süreçte de sürekli değiştirilen eğitim politikaları aracılığıyla eğitim siyasal ve ideolojik bir yeniden inşa aracı olarak konumlandırılmaya devam etmektedir. Sürekli değiştirilen eğitim sistemi; eğitim hakkına eşit erişimin yok sayılması, piyasa merkezli uygulamaların yaygınlaştırılması, müfredatın dinci, cinsiyetçi, milliyetçi, tekçi bir çerçevede defalarca kez düzenlenmesi ve çocuk haklarının sistematik olarak ihlal edilmesi gibi çok boyutlu sorunları beraberinde getirmiştir.
Özellikle gerçekleştirilen müfredat değişiklikleri ile eğitim içerikleri büyük bir ideolojik müdahaleye maruz kalmıştır. 2012 yılında ideolojik bir program olarak uygulamaya geçen “4+4+4 sistemi” ile eğitim alanında en köklü dönüşümlerden biri yaşanmıştır. 4+4+4 ile birlikte imam hatipler ortaokul seviyesinde yeniden açılarak pedagojiye aykırı bir biçimde çocuk yaşta dini ağırlıklı eğitimin önünü açılmıştır. 5. sınıftan itibaren öğrencilerin “açık öğretime” geçebilmesi sağlanmıştır. Bu durum özellikle kız çocuklarının erken yaşta eğitimden kopmasına yol açarak çocuk yaşta zorla evliliklerin önünü açmıştır. Dolayısıyla 4+4+4 sistemi, çocuk işçiliğinin artması, kız çocuklarının eğitim hakkından mahrum bırakılması, eğitimin dinselleştirilmesi ve eşitsizliğin derinleşmesi gibi sonuçlar doğurmuştur. 2017 yılında “Cihat” kavramı açıkça ders kitaplarına girmiş, müfredatta muhafazakâr-milliyetçi içerik güçlendirilmiştir. Seçmeli ders havuzu genişletilerek din dersleri fiilen zorunlu hale getirilmiştir. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı verilen yeni müfredat değişikliği ise toplumu dizayn etmenin son halkası olmuştur. Siyasi iktidar çocuğa ya da bireye nasıl yaklaşıyor, nasıl bir toplum istiyorsa yeni eğitim müfredatını da ona uygun şekilde hazırlamıştır. Bireycilikle, milliyetçilikle, cinsiyetçilikle, dini-milli değerler ile yoğrulmuş, büyük ölçüde dini kural ve referanslara dayanan bir dilin kullanıldığı yeni eğitim müfredatı ile hedeflenen toplum yapısı daha açıkça ortaya çıkmaktadır.
Eğitim politikalarında yaşanan değişimlerde halklar, inançlar ve kültürler genellikle ya görünmez kılınmış ya da ‘karşı tarafta’ gösterilmiş, anadilinde eğitim hakkı ise tamamen yok sayılmıştır. Oysaki Anadilinde eğitim hakkı, sadece pedagojik bir talep değil; halkların tarihsel direnişinin, kimliklerinin ve kolektif hafızalarının tanınması anlamına gelmektedir. Bu hak, bu topraklarda yaşayan tüm halkların eşit yurttaşlık temelinde yaşamalarının koşuludur. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana uygulanan tekçi ulus-devlet politikaları, farklı dil, inanç ve kimlikleri bastırmış; eğitim politikalarında bugüne kadar uzanan bir asimilasyon politikası izlenmiştir.
Eğitim politikalarının en belirgin özelliklerinden biri de toplumsal cinsiyet eşitliğinin reddi üzerinden eğitimde kadın ve kız çocuklarının haklarının sistematik olarak ihlal edilmesidir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği yaşamın her alanında sistemli bir şekilde inşa edilirken eğitim sistemi bu eşitsizliklerin sürdürülmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu süreci derinleştiren en büyük olgu; müfredat başta olmak üzere bir bütün eğitim politikalarının cinsiyetçi bir anlayışla hazırlanması ve özellikle kadınların, kız çocuklarının toplumsal cinsiyet rollerini meşrulaştıran yapısıdır. Karma eğitime yönelik müdahaleler, çocukların geleneksel rol kalıpları ile yetiştirilmesine yönelik müfredatlar kız çocuklarının eğitim hakkını engellemekte, kadını kamusal alandan dışlamayı amaçlamakta, kadınlar ve kız çocukları açısından daha fazla hak kaybı anlamına gelmekte, ataerkil sistemin yeniden üretilmesine de araç olmaktadır.
Eğitim politikalarındaki dönüşüm ile çocuklar çok daha fazla işçileştirilmiş, MESEM ve benzeri sistemlerle erken yaşta emek piyasasına yönlendirilmiştir. Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM), çocuk emeğinin yasal kılıflarla yaygınlaştırıldığı bir alan haline gelmiştir. MESEM uygulamalarıyla eğitim hakkının ihlal edilmesi, iş cinayetleri ve işyerlerinde karşılaşılan istismar vakaları çocuk haklarının gaspı ve toplumsal eşitsizliğin yeniden üretimi anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak, eğitim politikaları üzerinden toplumun yeniden şekillendirilmesi ile çocuklar hem siyasi hem de kültürel bir inşanın nesnesi haline getirilmektedir. Bilinçli bir biçimde sürekli değiştirilen eğitim sisteminde çocukların kişilikleri, davranış özellikleri, dilleri, kültürleri, yaşamları, doğaları yok sayılmakta; farklılıklar eğitim politikaları ile eşitsizliği derinleştirme, ötekileştirme, ayrıştırma aracı olarak kullanılarak çocukluğun politik inşası ile toplum da dizayn edilmektedir. Dolayısıyla çocukluğu tanımlamak bir yaş aralığındaki insanları göstermekten daha politik zeminde tartışmayı gerektirir. Bu bağlamda, Barış ve demokratik toplum çağrısı eğitim politikalarını sorgulamayı ve değiştirmeyi de zorunlu kılmaktadır. Demokratik bir toplumda “nasıl bir eğitim politikası olmalı?” sorusu kritik önemdedir. Demokratik bir toplumda eğitim politikaları da çocuk haklarından, eşitlikten, özgürlükten ve barıştan yana olmak zorundadır. Eşit, özgür, demokratik bir toplum için özgür, eşit, anadilinde ve cinsiyet eşitliğinin esas alındığı bir eğitim politikası hayata geçirilmelidir.