Kayıtdışı ve mevsimlik çalışma kayıtlarında çocuk emeği burjuvazi açısından “vazgeçilmez” bir yerde duruyor. 5–17 yaş arası en az 869 bin, kayıt dışı ve mevsimlik çalışma ile en az 2 milyon çocuk işgücü piyasasında esnek, güvencesiz, enformel istihdam biçimleriyle yer alıyor
“Eğitim, bedelini ödeyebilenlere ait olan bir şey; baskı onu satın alamayanlara karşı uygulanıyor…”
Eğitim meselesini konuşmaya başlamadan önce en sonda söyleyeceğimizi başta vurgulu tarzda söyleyelim: Eğitim sisteminin içeriğini belirleyen etken onun yüzlerce yıl içinde nasıl bir gelişim geçirdiğinden de bağımsız olarak ona (da) kılavuzluk eden egemen sınıfın ideolojik-politik düşünceleri ve siyasal ihtiyaçlarıdır.
“Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda egemen düşüncelerdir: Toplumun maddi egemen gücü olan sınıf aynı zamanda egemen fikrî güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf bu sayede aynı zamanda zihinsel üretim araçlarının da üzerinde denetim kurar; böylelikle zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşüncelerini de, genel olarak kendine tabi kılar. Egemen düşünceler egemen maddi ilişkilerin fikrî ifadesinden, düşünceler halinde kavranan egemen maddi ilişkilerden, yani bir sınıfı egemen sınıf yapan ilişkilerden başka bir şey değildir.” [Alman İdeolojisi, Karl Marx]
Çok gerilere gitmeden 1980 sonrasını göz önüne getirdiğimizde hep aynı sınıfsal amaçlar ve hedeflerle karşılaşırız. 1980 sonrası dünyada da Türkiye’de de neoliberalizmin şahlandığı yıllardır. Tıpkı üretimde esnekliğin hakim hale gelmesi gibi eğitimde de esnek ve bireyselleşmiş eğitim öndedir: Özelleştirme, eğitimin ticarileştirilmesiyle metaya dönüşen bilgi, performans odaklı rekabetçi kuşaklar yetiştirme, bireyciliğin ve köşe dönücüğlüğün geçerli akçe halini alması…
12 Eylül
Türkiye’nin bu tabloda hayli özgün bir yeri vardır. ABD emperyalizminin “Yeşil Kuşak” Projesi çerçevesinde Türkiye’ye biçilen rol, “Türk-İslam Sentezi”nin hayatın her alanına nüfuz ettirilmesinde atacağı adımlarda toplanmaktadır. Daha önceki DP, AKP ve MC hükümetleri dönemlerinde sistematik bir biçimde fakat kısmen sinsice atılan adımlara 12 Eylül faşist cunta döneminde hız verildi. Bu kesitte eğitim “milli birlik ve beraberliği sağlama”nın çimentosu olarak tanımlandı. Burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda iktidara el koyan cunta yönetiminin bugün “dindar ve kindar nesil yetiştirmek” hedefli adımları daha o günlerden atılmaya başlandı.
Burjuva devletin ideolojik aygıtı olarak eğitime daha kapsamlı bir yer verildiği yıllar bu yıllardır. YÖK kurularak devletin üniversiteler üzerindeki denetimi arttırıldı, milliyetçi-mukaddesatçı bireyler yetiştirme hedefine bağlı olarak din dersleri zorunlu hale getirildi.
Neoliberal dönüşüm eğitimde piyasa ilişkilerinin ve aktörlerinin (özel okullar, sınav sistemi, eğitim teknolojileri) artmasına neden olurken eğitimin içeriği de siyasal iktidarın ideolojik ihtiyaçlarına göre şekillendirildi; İmam Hatip’ler açılmaya, müfredat değişikliklerine gidilmeye başlandı. Bütün bu burjuva İslamcı “birikim”, dokuyu farklılaştırarak bugünlerdeki yapıyı inşa etmek için sergilenen çabaların ürünüdür.
Geliyoruz Bugüne…
2002 sonrası AKP döneminde eğitim kademelendirilerek İmam Hatip’lerin yaygınlaştırılmasına girişildi. Şimdilerde yeniden düzenlenip “ihtiyaca binaen” değiştirileceği söylenen ve 2012 yılında yürürlüğe sokulan “4+4+4 eğitim modeli” asıl olarak iki şeye yol açtı:
Devletin asıl amacı çocukların okulla bağlantısını mümkün olduğunca kopararak sermayenin ihtiyaç duyduğu çocuk işçi sayısını artırmak, yedek işçi ordusunu hazır tutmaktı, erkek çocukların payına düşen bu oldu. Kız çocukların ise “erken evlilik” adı altında okuldan koparılmasının yolları döşendi. 2015’ten başlayarak yapılan yasal düzenlemeler* kız çocuklarının hayattan ve okuldan alınıp eve hapsedilmesi, istismara ve ömür boyu tecavüze mahkum edilmesine yol açtı.
Evrim Teorisi’nin ders programlarından çıkarılarak Osmanlıca’nın eklenmesi gibi müfredat değişikliklerine gidilmesi de yine bu dönemdedir. 2017’de ortaöğretim ders programlarında “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” ve kadın haklarıyla ilgili bazı kazanımlar çıkarıldı veya daraltıldı. Bunun yerine ailenin öneminin altı baskın biçimde çizildi; “aile yapısının korunması, iffet, namus” gibi kavramlara daha fazla yer verildi. Yanı sıra zorunlu din dersi içerikleri genişletildi.
Anaokullarından başlayarak “eğitim” kategorisine sokulan her şey toplumsal dokunun burjuvazinin ve sermayenin lehine bozularak İslamcı çizgilerin baskın hale getirilmesidir. İçeriği yıllar içinde iyiden iyiye boşaltılan ve genç kuşakları yoksulluğun, işsizliğin ve geleceksizliğin kucağına atmaktır.
Çocuk Yoksulluğu ve Eğitim Hayatından Mahrumiyet
Öyle ki, bugün çocuk yoksulluğu ve eğitimden yoksunluk burjuva devletin resmi verilerinde dahi itiraf edilmek zorunda kalınıyor. Okula gitmesi gereken 1 milyon 584 bin çocuk eğitim hayatından mahrum!
Kayıtdışı ve mevsimlik çalışma kayıtlarında çocuk emeği burjuvazi açısından “vazgeçilmez” bir yerde duruyor. 5–17 yaş arası en az 869 bin, kayıt dışı ve mevsimlik çalışma ile en az 2 milyon çocuk işgücü piyasasında esnek, güvencesiz, enformel istihdam biçimleriyle yer alıyor. Binlerce çocuk mevsimlik tarım işçisi olarak başka kentlerde hayatta kalma mücadelesi verirken okula gitmesi gereken 1 milyon 584 bin çocuk eğitim hayatının dışında kalmaktadır. Özcesi, çocuk emeği gerek öğrenci-işçi gerek işçi statüsünde birikim rejiminin parçasına dönüştürülmüştür.
Mehmet Şimşek aracılığıyla piyasaya sürülen aslında IMF patentli OVP’de (Orta Vadeli Program) “Çalışmanın fazileti ve üretmenin toplumsal değeri, örgün eğitim sürecinin başlangıcından itibaren müfredata yansıtılacaktır” ifadesiyle dile getirildiği gibi çocuk işçiliğini eğitim politikaları aracılığıyla piyasayı kontrol eden sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenleniyor. Eğitimin (sektörünün) özelleştirilmesiyle eşgüdümlü olarak mesleki eğitim de sermayenin o kesitteki ve uzun vadeli ihtiyaçlarına göre kurgulanıp OSB’ler içinde meslek liselerinin açılması da aynı eğilimin göstergesidir.
MESEM’ler, Sözde “Çıraklık” Eğitimi
İSİG Meclisi’nin çocuk işçilerle ilgili raporuna göre çalışan çocukların sadece yüzde 65,7’si eğitimine devam edebiliyor. Milli Eğitim Bakanlığı, okulda olması gerekirken çalıştığını tespit ettiği ancak “ulaşamadığı” çocuk sayısını yaklaşık 440 bin olarak açıkladı.
Devlet eliyle eğitimin ve sosyal hayatın dışına itilen bu çocukların çoğu meslek öğrensin diye “çıraklık” adı altında merdiven altı atölyelerde çalıştırılıyor.
Staj adı altında bu çocuklar sermayenin hizmetine hayli erkenden sunuldu. MEB verilerine göre Türkiye’de adı sözde okul olan 293 meslek lisesi ve buraya giden 1 milyon 848 bin 236 öğrenci, yani “çocuk işçi” bulunuyor.
Şu anda ülke genelinde MESEM (Meslek Eğitim Merkezi) programına kayıtlı olan yaklaşık 1,5 milyon öğrenci var ve bu öğrencilerin 300 bine yakını 18 yaşın altında. MESEM’ler kapitalizmin ilk ortaya çıktığı yıllardaki gibi çocuk emeği sömürüsünün en açgözlü hali olarak karşımıza çıkıyor. Tıpkı Komünist Manifesto’da söylendiği gibi: “Her gün her saat, makineler, ustabaşı ve en çok da tek tek imalatçı burjuvaların kendileri tarafından köleleştirilirler. Bu zorbalık, amacının kazanç olduğunu ne kadar açık bir biçimde ortaya koyarsa o kadar aşağılık, o kadar tiksindirici, o kadar dayanılmaz olur.”**
Kısacası MESEM’ler emekçi çocuklarını daha baştan işçi olmaya mahkûm eden, kapitalist sömürü için ucuz yoldan ara eleman yetiştirmenin formülü olarak devreye sokuldu. Çocuk iş cinayetlerinin büyük çoğunluğunu eğitim kapsamında olmayan çıraklar, tarım, inşaat, motokurye, sokakta çalışan çocukların ölümleri oluşturuyor.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) 2024 raporuna göre 68 çocuk iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Çocuk işçi ölümlerinin yarısından fazlası tarım sektöründe. AKP’li yıllarda ise en az 787 çocuk işçinin çalışırken öldüğü kayıtlara geçti.
OECD’nin Eğitim Raporu Ne Söylüyor?
OECD’nin (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) 38 üye ülkeyi kapsayan eğitim raporu Türkiye’deki eğitim sistemi hakkında çarpıcı veriler sundu. Bu veriler yukardan beri söylediklerimizi doğrular nitelikte, dahası var. Eğitimin toplumsal bir ihtiyaç olmaktan çıkarılarak ticarileştirilmesi kadar okul öncesi eğitimden itibaren nasıl yerlerde süründüğünü gösteriyor.
Her yerde pıtrak gibi biten naylon üniversiteler “sayesinde” yükseköğretim oranı yüzde 9’dan yüzde 40’a çıktı. (istihdam-issizlik) Gecekondu üniversitelerde eğitimin kalitesi alabildiğine düştü, diplomalı işsizlerin sayısı her yıl her ay açıklanan rakamların da gösterdiği gibi çığlaştı.
Yüksek öğrenimde durum buyken ilkokul öncesi anaokuluna giden çocuk sayısı Türkiye’de oldukça düşük. 3 ila 5 yaş grubu çocukların yüzde 41’i anaokuluna kayıt yaptırıyor oysa OECD ülkeleri içinde bu oran yüzde 83!
Verilere göre Türkiye, öğrenci başına ortalama 5 bin 743 dolarlık yıllık harcamayla 36 ülke içinde 34. sırada yer alıyor. OECD ülkelerinde öğrenci başına ortalama harcama ise 11 bin 990 dolar.
Bu verilerde Türkiye’nin ilk sırada geldiği tek bir başlık var. Türkiye’de ilk ve orta dereceli okullardaki eğitim harcamalarında özel sektörün (patronların) payı OECD ülkeleri içinde ilk sırada geliyor. Burjuvazi ‘kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez’ kafasıyla kendi ihtiyaçları doğrultusunda bu alana yatırım yapmaktan haliyle geri kalmıyor.
İlkokuldan Yükseköğrenime, Çıraklıktan Çocuk İşçiliğe Kadar…
İlkokula başlama maliyetlerinin bile bir yılda yüzde 56’lık bir artışla 33 bin liraya yükseldiği koşullarda eğitim masrafları doludizgin koşuyor. Yani 7 yılda maliyetler yüzde 1074 artmış. Eğitimin niteliğinin yerlerde sürünmesi, kız ve erkek ortaokulları açılarak karma eğitim yolundan sapılması, ‘yeni maarif modeli’, ÇEDES (‘Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum’) adı altında gericiliğin at koşturmasının taşları döşenmiş durumda. El kadar çocuklar karanlığın pençesinde debeleniyor. Aç karnına gidilen pislik içindeki okullarla, el yakan kantin fiyatlarıyla, öğretmen açığıyla bir neslin geleceği burjuvazinin çıkarları doğrultusunda heba ediliyor.
Yoksullukla boğuşan yığınlara ve evlatlarına eğitime ne kadar önem verildiği ve gençlerin geleceği için hangi adımların atıldığı palavralarını atıp durdular. Gerçekteyse bugün genç yığınlar barınma, geçim kaygıları, güvencesizlik ve geleceksizlik batağında debeleniyor. Üniversiteler bilimden koparılmış, öğrenciler müşteri haline getirilmiş, yurtlar tarikatlara teslim edilmiş durumdadır. Yüksek öğrenim gençliğine dayatılan kader diplomalı işsizlik, taşeron kölelik ve umutsuzluktur.
Anadilde, eşit, bilimsel ve parasız eğitim talebi 12 Eylül’lü, YÖK’lü yıllardan beri gençliğin değişmez hedefi olmaya devam ediyor. Ortaöğrenimden, yükseköğrenimden, işçi gençlikten… her kesimden gençlerin mücadelesiyle kazanılacak mevzilerdir bunlar.
2025 Türkiyesi’nde Yerlerde Sürünen Eğitim ve 154 Yıl Öncesi…
Oysa daha ilkokul sıralarından başlayarak adımlamaya çalıştıkları yol, eğitimin dışına düşmek, okuldan kopmak ve bir sömürü nesnesi haline getirilmekle sonuçlanır genelde. “Eğitimin de bir insan hakkı olduğu” hatırlanmaz bile, çocuk haklarından falan asla söz edilmez. Onlar sistemin, devletin kölesi haline getirilmeye çalışılır çoğunlukla. İnsan düşünmeden edemiyor; nerede 2025 Türkiyesi, nerede 1871 Fransız Komünü’nde yeni bir dünya kurma işine girişenlerin çocuklar ve geleceğin kuşaklarının eğitimi için sadece 72 günde yapıp ettikleri:
‘Eksiksiz İnsanlar’ Olabilsinler Diye…
“Eğitimi dönüştürme işine girişen Komünarların attığı ilk adım, öğrencilerin üçte birinin dini okullara gittiği, üçte birinin de hiçbir okula gitmediği bir şehirde Katolik Kilisesi’nin okullar üzerindeki boğucu baskısını kırmak olur. Bütün kilise okulları kapatılıp okul binaları ve çevresinden bütün haçlar, heykeller ve dini ikonlar kaldırılır.
Kreşlerden başlayarak çocuklara çok yönlü bilgi ve beceriler kazandırmayı amaçlayan politeknik bir eğitim sistemini yaşama geçirir. Kafa ve kol emeği ile sanatsal ve zihinsel emek arasındaki ayrımları ortadan kaldırmaya yönelir.
Geleceğin yetişkinleri çocuklar en mutena yere yerleştirilir ve onların hayatı titizlikle, adeta ilmek ilmek dokunur. Bugün Fransa’da hâlâ yürürlükte olan kreşler sistemi ilhamını Komün’den alır. Geleceği biçimlendirmek için her şey düşünülmüştür: ‘Asla siyah ve koyu renkli elbiseler giymemeleri gereken bakıcılar, tek bir işle uzun süre uğraşmaktan bıkmasından veya yorgun düşmesinler diye, ‘çocuklara mümkün olduğunca sadece neşeli ve genç kadınların bakması önemli olduğu için’ dönüşümlü olarak çalışacaklardı. İşçi sınıfı mahallelerinde, fabrikaların yakınlarında dört bir yana kreşler yapılacaktı; dinle ilgili her şey çıkarılıp yerlerine hayvanlar ve ağaçların resim ve heykelleri hatta küçük çocukların ‘en büyük illeti’ olan sıkıntıyla baş etmeye yönelik ‘kuşlarla dolu bir kuşhane’ konacaktı.
Komün’ün okul eğitimi ile ilgili yaklaşımlarının önemli bir bölümünün temelinde, ‘bütünsel eğitim’ kavramı vardı: ‘Çocuk küçük yaştan itibaren okul ile atölye arasında gidip gelebilmelidir… Bir aleti ustaca kullanan biri kitap da yazabilmeli, hem de tutkuyla, bütün yeteneğini sergileyerek yazabilmelidir… Zanaatkar gündelik işlerine mola verip sanatsal, edebi veya bilimsel kültürle ilgilenebilmeli, bu yüzden üretici olmayı bırakmak zorunda kalmamalıdır.’ Buradaki fikir, ‘eksiksiz insanlar olabilsinler, yani sadece elleriyle değil kafalarıyla da üretebilmek için bütün yetilerini kullanabilsinler’ diye çocukların bütün yeteneklerini aynı anda geliştirmekti.”***
Son Not:
(*) Dini nikaha ceza verilmesi kaldırıldı. “Çocukların cinsel ilişkiye rıza yaşının 15’ten 12’ye indirilmesi”nin önü açıldı. İstismar failinin çocukla 5 yıl boyunca “sorunsuz ve başarılı bir evlilik” sürdürmesi halinde denetimli serbestlik önerisi getirildi. 2016’da yine yasa maddelerinde değişiklik yapılarak 12 yaş ve altındaki çocuklara karşı işlenen suçlarda en üst sınırdan ceza verileceği belirtilirken, rıza yaşı fiili olarak 12’ye indirilmiş oldu. Sadece 2002-2017 yılları arasında 440 bin çocuk, istismar sonucu hamile kaldı. Resmi rakamlarla bile 18 yaşının altında aile onayıyla evlendirilen 1 milyona yakın kız çocuğu anlamına geliyor bu.
(**) Kansu Yıldırım, Evrensel, 12 Eylül 2025
(***) Ortak Lüks, Paris Komünü’nün Siyasi Muhayyilesi, Kristin Ross, Metis Yayınları