Gelişen teknoloji ile ırkçılık sadece fiziki bir saldırı değil, düşünsel bir saldırı halini de aldı. Öyle ki en çok dijital medya platformlarından artık ırkçılık kendini örgütler oldu. Kadına yönelik saldırılar, çocuğa yönelik saldırılar, azınlıklara yönelik saldırılar, dezavantajlı gruplara yönelik saldırılar, işçilere, emekçilere, dile, kültüre, sanata ve “yaşam”ın tüm alanlarına yönelik saldırılarda dijital medya en aktif rolü oynuyor
Çağın en büyük hastalığı olan ve insanı kanserleştirdiği gibi birer ideolojik ve gönüllü köle haline getiren kapitalist modernite, kendini her dönem yeni argümanlar üzerinden besler. Kendini sürekli yenileyerek çağa uyarlayan modernite, dijital çağın da gelişmesiyle yeni argümanlar üretmeye devam ediyor. Kapitalist modernite, en önemli projesi olan ulus-devlet üzerinden ideolojisini cinsiyetçilik, milliyetçilik, ırkçılık ve militarizm şeklinde topluma empoze etmeye çalışır. Bu ideolojiler toplumda karşılık buldukça toplum içerisinde ayrıştırma, nefret, ötekileştirme giderek yaygınlaşır. Ulus-devletin kendini en çok beslediği sacayak ise ırkçılıktır.
Peki nedir ırkçılık? Sözlüğe baktığımızda, “kendi ırkını öteki ırklardan üstün sayma ve siyasal tutumunu buna dayandırma eğilimi”, “farklı bir ırk veya etnik kökene sahip oldukları için diğer insanlara yönelik önyargı, ayrımcılık veya düşmanlık”, “insanların toplumsal özelliklerini ırksal özelliklerine indirgeyen ve bir ırkın öteki ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti” gibi tanımlamalarla karşılaşırız. Ancak yazılı tanımın aksine ırkçılık, bugün daha çok bir yönetim şekli olarak karşımızda duruyor. Kendini ırkçılık üzerinden dizayn eden moderniteye en önemli örneği, şüphesiz Türkiye devlet ideolojisi oluşturuyor.
Ancak tarihsel geçmişi daha derin olan ırkçılık, ulus-devletlerin temel ideolojisi olsa da çıkış noktası irdelenmeye değer. Günümüzde daha çok “bilimsel ırkçılık” olarak tanım bulan ırkçılığın, birçok türü olsa da özü nefret ve öteki kılmadır. Orta Çağ’dan Yeni Çağa, Yeni Çağ’dan Yakın Çağ’a ve günümüz Dijital Çağa kadar yayılarak devam eden ırkçılık, bugün modern ırkçılık, bilimsel ırkçılık, mikro ırkçılık, örtük ırkçılık, biyolojik ırkçılık, sosyal ırkçılık, dini ırkçılık gibi türlerini daha da artırabileceğimiz başlıklar altında kendini şekillendirir.
Modern ırkçılık; ırksallaştırılmış bir etnisiteye karşı, temelde tek boyutlu bir önyargıyı yansıtan tutarlı bir inanç sistemi olarak tanım bulur. Günümüzde en yaygın ırkçılık türlerinden biri olan modern ırkçılık, ulus-devletlerin de en yaygın kullandığı ırkçılık türlerindendir.
Sistemik ırkçılık olarak da bilinen kurumsal ırkçılık, ırk veya etnik gruba dayalı bir kurumsal ayrımcılık biçimidir. Bir toplum veya kuruluşta var olan ve bazı insanlara sürekli haksız avantaj sağlayarak diğerlerine haksız muamele eden politikaları ve uygulamaları içerir. Bu ırkçılık türüne en iyi örnek olarak işçi-patron, zengin-fakir dualitelerini verebiliriz. Günümüz kar, sermaye ve rant siyasetinde patrona tanınan ayrıcalıklar, işçiye ve emekçiye verilen haklarla kıyaslanamayacak düzeyde olup işçilerin en temel haklarının dahi gaspı anlamına gelebiliyor.
Mikro ırkçılık ise özellikle Türkiye’de en yaygın görülen ırkçılık biçimidir. Farklı ırk, kültür, inanç veya cinsiyete karşı düşmanca ve aşağılayıcı tutum sergiler. Türkiye’de kadına, çocuğa, Kürt’e, Alevi’ye, azınlığa veya dezavantajlı görünen gruplara yönelik yapılan ırkçılık türüdür.
Örtük ırkçılık, en tehlikeli veya sinsi ırkçılık türlerinden biridir. Tarafsız görünen bir kriterin veya uygulamanın belli bir ırk, din, etnik köken veya cinsiyete karşı dolaylı ayrımcılık yapmasıdır. Bunun en yaygın örneğini hukuk ve siyaset sisteminde görmekteyiz. Muhalif olduğunu iddia eden herhangi bir siyasetçinin bir olayı değerlendirirken, olayın öznesine göre (Türk mü Kürt mü, kadın mı erkek mi, Müslüman mı Ateist mi vb.) hareket etmesi durumudur. Veya bir ceza dosyasında failin erkek mi kadın mı olduğuna, adli mi siyasi mi olduğuna bakan bir mahkeme heyetinin kararını buna göre vermesi durumu da bu duruma örnek verilebilir. Esasında ırkçılık yapılmadığı beyan edilse de fiiliyatta yapılan ayrıştırmanın adı ırkçılıktır. Yine bu durumun en yoğun yaşandığı mekanların başında ise cezaevleri geliyor. PKK’li hasta tutsakları ölüme sürükleyen zihniyetin, 28 Şubat mahkumlarını özel af ile tahliye etmesi bu durumun en somut örneğini oluşturur.
Biyolojik ırkçılık, en eski ırkçılık türlerinden biri olup, insan çeşitliliğinin deri rengi, kafatası gibi fenotipik özelliklere göre ayrıştırılmasıdır. Tarihte buna beyaz tenin siyah tene uyguladığı zorbalığı örnek verebiliriz. Siyahilerin yalnızca köle olarak kabul gördüğü ve hatta çoğu zaman yaşam hakkının dahi “efendi”sinin elinde olduğu “ilkel kölelik” dönemi, bu ırkçılık türünün en yoğun yaşandığı dönemdir. Ancak modernitenin yarattığı modern köleler dönemi olan 21. yüzyılda da biyolojik ırkçılık hala katliamlara sebebiyet vermektedir. Bunun dünya kamuoyuna yansıyan en önemli örneklerinden biri, 25 Mayıs 2020 tarihinde ABD’de “beyaz” bir polisin “siyah” olan George Floyd’u katletmesi olayıdır. Dünyanın birçok yerinde hala ten renginin üstünlüğünü ideolojik olarak içselleştirmeye ve bunu yaymaya devam eden bir sistem var.
Dini ırkçılık ise, resmi olarak kabul gören bir inancın aksini taşıyan kişi veya topluluklara karşı uygulanan ırkçılık türüdür. Türkiye’de Müslüman olmayan toplumların başta Aleviler olmak üzere yaşadığı ırkçılığı tasvir eder. Bunun en önemli örneğini Madımak Katliamı oluşturur. Dini ırkçılığı diğer ırkçılık türlerinden ayıran en önemli özelliği ise, farklı ırkçılık veya ayrımcılık türlerine maruz kalan insanların başka insanlara dini ırkçılığı yapabiliyor olmasıdır. Modernite ve ulus-devlet tarafından bunu sağlamanın en önemli argümanı ise “din kardeşliği”dir. Örneğin, kurumsal ırkçılığa maruz kalan biri, başka bir kişi veya kişiler üzerinden dini ırkçılık yapabilmekte bir beis görmez.
Bir diğer adı yapısal ırkçılık olan toplumsal ırkçılık, toplumdaki bir dizi kurumsal, tarihi, kültürel ve kişilerarası uygulamaya dayalı bir ırkçılık türüdür. Toplumun her düzeyine nüfuz etmesi ve böylece ırksal eşitsizlikleri sürdürmesi nedeniyle en yaygın ırkçılık biçimlerindendir. Bu nedenle toplumu bir bütün olarak değerlendirir. Bir veya daha fazla sosyal veya etnik grubu başarılı olmak için daha iyi bir konuma getirir ve diğer grupları dezavantajlı duruma düşürür, böylece gruplar arasında eşitsizlikler gelişir ve ayrıştırmayı, öteki kılmayı sağlamış olur.
Elbette ırkçılık, bu türlerle sınırlı olmayıp, yaşamın her alanına sirayet eden zehirli hücrelere sahiptir. Geçmiş dönemde, Antik Yunan’dan günümüze modernite, ırkçılık ideolojisini yaymanın en önemli yolunu bilim ve felsefede bulmuştur. Öyle ki ırkçılığın en resmiyet kazandığı dönemlerin başında Aydınlanma Dönemi gelir. Dünyanın en bilinen düşünürlerinden olan Alman filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel, siyahilerin insanlığın yüzkarası olduğunu, Afrika’nın dünya tarihinin bir parçasını oluşturamayacağını söyleyerek, modernitenin ırkçılık değirmenine adeta su taşıdı. Yine bir başka Alman filozof olan Immanuel Kant da Afrika siyahlarının doğadan zeka almadıklarını savunarak, beyazların siyahlar üzerindeki egemenliğini meşru kılar.
Hegel ve Kant gibi dünyanın en önemli düşünürlerinin “siyahların köleliği” üzerinden ırkçılığı savunması tarihsel bir gerçekliği doğururken, yine adını tarihe not düşmüş olan Nelson Mandela’nın siyahlara yönelik mücadelesi ise ırkçılığa ve köleliğe karşı en önemli direnişi doğuruyor. Yine bu anlamda kapitalist moderniteye karşı ortaya koyduğu demokratik modernite ile adını dünyaya duyuran PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 25 yıldır İmralı’da köleliğe karşı direnişi sürüyor. Bu anlamda geçmişten günümüze modernitenin ürettiği argümanlara karşı, toplumun mücadelesi de kayda değer.
Yine tarihte ırkçılığıyla bilinen Alman Nazi ideolojisinin en çok ırkçılık uyguladığı, pogromlardan geçirdiği Yahudilerin, bugün Filistinlilere Siyonist ideoloji doğrultusunda ırkçı yaklaşımı da “üstün ırk” ideolojisinin doğurduğu tehlikeleri gözler önüne sermiş oluyor. Yine Türkiye’de Türklerin Kürtlere yönelik uyguladığı ve çok sayıda katliamla sonuçlanmış ırkçılığı da aynı ideolojinin farklı bir ırk tarafından sürdürüldüğünü gösteriyor. Modernite, Ortadoğu veya Avrupa ayrımı yapmaksızın ırkları birbirine düşman eder ve 8 milyarı aşan dünya nüfusunu, çeşitli savaş ve katliam yöntemleriyle istediği rakama indirir. Avrupa ülkelerinde mültecilere yönelik ırkçı saldırıların bir nedeni de budur.
Peki Türkiye’de ırkçılık ne boyutta? Gerek Avrupa gerekse de Ortadoğu açısından stratejik bir öneme ve coğrafik konuma sahip olan Türkiye, bir yandan Avrupa öte yandan ise Ortadoğu’daki egemen güçlerin adeta kuklası olarak kullanılıyor. Rakip sevmeyen ve güç gördüğü toplumu imha etmek için uğraş gösteren modernitenin, bu anlamda Türkiye’yi etkisi altına alması manidar. Modernite tarafından Türkiye’ye verilen en önemli rol şüphesiz ki Kürt düşmanlığı. Kürt düşmanlığını hat safhaya ulaştıran Türkiye, medyanın gücünü kullanarak tabanını genişletme çabasında. Ancak dijital çağ ve medya Türkiye’de nasıl kullanılıyor?
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte yaşamın kolaylaşacağı yanılgısı, bilimin ve endüstrinin iktidarın tekelinde olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesine yol açıyor. Gelişen teknoloji ile ırkçılık sadece fiziki bir saldırı değil, düşünsel bir saldırı halini de aldı. Öyle ki en çok dijital medya platformlarından artık ırkçılık kendini örgütler oldu. Kadına yönelik saldırılar, çocuğa yönelik saldırılar, azınlıklara yönelik saldırılar, dezavantajlı gruplara yönelik saldırılar, işçilere, emekçilere, dile, kültüre, sanata ve “yaşam”ın tüm alanlarına yönelik saldırılarda dijital medya en aktif rolü oynuyor.
Bazen bir haberin altına yapılan yorumlarda, bazen yaşanan kimi mağduriyetler üzerinden ırkçı saldırıları görebilmek mümkün. Elbette ki medya da bu ırkçılığın yayılması ve yaygınlaşmasında önemli bir rol oynuyor. Nasıl mı? Medya, kullandığı dil ile hedef gösterme, manipüle etme, algıları yönlendirme ve nefret söylemini yayabildiği gibi barışçıl bir toplumun inşasında da rol oynayabilir. Ancak bağımsız ve taraflılığını yitirerek iktidar tekeline girmiş günümüz medyasının oynadığı rol, ırkçılığı derinleştirmek ve toplumsal barışın inşasını önlemek.
Bu anlamda çağın en tehlikeli ve ölümcül ideolojisi olan ırkçılığa karşı toplumsal örgütlülüğü inşa etmek ve kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite etrafında güçlü bir duruş sergilemek elzem.