Ama yine de moralliyiz. Moralimizin kaynağını penceremize tünen güvercinlerden, havalandırmamıza yağan karı biriktirerek yaptığımız kardan kadın Berfin'den… Faşizmin saldırılarına rağmen mücadeleyi büyüten kadın yoldaşlarımızdan alıyoruz…
"Cezaevinde kadın olmayı nasıl tarif ediyorsunuz" sorusu karşısında tüm cümleler eksik kalıyor. Çünkü evrenin en canlı ve üretken parçası olarak kadın cinsinin cezaevlerine sığdırılmak-kapatılmak istenmesi başlı başına büyük bir paradokstur. Hele de bu kadınlar, demokratik modernitenin bütün direniş değerlerini kuşanmışlar ise bu paradoks daha da derinleşir. Kuşkusuz biz kadınların cezaevlerinde tutulmasının en büyük nedeni kapitalist modernitenin bütün sindirmelerine rağmen, geri adım atmadan tüm irademizle taciz, tecavüz, cinsiyetçilik, milliyetçilik, baskı ve şiddete karşı dimdik ayakta durmamız ve demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşamı inşa etmedeki ısrarımızdır. Zaten milliyetçilik ve militarizmin soyut olmaktan çıkıp, en somut haline yani faşizme evriltildiğinin en açık örneği cezaevlerindeki baskı, izolasyon ve tecrittir.
AKP iktidarının iradesizleştirme ve kimliksizleştirme üzerinden, toplumsal direniş damarlarını hedef alarak yaygınlaştırdığı ve beraberinde derinleştirdiği bu tecrit politikaları İmralı'dan başlatılarak bir bütün Türkiye toplumuna uygulanan bir yönetim biçimi haline gelmiştir. Bu yönetim biçiminin en ince dokunmuş hali yıllardır, cezaevlerinde uygulanıyor. Bu nedenle cezaevinin bir gününü tarif etmek, hayatın sol yanında duran biz kadınlar için daha ağırdır. Çünkü duvarların griliği, demirlerin soğukluğu yetmiyormuş gibi kendi duygu ve düşüncelerinin donmuş hallerini, renksizliğini, ruhsuzluklarını kısacası tekçiliğe dair bütün arzu hallerini cezaevlerinde hayata geçirmeye çalışıyorlar. Ancak nereden bilecekler ki özgürlük tutkuları büyük olanların gittikleri ve zorla tutuldukları her yere bu tutkuları nakşettiklerini.
Nesnel durum her ne kadar umutsuzluğu ve ruhsuzluğu dayatsa da biz kadınlarda var olan öznel haller hiç bir zaman bu ruhsuzluğa ve tektipleştirmeye teslim olmamış, doğası gereği de olmayacaktır. Dolayısıyla kadınların toplumsal doğa ve onun hakikatine dair bütün değerleri bir külliyat niteliğinde toparladığı bu mekânlar, iktidarın amaçladığı zihin, düşünce, duygu ve hislerin ölümüne tanıklık etmedi, etmeyecek. Tam aksine kendimizi ve bir parçası olduğumuz toplumu, demokratik ölçülere kavuşturmanın yol ve yöntemlerini bulma arayışını derinleştirdiğimiz mekânlara evriltmeye devam ediyoruz.
Kadın olarak, canlılığı, akışkanlığı ve evrenin hareket haliyle paralel bir değişimi kendimizde yaratmak ve çok renkliliğine uyum sağlamak cezaevlerinde de kendi yansımasını buluyor. Yalnızlaştırmaya karşı milyonlar olabilme iradesini koymayı, aynı pencereden hayata bakmadığın ama yanı başındaki koğuşta tutulan ve nereli olduğunu bilmediğin kadının sesine kulak kabartmayı, etrafında olup bitene, girip çıkan kadınlara karşı duyarlı ve ilgili olmayı inandığımız kadın özgürlük değerlerimizden öğrendik.
Ancak bu duyarlılığımızı, sistem tarafından "suç"a sürüklenen bu kadınlarla paylaşma olanağını bulamamanın eksikliğini de yaşamıyor değiliz. Türkiye'nin mevcut kaoslu ve krizli koşullarında kimisi hamile, kimisi lohusa, kimisi küçük çocuğu ile beraber "suç"a sürüklenen onlarca kadınla karşılaştım. Hırsızlıktan tutalım birçok "suçu" işleyen bu kadınların uyuşturucu satmayı bir "meslek" olarak görmesi ve bir "miras" gibi çocuklarına bırakması yine mekânlarda her türlü onursuzlaştırmaya boyun eğip tüm aşağılamaları kabul etmek zorunda kalması, vermiş olduğumuz kadın özgürlük mücadelesinin ne kadar gerekli, yerinde ve değerli olduğunu bir kez daha göstermektedir. Aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesi yürüten binlerce kadının gerek içerde gerekse dışarda olsun, yükünün ne kadar ağır, yolunun ne kadar uzun olduğunu da gösteriyor. Dolayısıyla bu mekânlar birbirinin zıddı binlerce duruşa tanıklık ediyor. Cezaevinin bir gününü uzun süredir bu mekânda tutulan arkadaşlara soruyorum ve çok daha derin anlamlandırmalara, mücadele deneyimlerine kulak veriyorum. Ben de bu mücadelenin ayak izlerini takip etmeye çalışıyorum. Yıllardır bu mekânlarda yaratılan direngen ve mücadeleci ruhu yakalayabilmenin çabası içerisindeyim. Kuşkusuz kadın özgürlük mücadelesi yürüten biz kadınlara dayatılmak istenen yaşam ölçülerinin bilincinde olduğumuzdan kaynaklı, yürüttüğümüz bu mücadelenin gereği, geri geleneksel ve faşizan dayatmalara karşı cezaevinin her anında kadın direngenliğini kuşanmamız gerektiğinin bilinci ile yaklaşıyoruz. Sakine'den günümüze binlerce kadının çığlığını nakşettiği, Sema'nın duvarları parçalayan Yüce özgürlük tutkusu bu mekânlarda zorla tutulan kadın kervanın en büyük ışığı ve rehberi oldu.
Tam da bu nedenle cezaevinin bir günü deyip geçemiyoruz öylece. Tüm baskı politikalarına rağmen inadına yeni yaşamı inşa etmek için direnmek, özgürlük tutkumuza olan bağlılığımızdan ileri geliyor ve biliyoruz ki bu mekânlarda direnişsiz yaşanılan her an özgürlükten yoksunlaşma anlamını taşımaktadır. Özgürleşmek için kendimizden başlattığımız mücadele nasıl ki yaşamın her alanında kendi etki gücünü yaratmışsa cezaevinde de faşizme karşı "bu böyle gitmez" cevabını açığa çıkarmıştır.
Günlük yaşam rutinimiz de bu cevap etrafında şekilleniyor. Teknik olarak cezaevinde yaşadığım bir günü paylaşacak olursam; ben, Sebahat Tuncel, Sibel Akdeniz, Zeynep Ölbezi ve Zeynep Karaman arkadaş karantina cezaevi olarak düzenlenen 3 Nolu L tipi C.İ.K. Sincan'da kalıyoruz. Günlük yaşam düzenimizi, mutlak direnme ile beraber, cezaevinin kendi formaliteleri ve bizim kurduğumuz toplumsal düzenin birbirine paralel baktığını söyleyebilirim. Sayım anonsları, yemek saatleri, havalandırma kapısının açılıp kapandığı saatler arasında başlayıp biten yürüyüşlerimiz, her hafta farklı cezaevlerinden gelen mektuplar aracılığı ile öğrendiğimiz yeni cezaevi uygulamaları vs… Tabi şu "meşhur" Kobanê kumpas davasının duruşma tarihlerini de unutmamak lazım. İktidarın planladığı, hızla devam eden duruşma periyodlarından nerdeyse bir günümüzün nasıl geçtiğini anlamaya zaman bulamıyoruz. Pandemi koşullarından kaynaklı telefon görüşmesi ve 15 günde bir 45 dakikalık aile görüşleri dışında tutuklulara tanınan hiç bir sosyal etkinlik hakkından yararlanamıyoruz. Yararlanamadığımız sosyal haklarımızın yarattığı boşluğu kendi çabamızla bağlama öğrenmeye çalışarak gidermeye çalışıyoruz. Bağlama konusunda heval Sibel bu sınırlı koşullarda bize hocalık yapmaya çalışıyor. Heval Sebahat çok azimli bu konuda, ancak kendim için aynı düşünceyi taşımıyorum, öğrenme konusundaki çabamın eksik kaldığını söyleyebilirim. Öğlen ve akşam saatlerinde satranç oynuyoruz, henüz yeni öğrendiğimden kaynaklı sürekli mat ediliyorum:( Geçen yeni bir oyun öğrendik, oyunun adı hımbıl. Oynadığımız ilk oyunda heval Sibel'e tahliye çıktı, 6 elin 3 elini o kazandı, yakında onu aranıza göndereceğiz 🙂
Basına gelince; istediğimiz gazeteleri alamıyoruz. Sanırım ilan olmayan gazeteleri cezaevlerine almama gibi bir uygulamadan kaynaklı. Sadece Birgün gazetesi alıyoruz, alabiliyoruz. TV'de de sadece havuz medyasını izleyebiliyoruz. Geçenlerde Meclis TV'nin kanallara eklenmesi için dilekçe verdik ancak talebimiz kabul edilmedi. Her birimizin radyosu var, normalde tercih ettiğimiz bir durum değil ancak radyonun sesi dışarıya verilmediğinden kaynaklı maalesef kulaklık ile dinleyebiliyoruz. Bunların hepsi günlük rutinimizin teknik ayrıntıları. Kuşkusuz bunun bir de düşünsel yoğunlaşma boyutu var. Hepimiz fırsatını bulmuşken okumaya ve kimi konularda karalamaya-yazmaya çalışıyoruz. Gerçi neredeyse 1 ayın yarısından fazlasını mahkeme salonlarında geçirdiğimizden kaynaklı bize pek de zaman kalmıyor. Ama yine de moralliyiz ve coşkuluyuz. Bu moralimizin kaynağını güneşin doğuşundan, bulutlara rağmen gökyüzünde ısrarla parlamaya devam eden yıldızlardan ve dolunaydan, yağmurlu havalarda penceremize tünen güvercinlerden, havalandırmamıza sınırlı yağan karı biriktirerek yaptığımız kardan kadın Berfin'den, faşizmin bütün saldırılarına rağmen dışarıda direnerek mücadeleyi büyüten kadın yoldaşlarımız ve bir bütün halkımızdan, her koşulda bizi yalnız bırakmayan emekçi ailelerimizden, hukuksuzluk karşısında yoldaş duyarlılığı ile bizleri savunan avukatlarımızdan, kısa ve uzunca bu moralimizi tüm canlılığı ile devam eden yaşamın akışından alıyoruz. Koşullar ne olursa olsun bu moralimiz, coşkumuz eksilmeyecek, tam aksine daha da büyüyerek devam edecek. Bu duygu ve düşüncelerle sizlere ve okurlarınıza en derin selam ve sevgilerimi iletiyorum.
*Sincan 3 Nolu L tipi kapalı C.İ.K.