Resmi verilere göre -BİLE- 2023’te 66 bin çocuğa yönelik cinsel istismar soruşturması savcılara gitmiş, bunların sadece 14 bini davaya dönüşmüş! Politik bir araç olan devlet şiddetinin, eril şiddetin teşvik edilip uygulanması başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere toplumu hasta ediyor. Bütün bu acılar ve yaralanmalar çocuklar söz konusu olunca intiharlarla da kendini gösteriyor. Veriler, son iki yılda çocuk intiharlarının yüzde 40 oranında arttığını gösteriyor. İntihar eden çocukların çoğu kız çocukları. Kaynaklar, Son 6 ayda ise 32 çocuğun intihar ederek öldüğünü söylüyor
“Bir çocuğu yetiştirmek için koca bir köy gerekir, bir çocuğa tecavüzün cezasız kalabilmesi için de!.. İşte o köy, şimdi bütün bir dünya!” (Spotlight)
Şiddet belki de hiç bu kadar toplumsallaşmamıştı. Hiçbir dönem bu kadar şaha kalkmamıştı çünkü çürüme ve yozlaşma…
İnsan aklının almadığı boyutlar kazanarak sürüyor kadın cinayetleri, çocuk istismarları, işçi ve göçmen ölümleri. Hiçbir değerleri yok çünkü toplumun ikinci sınıf olarak nitelenen bireylerinin, hakkını savunmaktan aciz çocukların, bütün dezavantajlı grupların… Kaldırıp bir kenara atıveriyorlar, hatta kimi zaman kaldırmaya bile gerek duymuyorlar. Bıçakladıkları yerde, yaktıkları yerde, kurşunladıkları yerde binlercesinden milyonlarcasından vazgeçtikleri gibi vazgeçiyorlar, kurtuluyorlar onlardan…
Şiddet başımızı çevirdiğimiz her yerde. Çünkü şiddeti yaratan toplumsal eşitsizlikler her gün yeni vahşet örnekleri yaratarak hükmünü yürütüyor.
Şiddet, faşist iktidarlar eliyle bir varoluş ve egemenlik aracı olarak toplumun her anına ve alanına sistematik bir şekilde sızdırıldı/yerleştirildi. Sistemin toplumda yarattığı şiddet, her olayda biteviye ürettiği dil üzerinden birbirini doğurarak büyür. Öyle bir nokta gelir ki şiddet mi dili besliyor dil mi şiddete altlık oluyor karıştırırsınız. Alın işte son örnek: AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Narin cinayetini bile topluma sopa sallayacak bir vakaya dönüştürebildi; el birliğiyle üzeri örtülen cinayeti sorgulayanları “aile kurumumuzu hedef alıyorlar, izin vermeyeceğiz” diye tehdit etti.
Erkek devlet dili her zaman buyurgan, sınır çizen ve had bildiren oldu. Ayrımcılık ve ötekileştirme kadınların yüzlerce yıllık öldürücü yarası. Kadınları hiçe saymayı vazeden, onlara her türlü yaptırımı ve cezayı mübah gören politikalar altı çizilerek ne zaman hatırlatıldıysa ne zaman ötekileştirici şiddet dili en yetkili ağızlardan kusulduysa kadına yönelik şiddet arttı. Ne bu dili ne de bu politikaları ortaya atan yetkilileri bağlayan bir şey yoktu, üstelik itaat etmeyen, kendilerini bu politikalara uydurmayan kadınlar her şeyi “hak ediyorlardı”. Cezasızlık baş tacıydı!
Öncesi de bir yana, son 20 yıla damgasını vuran kadın düşmanı yasalar devlet şiddetinin en berrak suretiydi. Şiddet sadece dayakla, silahla, bıçakla tanımlanmaz! “Eşit değilsiniz, asla eşit haklara sahip olmayacaksınız” diye bas bas bağıran erkek devlet şiddeti psikolojik olarak yavaş yavaş öldüren şiddettir. Bu doğrultuda politik bir araç olan eril şiddetin ve inşa edilen politikaların toplumsal hayatın her köşesine yayılması şiddetin toplumsallaştırılmasıdır. Kadın düşmanı politikaların kadınların hayatları üzerinde tepinilerek uygulanması, erkek devletin aynı zamanda evdeki erkeğe verdiği mesajdır. Kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılması, “akılcılaştırılıp” yaygınlaştırılması bu sayededir.
“Kutsal aile”
Toplumu kadın üzerinden dizayn etme çabası, bunu kadını -ve çocukları- nesneleştirerek, erkek egemen sistemin ihtiyaçlarına cevap verdiği, ona “yararlı” olduğu ölçüde ve bu sınırlar içinde hareket etmesine izin verdiği tartışılmaz bir gerçek. Bu da bizi “kutsal aile”ye, her şeyi “aile değerleri”ne bağlamaya, her şeyi bu odaktan okumaya götürüyor: Aile varsa boyun eğmiş kadın var, aile yoksa kadın da yok olsun!
Faşist tahkimat çeşitli alanlarda güçlendirilmeye çalışıldı. Bunun diğer hepsini etkileyecek en önemli ayağı ise “kutsal aile”nin güçlendirilmesi “zorunluluğu”ydu. Özel mülkiyet sisteminin en küçük birimi olan aile içinde kadının konumu erkeğe mülkünün miras yoluyla devrini sağlayacak ve o mülkü büyütmesine katkıda bulunacak çocuklar doğurmaktır. Kadını değil aileyi merkeze koyan kadın düşmanı politikalar bu doğrultuda bütün topluma içirildi. Tarikatlar, vakıflar, cemaatlerde yaşanan taciz, tecavüz, istismarların normalleştirilmeye çalışılmasıyla atbaşı giden LGBTİ+lara karşı kin ve nefret toprağı sürekli canlı tutulmaya çalışıldı.
Kadın ancak erkeğin kölesi olduğu aile kurumuna sıkı sıkıya bağlıysa vardır. Kız çocukları da buna uygun olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini her gün üreten toplumsal şiddet mekanizmalarından geçmeye zorlanır. Geçebilirler mi, geçemezler! Erkek devlet baskısı, eril tahakküm yöntemleri canlarını almadığı koşullarda bile ömür boyu yaralanmış bir ruhla dolaşırlar.
4+4+4’le kız çocukları evlere hapsedildi, imam nikahı meşrulaştırıldı, evlilik yaşı düşürüldü, çocuğun istismarcısıyla evlendirilmesi yolunu yasal olarak da açma çabaları hız kazandı. “Kız çocukları 6 yaşında -daha sonra 9’a çıkardılar- evlenebilir” fetvaları binlerce çocuğun geleceğini kararttı. En ağır şiddet ve istismara uğrayan el kadar çocuklar için savcılar “rızası vardı” düşkünlüğünün arkasına saklanabildi. Sistem/işleyiş bunu gerektiriyor diye bellemişlerdi, kadının ve çocuğun esas olarak haz nesnesi olduğu ve kolaylıkla vazgeçilebilecekleri taa derinlere kadar işlemişti.
Her gün dört işçiyi aramızdan alan iş cinayetleri, kadına karşı erkek şiddeti, istismar edilen, kaybolan çocuklar, gözü dönmüş bir vahşetin aracı haline getirilen hayvanlar… Bir buçuk aylık bir bebek, annesinin sevgilisi tarafından uğradığı tecavüz nedeniyle bağırsakları patladığı için ölüyor, Tekirdağ’da henüz iki yaşında cinsel istismara uğrayan Sıla bebek hastanede yaşam mücadelesi veriyor.
Bugün geldiğimiz noktada toplumsal krizin boyutları da şiddetin toplumsallaşması da kendisini en fazla kadına dönük şiddet, cinayet, çocuk istismarı, cinsel saldırganlıktaki artışla hissettiriyor. Özgürlüklerinin ellerinden alınıp hayatlarının erkek egemen bir cenderede öğütülmeye çalışılmasından bitap düşmüş kadınlar, kime güvenip kime dayanacaklarını bilemeyen çaresizlik girdabındaki çocuklar… Hangi birini sayalım, Rabia Naz, Leyla Aydemir, Müslüme Yağıl ve son olarak Narin!
Diğerleri de kesif bir karanlık içinde bırakılarak bilinmezliğe terkedilen bu cinayetler de içinde olmak üzere Narin çocuğun öldürülmesiyle ortaya saçılan “kutsal” aile-AKP-tarikat pisliği hâlâ orta yerde duruyor. Çünkü, toplumsal çürümeye kaynaklık eden aşiret-cemaat-tarikat-parti ilişkileri sonucu katledildi Narin!
Çocuklar: Toplumsal şiddetin ilk eldeki hedeflerinden…
Erkek devlet, 2016’dan beri kayıp çocuk verisi yayınlamıyor. Rakamların yarattığı dehşet ve nedenlerin ortaya çıkışından duyulan korkunun önünü almak, çocuk hakları açısından çocuk güvenliğinin nasıl hiçbir şekilde sağlanmadığının görülmesinin örtülmesi için bu sakınganlık belli ki. İçişleri Bakanlığı verilerinden öğrendiğimiz kadarıyla son 10 yılda 105 bin çocuk kayboldu. Bu, yılda 10 bin çocuk demektir. Son 6 ayda 343 çocuk önlenebilir sebeplerle hayatını kaybetti, bu da günde 1 çocuk anlamına geliyor. Sadece bu da değil, yine son 10 yılda en az 700 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.
Çocuklar hakları olan varlıklar, bağımsız özneler değildir bu toplumda. Onlar üzerinde erkek aklın ve alışkanlıkların otoritesi tesis edilir. Cinsel nesne olarak işe yarayabilecekleri düşünüldüğünde istismara uğramaları, evlendirme adı altında satılığa çıkarılmaları, yeri geldiğinde katledilmeleri olağandır.
Çocuklara yönelik istismar, cinsel istismar ve şiddetin yüzde 80’i aileden biri tarafından gerçekleştiriliyor. Tokat gibi yüzümüze çarpmıyor ne yazık ki bu olgu, çünkü neredeyse hepimiz “ensest”in bu topraklarda ne kadar yaygın bir çürüme olduğunu biliyoruz. İstismarcıların yüzde 9’u çocukla aynı evde yaşıyor, babalar, dedeler, erkek kardeşler, dayı ve amcalar… Burjuvazinin kutsadığı aile tam bir tecavüz yatağı!
Aile içinde sessizlikle geçiştirilen, olağanlaştırılıp meşrulaştırılan bu tahammül edilmez göz yumma, bu suça ortak olma hali döngüyü hem tekrar tekrar üretiyor hem de gelecek nesilleri böyle şekillendiriyor. Kendimizi inandırmamız istenen “aile kutsaldır” nakaratı sadece bu mide bulandırıcı gerçekliğin palavra olduğunun altını çizmiyor, aynı zamanda insan olmaktan çıkışın ne kadar yakınımızda, adeta burnumuzun dibinde olduğunu da gözler önüne seriyor.
İHD İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu’nun raporuna göre, son 16 yılda 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yaptı. Cinsel suçların yüzde 46’sı çocuklara karşı işlendi, çocuğun cinsel istismarında Türkiye 3’üncü sırada.
Şiddeti Önleme ve Rehabilitasyon Derneği ve Acıbadem Üniversitesi Suç ve Şiddetle Mücadele Uygulama ve Araştırma Merkezi 2016 yılı Çocuk
İstismarı Raporu’na göre:
-Çocuk tecavüzlerinin sadece yüzde 5’i ortaya çıkıyor yüzde 95’i gizli kalıyor. Ensest vakaların ise ancak binde 1’i ortaya çıkıyor.
-Adliyelerdeki her 4 tecavüz davasından biri çocuklarla ilgili.
-Türkiye’de kadınların yüzde 45’i, erkeklerin yüzde 10’u çocukluklarında en az bir kez cinsel istismara maruz kalmış.
Adalet Bakanlığı’nın 2015 verilerine göre de yılda ortalama 17 bin istismar davası açılıyor, bu davaların yüzde 45’i mahkumiyetle sonuçlanmıyor! 2016’da Adli Tıp’a gelen çocuk cinsel istismar vaka sayısı 40 bin. Bunun sadece 13 bini ceza aldı, geri kalanı beraat etti.
Resmi verilere göre -BİLE- 2023’te 66 bin çocuğa yönelik cinsel istismar soruşturması savcılara gitmiş, bunların sadece 14 bini davaya dönüşmüş!
Politik bir araç olan devlet şiddetinin, eril şiddetin teşvik edilip uygulanması başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere toplumu hasta ediyor. Bütün bu acılar ve yaralanmalar çocuklar söz konusu olunca intiharlarla da kendini gösteriyor. Veriler, son iki yılda çocuk intiharlarının yüzde 40 oranında arttığını gösteriyor. İntihar eden çocukların çoğu kız çocukları. Kaynaklar, Son 6 ayda ise 32 çocuğun intihar ederek öldüğünü söylüyor.
“Sözün bittiği yerdeyiz” diye klişe bir deyim var. Yani “Öyle bir yere geldik ki, artık söylenecek bir şey kalmadı”yı anlatmak için kullanılan… Söz hiç bitmiyor oysa, hayat devam ediyor çünkü. Ve iyi ki bitmiyor söz, çünkü dil sadece şiddet dili olarak iş görmüyor. Birbirimizi anlama, başkalarına anlatma, ortak talepler etrafında örgütlenme, özgürlüğümüz için daha sıkı bir koşu tutturma doğrultusunda söz de dil de miadını doldurmadı henüz! Dünya dönmeye devam ediyor çünkü…