Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Kadına Karşı Şiddetle Mücadele, Bir Sorgulama Denemesi

Mukaddes Erdoğdu Çelik Mukaddes Erdoğdu Çelik
23 Kasım 2025
Yazı
0
Kadına Karşı Şiddetle Mücadele, Bir Sorgulama Denemesi
0
SHARES
19
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Bütçenin yüzde 2,8’i Aile Bakanlığına ayrılmış! 2027 yılında yüzde 4,28’e çıkarılması hedefleniyormuş! Bakanlığa ayrılan yaklaşık 532 milyarın sadece yaklaşık 7 milyarı kadınlar ayrılacakmış. Ev ve aile deyince kadının sırtındaki onca emek, doğurma ve büyütme, iş gücünü yeniden üretim ve diğer hizmetler sayılmıyor bile! Bütçe bu paranın kadına dair hangi hizmetlere ayrıldığını açıklamıyor

2025 yılı dünya çapında kadın ve LGBTİ+’ların uğradığı zulümler ve mücadeleler toplumsal ve siyasal gündemlerin başında yer almaya devam ediyor. Emperyalist ve bölgesel savaş ve silahlanma yarışının şiddetlendiği ortamda başka ne olur ki?

Bu 25 Kasım çalışmalarına Dilovası’nda, parfüm dolum atölyesinde yakılan üçü çocuk altı kadın işçinin acısı ile girdik. Her yerde kadına karşı enva- i çeşit şiddet var ve failler aileden, yakınlar. Katiller için devlet destekli yargısızlık gösterisi diz boyu. Yargı, kadın cinayetlerini örtbas eden, katil erkekleri koruyan durumunu sürdürüyor. Savaşın rutinleştiği Ortadoğu’dan Afrika’ya kadınlar devasa ölçekte etnik-siyasi cinayetlerin, cinsel şiddetin menzilinde.

Mirabel Kardeşlerin faşist diktatörlüğe karşı mücadelede tecavüz işkenceyle öldürülüp kaza süsü verilmesi örnekleri de aynen sürüp gidiyor. Rojin Kabaiş cinayeti yaşadığımız en son örnek. Üniversite, kolluk ve hatta Adli Tıp elbirliği ile cinayetin karanlıkta kalmasını bir yıl boyunca sağladılar. Babası ve kadın hareketinin mücadelesiyle karanlığın perdesi daha yeni yırtılıyor. Öncesinde Gülistan Doku var, sekiz yaşında Narin’in aile- köy içinde öldürülüp delillerin ve katilinin, öldürülme nedeni bile karanlıkta kalmaya devam ediyor.

ABD’de seks adası kuran, kız çocuklarını en zenginlere ve en büyük devlet yöneticilerine sunan Epstein davasının mağduru kadınlar dünya kamuoyunun karşısına çıkıp kendilerine yapılanların hesabını soruyor, insanlığı bu suçun utancıyla sarsıyorlar. Bir yandan da kadınlar, Mirabel Kardeşlerin direnişinden güç alarak, devlet kaynaklı kadın cinayetlerden, sıradan erkek katillerin cins kırımına dönüştürdüğü örneklere, erkek yargıya, taciz ve tecavüze kadar her yerde her tür şiddete karşı çeşitlenen mücadeleyi elden bırakmıyor. Masha Amini’nin yasaklı saçları dünya kadınlarının elinde bayrak, sloganları Jin Jiyan Azadî kadın devrimi programı oldu. Rojava’da IŞİD cihatçı katillere karşı Kürt kadınlar yıllardır insanlığa yeni bir yaşam kuruyorlar. Bunlar yeni mücadele örnekleri olarak çarpan etkisi yaparak kadın cinsin özgürlük düşlerini ve eylemini büyütmektedir.

25 Kasım etkinliklerinin bilançosu çoktan açıklandı ve her yerde erkek devlet ve yargıya, cins kırımına, kadın cinayetleri çağına dönüşen şiddete karşı teşhir ve eylemler oluyor. Burada daha fazla söz kurmak gerekmiyor. O nedenle süreci ileriye doğru taşımanın ana unsurlarını öne çekmeye çalışacağım.

Bu 25 Kasım’ı bizim için özgün kılan iki önemli gelişme içindeyiz.

Birincisi; Saray rejimi, bu yılı “Aile Yılı” ilan etti, ardından zamanı on katına çıkarıverdi. Gerekçe her zamanki argüman; “genç nüfusa ihtiyaç var”. Kadına biçilen çocuk doğurma ve “huzurlu aile ortamı” sağlama görevlerini bir de bu vesileyle buyurdular. Tabii plan bu olunca bir tek aile kurumu bu işe yetmeyeceğinden tüm devlet kurumlarını, üniversiteleri, camileri hocaları, eğitim ve sağlık kurumlarını da işin içine sokacakları beyanları her vesileyle tekrarlanıyor. Yıllardır bu doğrultuda epey yol almışlardı. 4+4+4 sistemi ile kız çocuklarının ilk sekiz yıldan sonra örgün eğitimden çekilmesi sağlanmaktaydı. Kız çocuklarına erken işçilik ve tabii erken evliliklerin, evde eğitimin kapıları resmen açılmıştı. Ev ve koca deyince, evdeki şiddet yaşının 15’lere düşmesi işten bile değildir artık. İstanbul Sözleşmesi’nden, bir gece yarısı kararnamesiyle çekmişlerdi. O sözleşme ki, Ayşe Paşalı ve Özgecan cinayetlerine karşı toplumsal vicdanın sarsıldığı, kadın isyanının ilk zirve yaptığı zamanın eseriydi. O günden beri, sözleşmenin uygulama gücü olan 6284 sayılı yasa durmadan devlet ve erkek yargı şiddeti ile yıpratılıyor, şimdi gözleri onun işini bitirmenin sabırsızlığında. Dincilik ve toplumsal gericilik, özellikle LGBTİ+’lara karşı kan kusan bir kışkırtma içinde. “Aile yılı” ilanı bu nedenle çok merkezi bir yerde duruyor. Saray iktidarı bu ilanla sadece Aile Bakanlığı’nı değil tüm devlet organlarını, sivil toplum kuruluşlarını seferber etmiş durumda. Yoksulluğun pençesi en önde kadınların yakasını tutmuşken, kadın en az üç çocuk doğur emrini dayatıyorlar. Eğitim, sağlık, çocuk bakımının gerekleri yerine getirilmezken, kadın istihdamdan durmadan daha fazla dışlanırken, iktidar kadına çocuk yapmaktan ve eve, erkeğin hakimiyetindeki eve sığışmaktan başka seçenek bırakmamaya çalışıyor.

İkincisi gelişme, 2026 bütçe taslağı görüşülürken ortaya çıktı. Yıllardır bu iktidar blokunun sermayeye ve savaşa dayalı soygun bütçelerine tanığız. Emekçi ve emekliler başta olmak üzere kadınların, gençlerin hayatlarına yoksulluğun Bütçe aracılığıyla elle tutulur hale geldi. Bu yıl toplumsal tepkinin buradan daha şiddetli yükseldiğini teşhis edebiliyoruz.

Konumuz, Bütçenin kadını ilgilendiren yönü ise daha da net; bütçe kadını görmüyor! Nasıl mı? Kadının şiddetle cezalandırılmasına karşı mali yükümlülükleri görüp içermiyor. Kadının evdeki emeğini görmediği için, dışardaki emeğine karşı eşitsizlik durumuna kayıtsız, hatta “aile yılı” yalan hikayesine bile alan açmıyor. Bütçenin yüzde 2,8’i Aile Bakanlığına ayrılmış! 2027 yılında yüzde 4,28’e çıkarılması hedefleniyormuş! Bakanlığa ayrılan yaklaşık 532 milyarın sadece yaklaşık 7 milyarı kadınlar ayrılacakmış. Ev ve aile deyince kadının sırtındaki onca emek, doğurma ve büyütme, iş gücünü yeniden üretim ve diğer hizmetler sayılmıyor bile! Bütçe bu paranın kadına dair hangi hizmetlere ayrıldığını açıklamıyor.

Bu bağlamda pek çok söz kurabiliriz ancak esasa ilişkin sözü kadın mücadele güçleri olarak şimdiye kadar es geçtiğimizi itiraf etmeliyiz. Şu; kadının evdeki emeği, onun kölelik tarihin ilk verisi, tüm şiddet tarihinin de esas temeli. Kadın cinsi insanlığı emek örgütlenmesiyle ayağa diktiği gibi, zamanı geldi onu yerleşik hayata geçişin koşullarına ulaştırdı. Bu kavşağa kadar ve uzun zaman bu kavşakta “ofis boy” gibi sayılır şekilde görevlendirdiği erkeği yönetti. Onu en son evcilleştirdiği sürülerin çobanı, ekinlerin üretimi ve toplayan çiftçisi yaptı. O güne kadar sadece avcılıkta ustalaşmış erkek “eski komün yasasına” göre eline teslim edilen yeni “üretim araçlarının” sahibi de oldu. Erkek çoban kral, erkek çiftçi köle sahibi ve toprak sahibi oluverdi. Kadına dayalı komünal ekonomi ve düzen çöktü. Kadına karşı şiddet bu sürece eşlik etti. Babalık hukuku bu temelde oluştu, kadının eski konumundan temelli kovuluşu anlamına geldi.

Dünyanın değişik yerlerinde değişik şekillerde, zamanlarda gelişmiş olması, bu olgunun farklı süreçlerde faklı formlarda ortaya çıkması meselenin özünü değiştirmedir: kadın erkeğin ve tabii doğmakta olan yeni sistemin ilk kölesi oluyor, eve kapatılıp şiddete gark oluyor, erkek egemenliği kadının bütün üretimlerine el koyup, kadını her haliyle sömürgeleştiriyor. Bu durum kadın cinsin büyük tarihsel yenilgisiydi.

Altını çizmek istediğim, tarihsel yenilginin temelinde yatan en başta kadın emeğinin gasp edilmesi, bütün diğer süreçlerin bu temel üzerinde işleyip geliştiği gerçeğidir. Kadın artık kendi emeği ve getirisinin sahibi değildir. Kadın yoksulluğunun ana kaynağı bu yoksunluktur. Evdeki erkeğe, devletin sadaka düzeyinde yardımlarına ve hatta, aşağılayıcı nafakaya muhtaçlığı tam da bundandır. Kadın hareketi bu gerçeğe müdahale etmelidir. Evdeki kadın evdeki emeğiyle de “özgür” işçi değil. Bütçedeki sadece kadın kimliğiyle bir hak sahipliği yoksa nedeni tam bu

Bütçe görüşmeleri dolayımında bu gerçek bir daha kendini açığa vurdu. Şimdi bizden, hiç gecikmeksizin esaslı bir yanıt istiyor: Kadının çocuğu olduğu için, hastası olduğu, engellisi olduğu için ya da 65 yaşını aştığı için, dul olduğu, yoksul olduğu için mi yoksa evdeki emeğiyle işgücünü yeniden ürettiği, hasta ve yaşlı bakımını yaptığı için mi bütçe kalemlerine yerleşmeli? İnsan topluluğunun yarısı olduğu, bağımsız bir birey olması gerektiği için, eşit yurttaşlık hakkı olarak emeğinin karşılığını olmalı? Bir mesleğe sahip olmaktan, ev dışında da çalışmaktan bağımsız, sadece evdeki zorunlu kılınmış rolü, tükettiği emeğinin karşılığı olarak- hele de tek işi evde olan milyonlarca kadın için- maaş, sosyal güvence ve emeklilik hakkı mı olmalıdır? Kapitalist sistemin her emeği tanıdığı dünyada kadın emeğini bir hak kalemi olarak tanımamasının yarattığı felaketlere karşı mücadelenin “yardım ya da destek” kalemlerine sığdırılmasının artık temeldeki hak gaspını gizlemekten başka işe yaramadığı görünür açıklıkta.

Kadın mücadelesi bu ikinci ve esasa gerçeği devletin bütçe siyasetinin gündemine almalıdır. Daha fazla gecikmeden bu taleple ortaya çıkıldığında milyonlarca kadın ki bunların ezici çoğunluğu en yoksullardır, kendisi ile Bütçe arsındaki ilişkiyi kurabilecek, emeğinin hakkı için bu mücadeleye girebilecektir. Şiddetle mücadelede çıplak yaşamadığında kendisine ait görmeyen ve “ah vah’ın ötesine geçmeyen” kadın ilişkisizliği kalmayacaktır. 2026 yılı bütçe tartışmalarında toplumun bütün ezilen kesimleri kendi sorunlarının kaynağı ile ilgili tepkiler veriyor, bütçede kendi ihtiyaçlarının yer bulmamasına itiraz ediyor. Kadınların sesi itirazların en başına çıkmalı, diğer hak taleplerinin yanında erkek egemen aile düzenince değersiz kılınan emeği, bütçede yerini bulmalıdır. Bu kadının, “özgür” işçi olma hali olacaktır. “Özgür” işçi olduğunda, kadın için yeni bir hayat ve mücadele çağı açılacaktır. Ancak o zaman görebileceğiz, sömürü ve şiddet sisteminin kök hücresi “aile”nin halini.

Etiketler: Feminizmİstanbul SözleşmesiKadın DayanışmasıKadın haklarıKadın MücadelesiÖzel savaş politikalarıSavaşSayı 143
Önceki İçerik

Tertele Hazırlık Sürecinde Kızılbaş Kadınlara Yönelik Raporlardan Sızan Nefret

Sonraki İçerik

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Tarihsel Süreç: İlk Adımlardan Günümüze

Sonraki İçerik
Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Tarihsel Süreç: İlk Adımlardan Günümüze

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Tarihsel Süreç: İlk Adımlardan Günümüze

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.