Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Şîrê Qehrê: Çocuklar Kahrın Sütünü İçmeye Devam Ediyor

Gulan Önkol Gulan Önkol
27 Temmuz 2025
Yazı
0
Şîrê Qehrê: Çocuklar Kahrın Sütünü İçmeye Devam Ediyor
0
SHARES
207
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

“Çiçek, Nihat’ın ölümünden bir süre sonra doğdu. O biraz zayıftır, zarif bir vücudu var. Akrabalar hep derdi: ‘O şîrê qehrê (kahrın sütünü) içmiş.”

Silopi’de katledilen Nihat Kazanhan’ın annesinin ağzından dökülen bu söz, kişisel bir yastan öte, bu coğrafyada çocuk olmanın anlamını özetleyen bir toplumsal hafızadır. “Kahrın sütüyle” büyüyen çocuklar, yalnızca annelerinin acısını değil, Kürdistan’da yıllardır yürütülen yok saymanın, adaletsizliğin, yaşam hakkı gaspının izlerini taşımaya devam ediyor. 12 yaşında sokakta oyun oynarken polis kurşunuyla vurularak öldürüldü Nihat. Olay açıkça kayıt altındaydı ancak yargı süreci bir kez daha adaleti değil, devletin cezasızlık politikasını korudu; olayın failine indirime gidildi.

Ancak Nihat yalnız değildi. Rozerîn Çukur, Ceylan Önkol, Cemile Çağırga, Uğur Kaymaz, Berkin Elvan, Medeni Yıldırım… Her biri faili korunan, delilleri görmezden gelinen, davaları sürüncemeye bırakılan çocuklardı. Her biri devletin dokunulmaz kalkanıyla örtülmüş ölümlerdi. Çocuklara yönelen bu sistematik şiddet karşısında cezasızlık, yalnızca adaletin yokluğu değil, bir tür devlet politikasına dönüşmüş durumdadır. Failin kamu görevlisi olduğu her vakada ya soruşturma izni verilmedi, ya dosyalar takipsizlikle kapatıldı ya da göstermelik cezalarla geçiştirildi. Devletin elindeki silah, hukukun gözünde çoğu zaman masum kaldı.

2000’li yıllardan itibaren Türkiye’de çatışmalı bölgelerde yaşayan çocuklar, çok boyutlu ve ağır hak ihlalleriyle karşı karşıya kaldı. Özellikle yaşam hakkı, bu dönemde en sık ve en vahim şekilde ihlal edilen temel hakların başında gelmektedir. Evlerine düşen mermiler, oyun oynadıkları alanlarda patlayan mayınlar ya da zırhlı araçların çarpması sonucu birçok çocuk hayatını yitirdi. Bir çocuğun oyun alanında ölmesi, yalnızca ailesini değil, toplumun bütün vicdanını derinden yaralayan bir travmadır.

Özellikle 2006 yılında dönemin yetkililerinin kullandığı “çocuk da olsa gereği yapılır” ifadesi, devletin çocuklara yönelik yaklaşımında bir kırılma anıydı. Bu söylem, güvenlik politikalarının çocukları da hedef aldığı yeni bir dönemin kapısını araladı. 2015 sonrası kent merkezlerinde yoğunlaşan çatışmalarda çocuklar yalnızca şiddetin mağduru olmakla kalmadı; aynı zamanda hayatta kalmalarına rağmen gözaltına alındılar, tutuklandılar ve kriminalize edildiler.

Eğitim hakkı da bu süreçte ağır bir darbe aldı. Özellikle Sur ilçesinde bulunan okullar uzun süre kapalı kaldı. Çocuklar, psikolojik destekten mahrum bir şekilde evlerinden uzak bölgelere taşınarak eğitimlerini sürdürmek zorunda kaldı. Bu durum yalnızca eğitimin aksamasına değil, çocukların sosyal bağlarının kopmasına ve yas sürecini sağlıklı bir şekilde yaşayamamalarına da neden oldu.

Sağlık hakkı da benzer şekilde ihlal edildi. Zorunlu göç eden ailelerin yerleştirildikleri bölgelerde temel sağlık hizmetlerine ulaşmakta yaşadıkları zorluklar, çocukların bedensel ve zihinsel gelişimini olumsuz etkiledi. Birçok bölgede oyun alanları, patlayıcı maddeler, savaş artıkları ya da mayınlar nedeniyle çocuklar için hayati tehlike taşıyan yerlere dönüştü. Bu tehlikelerin yol açtığı can kayıplarının en çarpıcı örneklerinden biri Ceylan Önkol’un trajik ölümüdür.

Bu hak ihlallerini yalnızca bireysel olaylar olarak değil, sistematik bir politikanın ürünü olarak değerlendirmek gerekir. Hak kaybı yaşatılan çocuklar aynı zamanda görmezden gelinen bir adaletsizlik düzeninin tanıklarıdır. Bu ihlallerin çocukların bugünkü hayatları kadar gelecekteki gelişimlerine de derin etkiler bıraktığı açıktır. Güvenli yaşam alanlarına erişememeleri, oyun ve eğitim haklarının ellerinden alınması, onları sadece mağdur değil, hakikatin üzeri örtülmüş bir adalet sisteminin sessiz taşıyıcıları hâline getirmektedir.

Hafıza Merkezi’nin 2022 yılında yayımlanan Kürt illerinde Çocukların Yaşam Hakkı İhlalleri’ne yönelik “Ölmeselerdi Arkadaşımız Olacaklardı” adlı raporu, Kürdistan’da çocukların doğrudan ya da dolaylı biçimde maruz kaldığı yaşam hakkı ihlallerine odaklanmaktadır. Çatışma, savaş artıkları ve kamu gücünün kullanımı nedeniyle bu 20 yıllık süreçte en az 385 çocuğun öldürüldüğü, 850 çocuğun yaralandığı belirtilmiştir. Veriler yalnızca belgelenmiş vakaları kapsamakta; gerçek sayıların daha yüksek olma ihtimali de dile getirilmiştir. 2000–2005 yılları: OHAL sonrası kırsalda yoğun mayın ve patlayıcı kaynaklı ölümler, 2006–2009 yılları: Şehir merkezlerinde, toplumsal olaylar sırasında ve zırhlı araç çarpmaları sonucu çocuk ölümleri, 2010–2014 yılları: Çözüm süreci döneminde dahi Roboski Katliamı gibi olaylardaki çocuk ölümleri, 2015–2016 yılları: Cizre örneğinde olduğu gibi, kent içi silahlı operasyonlarda çocuklar doğrudan hedef alınmıştır. Bu dönemde 136 çocuğun öldüğü, 199’unun yaralandığı, 2017–2020 yılları: Zırhlı araç vakaları ve sınır ötesi operasyonlarla bağlantılı çocuk ölümlerinin olduğu belirtilmiştir.

Rapor, çocukların yaşam hakkının sistematik biçimde ihlal edildiğini ve bu ihlallerin büyük ölçüde cezasız kaldığını ortaya koymaktadır. Bu ölümler çoğu zaman “kaza” ya da “sürüş hatası” olarak değerlendirilmiş, kamuoyuna yansıtılan bilgilerle çocuğun sorumlu olduğu algısı oluşturulmuştur. Olayın faili kurumlar bizzat soruşturmanın yürütücüsü olmuş; bu da beraberinde delilleri karartmayı getirmiştir. Örneğin, 2017 yılında Şırnak’ın Silopi ilçesinde zırhlı polis aracı evin duvarını yıkarak içeride uyuyan 7 yaşındaki Muhammed ve 6 yaşındaki kardeşi Furkan Yıldırım’ın ölümüne neden olmuştur. Olayın akabinde zırhlı araç hemen olay yerinden götürülüp, olayla ilgili açılan davada kamu görevlileri hakkında etkin bir soruşturma yürütülmemiş; cezasızlık politikası bir kez daha kendini göstermiştir.

Türkiye, 1995 yılında taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni kabul etmiş bir ülke olmasına rağmen, sözleşmenin tam anlamıyla hayata geçirilmesine engel olacak şekilde, özellikle kültürel ve dilsel haklara dair maddelere çekince koymuştur. (Madde 17: çocuğun çeşitli bilgi kaynaklarına ulaşma hakkı; Madde 29: eğitimin çocuğun kimliği, dili ve değerleriyle uyumlu olması; Madde 30: azınlık ya da yerli halklara mensup çocukların kendi dilini, kültürünü yaşatma hakkı.) Türkiye tarafından “anayasa ve ulusal birlik” gerekçesiyle sınırlandırılmıştır. Bu çekinceler, başta Kürt çocukları olmak üzere, milyonlarca çocuğun anadilinde eğitim, iletişim ve kimlik hakkını fiilen ortadan kaldırmaktadır. Böylece çocuklar yalnızca fiziksel şiddetin değil, kültürel inkârın da hedefi hâline gelmektedir. Aynı zamanda çok katmanlı bir şiddet sarmalının içine alındıklarını görmekteyiz.

Toplumsal barışın yeniden konuşulduğu günümüzde barış, sadece silahlı çatışmaların sona ermesiyle değil, aynı zamanda geçmişte yaşanan ihlallerle yüzleşilmesiyle anlam kazanır. Özellikle çatışmalı dönemlerde yaşam hakkı ihlal edilen çocuklar söz konusu olduğunda bu yüzleşmenin sorumluluğu çok daha ağır ve derindir. Çocukların hedef hâline gelmesi, yalnızca hukuki ya da politik bir mesele değil, aynı zamanda ahlaki ve vicdani bir sorundur. Bu nedenle barış, ancak çocukların yaşam hakkı etrafında şekillenmiş bir adalet anlayışıyla inşa edilebilir.

Çatışmaların ve savaşın en ağır yükünü taşıyanlardan biri olan çocuklar, çoğu zaman hem yaşadıkları travmalar hem de maruz kaldıkları sistematik ihlallerle görünmez kılınırlar. Oysa barış süreçlerinin gerçek anlamda sürdürülebilir olabilmesi, yalnızca silahların susmasıyla değil, toplumsal iyileşmenin sağlanmasıyla mümkündür. Bu noktada onarıcı adalet, sadece failin cezalandırılmasını değil; mağdurun ihtiyaçlarının görünür kılındığı, toplumsal bağların onarıldığı, tarihsel zararların tanındığı bir adalet anlayışını devreye sokar. Türkiye özelinde, özellikle Kürt çocuklarının kriminalize edildiği, Terörle Mücadele Kanunu gibi baskıcı yasal düzenlemelerle haklarından mahrum bırakıldığı bir zeminde, onarıcı adaletin zaruri ve dönüştürücü bir işlevi vardır.

Onarıcı adaletin merkezine çocukları koymak, onların sadece korunacak bireyler değil, toplumsal inşanın kurucu öznesi olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Çocukların bu sürece yalnızca tanık ya da mağdur olarak değil, katılımcı ve dönüştürücü birer aktör olarak dahil edilmesi gerekir. Sanat, psiko-sosyal çalışmalar, çocuk meclisleri gibi araçlar, çocukların duygu ve düşüncelerini ifade edebileceği, iyileşmekten öte yaratıcı üretimle toplumu dönüştürebileceği güçlü alanlar sunar. Bu araçlar sayesinde çocuklar, yaşadıkları travmalarla başa çıkmakla kalmaz; aynı zamanda geleceğin adalet ve barış zeminine dair söz üretirler. Onarıcı adalet, tam da bu nedenle yalnızca bir yargı pratiği değil, bir toplumsallaşma sürecidir.

Barış süreçlerinin kalıcı ve toplumsal hâle gelebilmesi için sadece diplomatik masalarda değil, mahallelerde, okullarda, atölyelerde, adliyelerin dışında gelişen yaşam alanlarında da inşa edilmesi gerekir. Çocuklarla yapılan yaratıcı çalışmalar, onların sesiyle şekillenen kamusal hafıza ve yeni bir adalet tahayyülünün filizlenmesine katkı sunar. Bu katkı yalnızca geçmişle yüzleşmeyi değil, bugünün aktörü, yarının etkin inşacısı kılar çocukları. Çocukların meclislerde, yerel yönetimlerde, eğitim süreçlerinde ve kültürel üretim alanlarında doğrudan söz hakkı olması, toplumsal barışın toplumsallaşması açısından vazgeçilmezdir.

Bu bağlamda barış süreçlerinde benimsenmesi gereken adalet anlayışı, klasik ceza adaletinden çok daha fazlasını gerektirir. Onarıcı adalet, sadece suçlunun cezalandırılması değil; aynı zamanda hak ihlaline uğrayan çocukların zararlarının kabul edilmesi, toplumsal hafızanın onarılması ve geleceğe dair yeniden güven inşa edilmesi sürecidir. Çocukların yaşam hakkına yönelik ihlallerde bu yaklaşım, devletin ve toplumsal yapının sorumluluklarını yeniden tanımlaması bakımından büyük önem taşır. Çocukların yaşam hakkı yalnızca biyolojik varlıklarının korunmasıyla sınırlı değildir. Bu hak, onların güvende, şiddetten uzak, sağlıklı ve onurlu bir yaşam sürebilme kapasitesini de içerir. Barış süreçlerinde bu hakkın tanınması sadece geçmişte yaşanan ölümlerle yüzleşmek değil, aynı zamanda çocukların geleceğini koruyacak sosyal, hukuki ve politik mekanizmaları inşa etmeyi de zorunlu kılar. Eğitim politikalarından şehir planlamalarına, güvenlik politikalarından adli süreçlere kadar her alanda çocuk odaklı bir perspektif geliştirilmeden gerçek bir barış kurulamaz.

Sonuç olarak, onarıcı adaletin başarısı, faillerin cezalandırılmasından çok daha fazlasını içerir. Bu yaklaşım, hak ihlaline uğrayanların ihtiyaçlarını tanıyan, yaşananları tarihsel bağlamda anlamlandıran ve toplumsal ilişkileri yeniden kuran bir zemindir. Çocukları özne olarak gören bu yaklaşım, yalnızca bir adalet anlayışı değil, aynı zamanda demokratik ve çoğulcu bir barış kültürünün temelidir. Adaletin yalnızca mahkeme salonlarında değil, yaşamın tüm alanlarında inşa edilmesi gerektiği gerçeğiyle, barışın toplumsal ve kalıcı hâle gelebilmesi için çocukların sesini, varlığını ve katkısını esas alan bir yol haritasına ihtiyacımız var.

Özlem duyduğumuz toplumsal barışın inşası, belki de öldürülmeden önce Cemile’nin defterine yazdığı şiirde saklıdır:

Erir tepelerde kar
Gümüş dereler akar
Birikir bir göl olur
Göl mavi bir aynadır
Ormanlarda saklanır
Ağaçlar onu korur

Etiketler: Cemile ÇağırgaCeylan ÖnkolÇocukçocuk cinayetleriÇocuk haklarıÇocuk hakları sözleşmesiÇocuk istismarıÇocukların Yaşam HakkıRozerîn ÇukurSayı 126Uğur Kaymaz
Önceki İçerik

Çiçekli Elbise

Sonraki İçerik

Tawsî Meleğin Mekânı Şimdi Daha Özgür

Sonraki İçerik
Tawsî Meleğin Mekânı Şimdi Daha Özgür

Tawsî Meleğin Mekânı Şimdi Daha Özgür

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.