Dilek Başalan
11 Mayıs 2011 yılında İstanbul’da imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülke Türkiye oldu. Kasım 2011 yılında meclis onayıyla yürürlüğe girdi. Fakat kadınlar için çok önemli olan bu sözleşme kadınlar için uygulanmadı. Yıllarca uygulanması için eylemler, yürüyüşler yaptık ve siyasi bir kararla İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kaldırıldı
Kadın cinayetleri önlenebilir-engellenebilir iken sistematik ve kendini tekrar eden bir biçimde artıyor; süreklileşen, kendini tekrar eden ve engellenmeyen buna dönük hiçbir adımın atılmaması bize kadına yönelik şiddetin ve bunun devamı olan kadın cinayetlerinin devletin politikasıyla derinleştiğini ve sistematikleştiğini göstermektedir. Yani kadın cinayetlerinin devletin politikalarıyla sistematikleşmesi bir noktadan sonra devletle bütünleşen ve politikası haline gelen kadın kırımı haline gelmektedir. AKP-MHP iktidarı süreci kadın cinayetlerini değerlendirirken kadın kırımı kavramına değinmek yararlı olacaktır. Çünkü kadın katliamlarının salt AKP-MHP iktidarı ile başlamadığını, tarihsel sürece baktığımızda ataerkinin, erkek-devletin kadını kapatma, yaşamına sınır çizme bunların gereği olarak da şiddet uygulama üzerinden kendini oluşturmuştur. Bu noktada sistematikleşen kadın cinayetlerinin kadın kırımı haline gelmesi ataerkinin, devletin bir politikası durumuna gelmiştir.
Kadın kırımı (femicide) kavramı, 1801 yılında kadın cinayetleri için kullanılmıştır. 20. yüzyılda feminist hareketin içinde çok yer almaya başlar ve kadın cinayetlerini daha derin daha köklü araştırmaya başlar. Bununla birlikte kadınların yüzyıllardır sistematik bir şekilde katledilmesinin kırım olduğunu ortaya koyar. 1976 yılında Brüksel’de Kadına karşı şiddet konulu Uluslararası Tribünal’de Diana Russell bu kavrama siyasal bir içerik kazandırır. Anne karnında cinsiyeti kız olduğu için alınan ceninlerden, cadı avlarına; namus ve aşk adı altında işlenen cinayetlere kadar birçok olayın kadın kırımı kapsamında ele alınması gerektiği ortaya koyar. Russell 1992’de Femicide: The Politics of Woman Killing (Kadın Cinayeti: Kadın Öldürme Siyaseti) adlı kitabında Jill Radford ile birlikte ‘femicide’i basitçe “the misogynist killing of women by men” (erkeklerin kadın düşmanlığıyla kadınları öldürmesi) olarak tanımladıklarını söyler (2012, s.3). Birleşmiş Milletler Akademik Çalışmalar Birliği (UNSA) femisid ve/veya cinsiyetle ilintili diğer cinayetleri “bir kadını kadın oldu- ğu veya bir kızı kız olduğu için öldürmek” olarak tanımlamaktadır.
Son 22 yılda Türkiye’de çok ciddi değişimlere tanık olduk. Bir siyasal rejim değişikliği söz konusu ve bu değişen politika ve zihniyet kadını yok saymış ve kadının kendini gerçekleştirmesinin önüne türlü engeller koymak gibi birçok şeyi kurumsal yapılarıyla önümüze getirmiştir. Değişen siyasi rejimde kadına karşı bakış açısı gittikçe daraltıldı, “aile” içine mahkum edildi. Yüzyıllardır kapatılma ile mücadele ederken bu dönemde yeniden varlık mücadelesine girmiş bulduk kendimizi. 11 Mayıs 2011 yılında İstanbul’da imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi’ni ilk imzalayan ülke Türkiye oldu. Kasım 2011 yılında meclis onayıyla yürürlüğe girdi. Fakat kadınlar için çok önemli olan bu sözleşme kadınlar için uygulanmadı. Yıllarca uygulanması için eylemler, yürüyüşler yaptık ve siyasi bir kararla bir gece İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kaldırıldı. Kadın kırımı yaşanan bir ülkede kadınların resmi dayanağı olan bu uluslararası sözleşme artık yoktu. Elbette kadın hareketinin her zaman alternatifi kadın mücadelesiydi. Sokakları terk etmeyerek, haklarımıza sahip çıkarak, kendimizi gerçekleştirerek kendimizi, özümüzü savunur halde olduk.
Kadın hareketi olarak kadın cinayetlerine veri olarak yaklaşmamakla birlikte bazı hakikatleri göstermek için çeşitli raporlar hazırlanır ve yayınlanır. Bu raporlarda kadın cinayetlerinin hızla artmış olması hatta bunlara; intihara sürüklenen kadınların ya da kaybedilen kadınların da eklenmiş olması kadın kırımının en somut örnekleridir. Özel savaş politikalarının günbegün arttığı Kürdistan’da özellikle 2015 yılından bu yana çok ciddi kadın katliamları yaşanmıştır. Üniformalı şiddet, faillerin belli olduğu fakat cezalandırılmadığı onlarca davayı hepimiz gördük ve takipçisi olduk. Diyarbakır Şiddetle Mücadele ağı bölgede yaşanan birçok kadın cinayetini raporlaştırarak kadın kırımının birçok alanda nasıl uyguladığını ifşa etmiştir. Buna benzer kadına karşı şiddeti raporlayan-yayınlayan birçok kadın örgütü ve ağlar mevcuttur.
Erkek şiddetinin bu denli artmasının kendini var etme biçimini görmezden gelemeyiz. Bu var etmenin dayanağı ataerki sistemdir. Kadını ‘koruyan’ bir yasa sistemi ve politikası olduğunu iddia etse de bunun sözde var olduğunu kadına karşı şiddete görmezden gelindiğini hatta süreklileştiren cezasızlığın olduğunu biliyoruz. Erkekliğin, cinsiyetçiliğin kurumsallaştığı bir süreci yaşıyoruz. Şiddetin meşrulaştığı ve faillerle onları koruyan sistem arasında çok ciddi bir ittifak söz konusudur. Bu ittifaklar ve erkekliği koruyucu mekanizmalarıyla güçlendiriyor ve her gün karşımıza kadın cinayeti olarak çıkıyor. Boşanmak isteyen kadınlar tehditlerle evliliğine devam etmek zorunda kalabiliyor, 6284 sayılı kanundan yararlanmak isteyen kadınlar kolluk tarafından keyfi uygulamalarla geri gönderiliyor. Şiddet başvurusu alan kadın derneklerinin raporlarına baktığımızda; kolluğa, savcılığa şikayette bulunulmuş fakat süreç, kadını korumaktan ziyade çoğu zaman kadının öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Sistemde bu kadar boşluk olmasının tek bir nedeni vardır o da devlet politikası olarak şiddeti engellememek. Aile içerisindeki şiddeti görmezden gelen sistem aileyi kutsayan, erken yaşta evlilikleri teşvik eden paketler hazırlayan bir durumdadır. Kadına karşı şiddet bir toplumsal sorundur fakat toplumsal çözümler sunulmamaktadır. Toplumsal çözüm kadın hareketinin ta kendisidir. Bu hakikati bilerek erkek devletten bir beklenti içerisinde olmaktansa kendi çözümlerimiz için politikalar geliştirmeyi tercih edip kadın mücadelesini her alana yaymak yaşamın kendisi haline getirmektir. Kadın katliamları bu kadar görünürse ve kadın mücadelesi her an artıyorsa bunun sebebi 21. yüzyılın kadın yüzyılı olacağını iddia eden kadınlardır. Kadınlar; AKP-MHP iktidarının kadın politikalarını da tarih boyunca kadını yok sayan, kapatan tüm dönemleri çok iyi tanımakta ve sahip olduğu deneyim ve mirasla bu güce sahip olmuştur. Kadın kırımına karşı yükselen ve büyüyen bir kadın hakikati vardır. Kadın özgürlük mücadelesi ve bilinci her mekanı her alanı kaplamaktadır. Bunun en somut halini son zamanlarda “Jin Jiyan Azadî” felsefesine artan saldırılarla görebiliriz. Kadın hareketi güçlendikçe erkek egemen sistem saldırı yöntemlerini genişletmekte, kadınları tahakküm altına almayı hedeflemektedir. Kadınlar; kadına karşı şiddetin toplumsal çözümü için hem yerellerde hem de uluslararası ağlarda birleşiyor ve kadın direnişini dünyaya yayıyor. Bu direniş ve haklı olma halimiz ile kadın düşmanı politikalar kaybedecektir.
Kaynak: