Savaşta, ekonomik krizde ve her sıkıntılı durumda ağır bedeli ödeyen kadınların payına bu torba yasayla da yine istihdam dışına itilme, ekonomik özgürlüğünden yoksun bırakılma, ucuz-güvencesiz- kuralsız çalışma ve emeklilik hakkına erişememe düşüyor
Sanayi devrimi öncesi 14. yy'da Çin Seddi, Mısır Piramitleri gibi büyük yapıların inşasında emekçilerin kölelik çalışma koşulları torba yasayla geri dönüyor gibi.
Yeni düzenleme ile işverenler, işçilere yapacakları Belirli Süreli İş Sözleşmesi sonucu sigorta pirimi yatırmayacaklar. İşçiyi 30 gün çalıştırma zorunluluğu da yok, maaş değil sadece çalıştırdıkları günler için ödeme yapacaklar. Böylece sözleşmeli olan ve tam zamanlı çalıştırmadıkları işçiye tazminat ödeme 'yükünden' de kurtuluyorlar. İşçi sınıfı kavramı onlar için artık tehlike değil kölelik düzeni…
12 Eylül 1980 darbesi ve devamında emekçilerin kazanımlarına ve sınıf mücadelesine saldırı hızını kesmeden devam ediyor. Özelleştirmeyle başlayan, taşeronlaştırmayla taçlandırılan, emeklilik yaşı ve pirim gün sayısının artırılmasıyla devam eden hak gaspları bugün torba yasalarla sürdürülüyor.
40 yıldır kıdem tazminatı oltanın ağzında, kaldırdık, kaldıracağız tehditlerini “Demokles'in kılıcı” gibi emekçilerin ensesinde sallandırdılar. Tazminatı dönüştürmek istedikleri fon modelleri işverenlerce kabul görmeyince de nabza göre şerbet verip raflara kaldırıyorlardı.
Şimdilerde ise kıdem tazminatının tasfiyesini içeren düzenleme geçen hafta torba yasayla Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu'nda kabul edildi.
Raydan çıkan ekonomiye çare bulamayan muktedirler, yeniden faturayı emekçilere ödettirmek istiyor. Şöyle ki; çalışma yaşamındaki mevcut uygulamada sigortalı olma yaşı 18, torba yasada bu yaş 25'e çıkarılmaya çalışılıyor. 25 yaşından sonra sigortalı olan bir çalışanın emekliliğe erişme hakkı zorlaşıyor. Yine bu uygulamada yer alan ve kıdem tazminatını ortadan kaldırmaya yönelik tam teşebbüs ise bir işçinin birkaç işverenle süreli sözleşme ile çalıştırılma biçimidir. Her ay birkaç işverenle yarı zamanlı (10-15 gün) çalışan işçiye, çalıştığı günlerin ücreti ödenecek bu da maaş olmayacağına göre cep harçlığı almış olacak. Bir de 10 gün çalıştıran işveren sigorta pirimi yatırmayacak, bu sistemde çalışan bir işçinin kıdem hakkına erişme olanağı ortadan kalkacak, emekli olması ise hayal olacak.
Neden hem yaşını hem de pirim gün sayısını doldurup ve emekliliği hak kazanan Emeklikte Yaşa Takılan (EYT) 5 milyon 400 bin 924 kişinin sesine kulak tıkıyorlar, mağduriyetlerini gideremiyorlar? Tam da istedikleri emekçilerin emeklilik haklarını ortadan kaldırmaktır.
Yüzde 64'ü vergilerden ibaret olan devlet bütçesinin büyük bir bölümünü, emekçilerin maaşından kesilen gelir vergileri ve ödedikleri pirimler oluşturuyor. Hali hazırda emekçilerin ekmeğinden, aşından yapılan bu kesintiler işverenlere-müteahhitlere teşvik olarak peşkeş çekiliyor. İşini kaybeden işçilerin büyük bir bölümü ise cebinden ödemiş olduğu işsizlik fonundan (işsizlik maaşı) dahi faydalandırılmıyor.
1980 öncesi sınıf bilinciyle yükselen bir emek mücadelesi vardı, ekonomik-demokratik haklarına kavuşmak için sayısız grev yaptılar. Muazzam direnişler örgütlediler, Taksim 1 Mayıs alanları tıka basa doluydu ve katledildiler. 15-16 Haziran direnişleri yapıldı, bu mücadele sonucunda işçilerin talepleri kazanım oldu. 12 Eylül 1980 faşist darbesi işçilerin sınıf bilinciyle yükselen mücadelesini haz etmedi, öncü Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nu (DİSK) kapattı, yönetici ve temsilcileri yıllarca tutsak etti. DİSK’in kurucu Genel Başkanı Kemal TÜRKLER'i katletti. Dönemin işverenler sendikası başkanı Halit NARİN süreci değerlendirirken "artık gülme sırası bizde" demişti. Çünkü faşist cunta artık işverenlerin emrindeydi.
O günden beri hep işverenler gülüyor, hem de göbekleri çatlarcasına gülmeye de devam ediyorlar, AKP iktidarında ise altın çağını yaşıyorlar artık. Fakir-fukara-guraba dediler, yoksul mahallerin yoksul evlerine girdiler, fakir ramazan sofralara bağdaş kurup ajitasyon yaptılar. Emekçilerin inançlarını, yoksulluklarını seçim propagandası yaptılar. Onların oylarıyla iktidara yerleşip, sırtını sermayeye dayadılar. Çalışanların emeklerini, alın terini, çocuklarının geleceğini sermayeye peşkeş çektiler, çekmeye de devam ediyorlar.
Sanırım 2007 yılıydı, işçiler barikatları aşarak Taksim 1 Mayıs alanını doldurduğunda dönemin Başbakanı ekran karşısına geçip aynen söyle demişti: “Ayaklar baş olursa”… Bu sistem böyle gitmez tehdidinde bulunmuş ve işçilere de “ayak" demişti. Ayak dediği emekçilerin o gün ki mücadelesinin sonucunda 1 Mayıs resmi tatil ilan edildi. Her ne kadar emeğe yönelik darbe ve zulüm politikası devam etse de emeğin kılçıklı lokma olduğu unutulmamalı, bir gün mutlaka bir gün gırtlağa batar.
Yine kadınlar uçurum kenarına itildi
Savaşta, ekonomik krizde ve her sıkıntılı durumda ağır bedeli ödeyen kadınların payına bu torba yasayla da yine istihdam dışına itilme, ekonomik özgürlüğünden yoksun bırakılma, ucuz-güvencesiz- kuralsız çalışma biçimleri ve emeklilik hakkına erişememe düşüyor. İktidarın kadın -erkek eşitliğine inanmayan yaklaşımı, çalışma yaşamında da devam ediyor…
Sürekli istihdam alanı daraltılan, kriz dönemlerinde ilk işten çıkartılan, 'zorunlu hallerde' ücretsiz izine gönderilen kadındır. Çalışabilecekleri işler ise kuralsız-güvencesiz-yarı zamanlı-evden çalışma ve ucuz işlerdir. Bunca kötü koşula rağmen, torba yasanın hedefi yine kadınlar. Yani kadınlar işsiz, kadınlar yoksul, güvencesiz, geleceksiz ve belirsizlik sarmalındalar. Mevcut mevzuata ve DİSK'in geçen hafta yayınlamış olduğu rapora göre; toplumsal cinsiyet eşitsizliği emeklilikte de sürüyor. İstihdam edilenlerin yüzde 32'sinin kadın olmasına rağmen emekli olan kadınların oranı sadece yüzde 19. Torba yasayla durum çok daha kötüleşiyor. Yukarıda değindiğim koşullarda çalışacak olan genç kadınlar ve 50 yaş üstü kadın işçi bu durumda emeklilik hakkına ulaşamayacak. 18 yaşında çalışmaya başlayan bir genç kadın ancak 25 yaşında sigortalı olabilecek yani 8 yıl sigortasız çalıştığı için emeklilik hakkı erişilmez olacak.
Belirli Süreli İş Sözleşmesi ile iş güvencesi hakkından yoksun kalacağı için ihbar ve kıdem tazminatını da alamayacak. Doğum yaptıklarında ise çalışma yaşamından uzak kalacaklar, boşta geçen sürelerde prim yatmayacağı için emekli olma şansları çok düşük olacak. Doğumu sık yapması durumunda ise emeklilik hakkı tamamen hayalden ibaret olacak.
Mevcut iş kanununda evlenen kadın bir yıl içinde çalıştığı işyerinden tazminatını alıp ayrılabiliyordu, bu hakkı torba yasa ile gasp edilmiş olacak. Bu, kadına karşı acımasız, kapitalist, erkek devlet şiddettir.
Emekçilerin kıdem ve emeklilik haklarını tehlikeye atan torba yasaya karşı günlerdir, başta DİSK ve bağlı sendikaların üyeleri sokaklarda mücadele veriyor. 10 Kasım 2020 tarihinde meclise sunulan torba yasa, bu iki madde üzerinde “daha detaylı çalışmak” kaydıyla, Cumhurbaşkanlığı talimatıyla geri çekildiği açıklandı. Derinleşen ekonomik ve siyasi krize bakıldığında ise emekçileri daha büyük tehlikeler bekliyor.