Bu uygulamalarla mücadele etmeye çalışmak oldukça önemli; ama daha da önemlisi bu uygulamalara alışmamak ve normal kabul etmemek. Çünkü bunları normal kabul ettiğimiz müddetçe bu uygulamalar devam edecek. Bu arada burada uzun uzun anlattığım şeyin aslında çok kısa bir adı var: Düşman ceza hukuku…
Ceza hukukunda klişe veya durumuna göre klasik olarak değerlendirilebilecek en önemli söylemlerden bir tanesi yargılamanın amacının maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olduğudur. Fakat, maddi gerçek Türkiye’de tarafların etnik kimliğine, statüsüne, bağlı olduğu siyasi partiye, cinsiyetine, cinsel yönelimine göre maalesef değişkenlik gösteriyor. Oysa, ortada tek bir maddi gerçek vardır ve adil bir yargılanmada bu gerçeğin değişmemesi gerekiyor.
Türkiye’nin hukuk tarihçesine ve hukuk eliyle yapılan haksızlıkları, hukuk eliyle temize çekilen cinayetleri, hukuk eliyle örtbas edilen suçları anlatmaya kalksak çok daha uzun vakte ve sayfaya ihtiyacımız olduğu tartışmasız bir gerçek. Fakat bütün bu tarih içerisinde Kürtlere uygulanan hukuku, hukuksuzluğun bazı güncel örneklerini ve maalesef sıradanlaştırılmaya çalışılan uygulamaları anlatarak gündemde tutmak zorundayız.
Kapalı bir alan düşünün, içerisinde insanlar var ve dışarıdan bazı insanlar içerideki insanlara saldırıyor, camları kırıyor, içeriye girmeye çalışıyor. Normal olan aslında polisin/kolluğun gelip saldırganları gözaltına alması ve saldırganların tutuklanmasıdır. Ya da üniversitede bazı öğrencilere satırlarla saldırıldığında ya da bu öğrenciler darp edildiğinde saldırganlarla ilgili işlem yapılması gerekir. Ama tabi ki Kürtseniz, Türkiye’de yaşıyorsanız ve politik kişilerseniz (bu şartın her zaman aranmadığını belirtelim) sizin için normal yoktur. 7 Haziran seçimleri sonrası HDP binalarına yapılan saldırılarda göstermelik bir iki yer haricinde ya hiç gözaltı olmamış ya da daha da kötüsü saldırıya uğrayanlar gözaltına alınmıştır. Üniversitelerde ülkücülerin öğrencilere saldırması neticesinde tabi ki hiçbir ülkücü gözaltına alınmıyor; ama saldırıya uğrayanlar kendilerini savunmaya kalktıklarında “örgüt adına” bir şeyler yaptıkları için tutuklanıyorlar.
Mevsimlik çalışan Kürt işçiler de sık sık saldırıya maruz kalmasına rağmen yine de gözaltına alınıp uzaklaştırılanlar onlar oluyor. Bu durumun da maddi gerçeklikle bağdaşmadığı gayet açık.
Politik bir Kürt iseniz ve herhangi bir siyasi sebepten soruşturma/kovuşturmaya uğradıysanız, ki hemen herkesin başına geliyor, gerçekten kolaylıklar diliyorum. Çünkü, böyle bir durumda baştan suçlu kabul edilirsiniz ve normalde suçu işlediğinizin ispat edilmesi gerekirken tam tersine siz masum olduğunuzu ispat etmeye çalışırsınız. Aleyhinize her şeye değer atfedilir ama lehinize olanlar görmezden gelinir ve ceza hukukunun bütün değerleri ceza almanız için feda edilir. Yakın zamanda bir dosyamda önce inceleme yapıp sonra tutuklama yapması gereken sistem müvekkillerimi tutukladı ve şu anda inceleme raporu bekliyoruz.
Son dönemde halay çektikleri, yani Kürtçe bir müzik eşliğinde dans ettikleri için tutuklanan kişileri de unutmamak lazım elbette. Kulağa oldukça absürt gelen bu durum, herhalde hukukta gelinebilecek son nokta olsa gerek.
Hemen bütün hukuk sistemlerinde hastalık ve yaşlılık infazın önünde engeldir. Hatta resmi söyleme baktığınızda Türkiye’de hastaların ve yaşlıların cezaevinde tutulmadığını bile düşünebilirsiniz; ama maalesef bu büyük bir yanılgı olur. Politik nedenlerle tutuklu bir Kürt, cezaevinde kalmasına engel bir hastalığı olduğunda ATK’dan “cezaevinde kalamaz” raporu almanın dışında bir de toplum için tehlike oluşturmadığını ispat etmek zorundadır. Ama boynu dışında vücudunu hareket ettiremeyen insanların dahi toplum için tehlikeli olduğu buyuruluyor emniyet tarafından gönderilen yazılarda. Ki, ATK’dan bu raporu almanın neredeyse imkansız olduğunu belirtmekte de fayda var. Hastalar ve yaşlılarla ilgili yapılan bütün infaz düzenlemelerinde politik mahpuslar kapsam dışı bırakılıyor. Ve cezaevlerinde ölüme terk ediliyor.
Resmi verilere ve dosya içeriklerine bakıldığı zaman aslında Türkiye’de hiç kimse Kürtçe konuştuğu için, Kürtçe şarkı dinlediği için veya sadece Kürt olduğu için öldürülmüyor. Maddi gerçek Kürtlük olmasına rağmen, sürekli başka bahaneler üretiliyor. Üstelik başka bahaneler iktidar içerisindeki Kürtlerin ağzından dillendiriliyor. Konya’da katledilen aile, Sakarya’da katledilen genç, Ankara’da Kürtçe müzik dinlediği için öldürülen genç, üniversitede Kürt olduğu için öldürülesiye dövülen gençler ve daha pek çok benzer olayda Kürt olunduğu için saldırıya maruz kalma, öldürülme, yaralanma devlet tarafından asla kabul edilmiyor. Yani, gerçek ölüm veya yaralanma nedenlerimizi bile geçiremiyoruz resmi kayıtlara. Yine bu tür suçlar organize bir şekilde işlense bile, asla bu örgütlü tavır, yani cezayı ağırlaştırma sebebi olacak bu husus kabul edilmiyor ve nedense suç hep sadece tek kişinin üzerine kalıyor. Oysa, bu suçların çoğunluğu örgütlü ve planlı bir şekilde işleniyor.
Hukukun Kürtlere farklı uygulanmasının en bariz örneklerinden biri özel yetkili mahkemelerin ortadan kaldırılmasıyla yaşanan süreçtir. Balyoz ve Ergenekon davalarında özel yetkili mahkemelerin hukuka aykırı yargılama yapmış olması nedeniyle yeniden yargılamalarla dosyadaki kişilerin beraatine karar verilirken; Özel yetkili savcılıkların, mahkemelerin ve polislerin nedense Kürtlerin dosyalarında hukuka çok uygun davrandıkları kabul edilerek bu dosyalardaki hiçbir karara dokunulmadı. Oysa, zan altında olan kişi ve kurumların bütün işlemleri şüphelidir ve ceza hukukunda asıl olan şüpheden sanığın yararlanmasıdır. Hatta daha sonra aynı birimlerde görev yapan çoğu hakimin, savcının, polisin ve hatta dönemin ATK’sının bile talimatla işlem yaptığı ortaya çıktı ama bu yine de Kürtlerin yargılandığı dosyalar açısından bir fark yaratmadı.
Aynı hukuka aykırılık durumu DGM yargılamaları açısından da yaşandı. AİHM tarafından uzunca bir süre DGM yargılamalarında mahkeme heyetinde askeri üye bulunması nedeniyle burada yapılan yargılamaların yinelenmesi kararı veriliyordu, yani bunun hak ihlali olduğu kabul ediliyordu. Ama bu kararların maalesef pratikte bir karşılığı olmuyor, usulü işlemler tekrarlanarak aynı cezalar verilmeye devam ediyordu. Daha sonra AYM’nin verdiği Abdullah Altun kararı bunu değiştirdi. Fakat bu değişiklik birkaç göstermelik karar dışında Kürtleri etkilemedi. Şu anda dışarda olan, 90‘ların iklimini yaratmaya çalışan, öldürme/ işkence etme suçlamaları nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan Hizbullah üyeleri sessiz sedasız bir biçimde bu karara dayanılarak salıverildi. Bu karardan yararlanan sadece Hizbullah değil, İbda-C, İslami Hareket gibi diğer 90’lar İslami örgütleri oldu.
Kürtlere dönük hukuk uygulamalarında en çok can yakan, en çok içimizi acıtan şeyse elbette ki cezasızlık politikası. Panzer çarpması sonucunda ölen çocuklar, kurşun sekmesi(!) sonucunda ölen çocuklar, hedef gözetilerek öldürülen çocuklar ve insanlar… Maalesef öldürülen kişiler Kürt oldukları için öldüren polisler ya hiç ceza almıyor ya da trajik bir şekilde düşük, ödül gibi cezalar alıyorlar. Üstelik buradaki tek sorun kişisel olarak verilmeyen cezalar değil, verilmeyen bu cezaların gelecekte işlenecek yeni suçlara yol açması. Çünkü böyle bir durumda ceza almayacağını bilenler daha da cesur davranıyor ve bir yaptırımı olmadığı için bu ölümler artıyor. Burada uygulanan hukukta hem polis hem savcı hem de mahkemeler sanıkların avukatı gibi davranıyor. Suçu işleyen kişi, delilleri karartıyor. Öyle bir yargılama yapılıyor ki maddi gerçek hak getire.
Burada biraz da sarkastik bir dil kullanarak anlattığım şeyleri yazması elbette ki çok zor değil; fakat bütün bu olaylarda kararan hayatları, özgürlükten uzak geçen zamanları düşündüğümüzde her bir olayın kendi özelinde ne kadar zor olduğunu ve toplumun ne kadar büyük bir kesimini etkilediğini unutmamak gerekiyor. Bu uygulamalarla mücadele etmeye çalışmak oldukça önemli; ama daha da önemlisi bu uygulamalara alışmamak ve normal kabul etmemek. Çünkü bunları normal kabul ettiğimiz müddetçe bu uygulamalar devam edecek.
Bu arada burada uzun uzun anlattığım şeyin aslında çok kısa bir adı var: Düşman ceza hukuku…