Suriyeli kadınlar olarak direnişimiz ve mücadelemiz sürecek. Tüm dünya kadınlarına da birliklerini sağlanmaları çağrısında bulunuyoruz. Kazanımlarımızı korumalıyız. Daha fazla çalışarak, mücadele ederek örgütlülüğümüzü geliştirmeliyiz. Amaçlarımıza ulaşmak için bilinçli ve iradeli bir şekilde hareket etmeliyiz…
İçine doğduğun yaşamın bireysel ve kolektif insan olmaktan gelen, canlı olmaktan gelen haklarının, başkaları tarafından engellenmesi ve baskı altına alınması, yaşam hakkı tanınmaması bireysel ve kolektif olarak isyanı meşru kılar. İşte bu isyanın sonucunda ulaştığın ‘yaşamak istediğin dünyaya dair taayyülünün gerçekleşme hali ve gerçekleştirmek için fırsat yaratma haline ise devrim veya karşı devrim denir. Devrimler ve karşı devrimler, toplumsal, siyasi veya ekonomik düzenin radikal bir şekilde değiştirilmesine denir. Var olan düzenin yerine tamamen farklı bir düzen kurma amacı taşır ve genellikle sınıfsal, sosyal, etnik veya kültürel eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı hedefler.
Devrimler ve karşı devrimler aynı madalyonun iki yüzünü ifade eder. Biri özsel olarak yeniyi yaratmanın ilerici ediminin fırsatlarını sunarken karşı devrim ise insanlığın ilericiliğine karşı çoğunlukla hegemonya tarafından desteklenen topluma karşı geliştirilen eylemlerdir. Tarih boyunca nerede devrim potansiyeli ve ihtimali varsa, bunun karşısına hep karşı devrimler konumlandırılmıştır. Bir yeniyi yaratma eylemi olarak da belirtebileceğim devrimin tarih boyunca serüveni her çağın gereklilikleriyle örtüşmüştür. Karşı devrim ise toplumların potansiyelini manipüle etmek ve ‘iktidar eliti’ çıkarına göre hareket etme karakteri taşır. Bazen de devrimlerin yeterince kendi tedbirlerini ve öz savunmasını alamama öngörüsüzlüğü karşı devrimlerin karşı devrime dönüşme potansiyelini doğurmuştur.
İnsanlığın ilk devrimi olarak nitelendirilen ve Neolotik devrimin getirdikleri içinden karşı devrim olarak, uygarlığı yaratmıştır. “Eşitlik, özgürlük ve adalet” şiarı ile yola çıkan Fransız Devrimi’nin ulus devlet milliyetçiliğinin beşiğine dönüşmesi ve akabinde Ekim Devrimi dahil “Tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20’inci asır”da gelişen devrimler, kapitalist modernitenin faşizan uçlarına kadar karşı devrimleri beslemesi dahil uzun bir sarmaldan bahsedebiliriz. Çin ve Sovyetler Birliği örneğindeki gibi iç ve dış etkileriyle birlikte devrimci yapının karşı devrimin yöntemlerini benimsemesi ile karşı devrime evrilmesi ve yıkılması da kaçınılmaz olarak yaşanan örneklerdendir.
‘Tarih güle güle demez’
“Tarih asla güle güle demez, görüşürüz der” diyor Eduardo Galeano. Devrimi için yola çıkan her hareketin, toplumun, bireyin tekerrürü yaşamamak için dönüp dönüp o tarihle hesaplaşmaya ve doğru okumaya ihtiyacı vardır. Tarihin nehirsel akışı devam edecek ve devrimler ve karşı devrimler her çağa göre kendini uyarlayarak, insanlığın umudunu diri tutacak. Her çağın çelişkileri ve bu çelişkilere cevap olan devrim ihtiyacı vardır. Yakın tarihte gerçekleşen Rojava Devrimi’ni de işte bu tarihsel akışın içinde felsefi politik altyapısı paradigmasal duruşu ve eylemi ile bir durak olarak ele almak gerekiyor.
21’inci yüzyılın ilk devrimi: Rojava
21’inci yüzyılın geride bıraktığımız 25 yılına bir göz attığımızda bu çağın çelişkilerine cevap olan ve gerçekleşen ilk devrimi Rojava Kadın Devrimi olduğunu söylemek yerinde olur. Rojava Devrimi’nin tarihsel arka planı, Kürt halkının uzun süredir devam eden özgürlük mücadelesine dayanır. 20’nci yüzyılın başında egemenler tarafından ulus devlet milliyetçiliği ile dört parçaya bölünen ve üzerine kolonsuz kaçak inşaat gibi kurulan devletlerin sınırlarına hapsedilen Kürdistan’ın 21’inci yüzyılın ilk devrimini gerçekleştirmesi tarihsel materyalizmin getirdiği bir sonuç olarak okunabilir. Çünkü değişmez bir kuralıdır tarihin hazineler kaybedildiği yerde aranır. Abdullah Öcalan’ın demokratik, ekolojik kadın eksenli paradigmasına göre mayalanan bu devrime rengini verenin kadın olması da bu kuralın doğal işleyiş haline tekabül eder. Tarihte ilk Neolitik Kadın Devrimi’ne ev sahipliği yapan mekan binlerce yıl sonra yine kadın eliyle bir devrimi gerçekleştirdi ve ataerkil kapitalist sistemin kırılma noktasına dönüştürüldü. Çünkü bu devrim, kadın özgürlüğü ve demokratik konfederalizm prensipleri üzerine inşa edildi ve ‘ilk ve son sömürge’nin devrimi olarak, kadınların öncülüğünde askeri, siyasi, toplumsal ve ekonomik alanlarda örgütlenme ile eşbaşkanlık, eşit temsiliyetle kimsenin insafına bırakmadan haklarını garanti altına aldı. Bu nedenledir ki sadece yerel bir olay olarak kalmayıp, dünya genelinde de ilgi çekmiş ve birçok kişi tarafından önemli bir sosyal ve politik devrim deneyim olarak kabul edilmiştir.
Sınırları aşan bir varoluş biçimi
Rojava ile başlayan devrim, sınırlarını aştı ve bugün artık Suriye’nin üçte birini kapsayan bir alana yayılmış durumda ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi olarak coğrafi ve idari olarak kimlikleşti. Kimliğine rengini veren ise kadın prensipleri oldu. Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği demokratik konfederalizm ve kadın özgürlüğü paradigmasına dayanan bu kimlik, ataerkil devletli uygarlık ile demokratik uygarlık arasındaki çatışmayı ve tarihsel sosyolojik hafızayı güncelleyerek, halkların ve kadınların özgürlüğüne dayalı bir sistem inşa etmeye başladı. İnşa devam ediyor ve kuşkusuz, sonuçlanmış bir devrimden bahsetmiyoruz, Savaşın getirdiği yoksulluk, ekonomik ve sosyal sorunlar, Özerk Yönetimin kadını koruyan yasalarına rağmen gerici geleneklerin etkisi altında yaşanan ihlaller her biri ile mücadele devam ediyor. İşgale karşı direniş, devrimi koruma ve yeniyi inşa Kuzey ve Doğu Suriye’de iç içe ilerliyor.
Rojava ile fitili ateşlenen Kuzey ve Doğu Suriye’de olanları anlamak, Suriye’de olanları anlamak demektir. Uzun bir iç savaşın ardından Suriye’de bir yanıyla demokratik halklar nehrinin aktığı rengarenk, kimsenin kimseyi dışlamadığı, herkesin kimliği ile var olduğu demokratik bir devrimin oluşumuna tanıklık ettik. Kanla, bedelle, binbir bir türlü zorlukla emek emek örülen yaşamın adı oldu Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi. Şimdi bu modelin ülkenin bütününe rengini vermesi için Lazikiye’den, Şam’a, Süweyda’dan Halep’e Suriye’nin bütününde kadınların gözü kulağı Kuzey Doğu Suriye’de.
13 yıldır kesintisiz savaş ve devrim inşası
Rojava Devrimi’nin tarihsel arka planının bir diğer boyutu ise bölgedeki hegemonik güçlerin işgal ve soykırım saldırılarına karşı verilen direnişi de içerir. 2012’ten itibaren son 13 yıldır kesintisiz bir savaşın içinde direniş ve inşa iç içe geçmiş durumda. Türkiye’nin ve çete gruplarının saldırılarıyla binlerce can kaybının yanı sıra halkın su, elektrik dahil yaşamsal ihtiyaçların karşılandığı tesisler defalarca kez bombalandı. Amaç devrimi çökertmekti ama halklaşan 21’inci yüzyılın ilk devriminde beklenen sonucun tam tersi özellikle kadınlar olmak üzere daha fazla devrimin kazanımlarına ve ruhuna sarılma gelişti. Kobane, Efrin’de Serekaniye’de “Em bernadin” diyen irade bugün Tişrin’de bombaların altında “Çeme meye, bendava meye” şiyarıyla devam ediyor.
Ha bu arada unutmadan karşı devrimler her zaman tetikte bekler, sana ait olanı elinden alıp, üzerine kan ve gözyaşıyla harçlanmış sömürüyü dayatmak için. Dün rejim sonra DAİŞ, bugün HTŞ, yarın ne getirir bilinmez, kadın düşmanı, demokrasi düşmanı, yalana ve aldatmaya dayalı kapitalist modernite nehrinin akan dehlizlerinde toplumları öğüten yönüne tanıklık ediyoruz. Üstelik hiçbir bedel ödemeden şehirlere Toyotalarla giren erkek güruhunun korku iklimine kapılmayanlar geleceği inşa edecek olanın emek, bedel ve değer olduğunu bilirler. Oysa son üç aydır yaşananları Suriye özgünlüğünde ele alırsak, Kürtlerin devrimini çalma girişimi ve kadınların devrimine karşı kapitalist modernitenin karşı devrim hamlesi olarak okumak gerekiyor 27 Kasım 2024’te El Kaide’den kalma DAİŞ’ten bozma Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm (HTŞ) eliyle yürütülen savaşta 8 Aralık’ta Şam ele geçirildi. Fetih ve cihat naralarıyla erkekler sürüsünün ellerinde silahlarla şehirlere girişini canlı yayınlarda izledik. Üstelik dinciliğin ve mezhepçiliğin acısını bin yıllardır yaşayan bu coğrafyada ‘devrim’ ya da ‘demokrasi’ adıyla pazarlanmaya bile başlandı sahipleri tarafından.
Jinerjinin diyalektiği
2022 yılında Süleymaniye’de katledilen Jineoloji Akademisi Üyesi Nagihan Akarsel, “Dünyanın bir ucunda doğan umut, kadın enerjisinin formülasyonu olarak jinerjiye dönüşür ve bütün dünyayı sarar, ki bu tersi içinde geçerlidir” diyordu. Yaratılan kadın devrimi jinerjisini etki alanı da bunun boğulmasının da bu çağda kuşkusuz sonuçları olacaktır. Bütün dünyanın gözü önünde bir devrimi çalma girişimi olarak nitelendirilebilecek bu duruma karşı 21’inci yüzyılın ilk devrimini korumak sadece Kuzey ve Doğu Suriye’deki kadınların değil, tüm dünyadaki kadınların sorumluluğudur.
Kadınlar ‘yeni’ gelenleri uyardı
Herkesin yakından takip ettiği bu süreci Suriye kadınlarının ortak sesi olan Suriye Kadın Meclisi’nin son üç yayınladığı deklarasyon ve çağrılarda da görmek mümkün. HTŞ’nin Şam’da ‘geçici hükümet’ ilanının ardından 21 Aralık’ta yayınlanan 13 maddelik Suriye Kadın Meclisi deklarasyonunda, “Suriye’de yaşayan kadınlar olarak uzun yıllar BAAS rejiminin milliyetçi, tekçi ve kadınları irade saymayan politikaları altında yaşadık. Suriye’de 2011’de otoriter rejime karşı ayaklanan halklar, son 13 yıldır savaş, göç, işgal ve DAİŞ zulmüyle karşı karşıya kaldı. Bu süreçte en büyük acıları kadınlar olarak yaşadık. Hem BAAS rejimine karşı hem de DAİŞ’e karşı, her türlü zulüm ve köleleştirmeye karşı direndik. Büyük bedeller ödedik, ama özgür demokratik bir Suriye’de yaşama umudumuzu kaybetmedik. Suriye’nin tüm etnik, dini, kültürel yapılarından kadınlar olarak, bütün Suriye halkları için özgür bir gelecek inşa etme kararlılığı ile Suriye Kadın Meclisi’ni kurduk. Bugün her zamankinden daha etkin bir öncülük yapma iradesi ve kararlığına sahibiz” dediler.
‘Bir daha geri dönüş olmayacak’
Bu açık bir irade beyanıydı ve devrim kazanımlarının tüm Suriyeli kadınların kazanımı olarak gerçekleşeceğinin mücadele kararlılığını ifade etti. Deklarasyondaki açık uyarılara rağmen cihatçı ve dar çeteci grup kodlarıyla hareket eden ‘geçici yönetim’ BAAS’ın tekçiliğini aşan bir yerden Suriye’deki halklara ve kadınlara üç ayda kırım politikalarını yaşatmaya devam etti. Üstelik bunun üstünü perdelemek için diyalog ve demokrasi kavramlarını da bolca kullandı.
Bir salon dolusu erkeğin arasında göstermelik birkaç kadının yer aldığı 25 Şubat’ta gerçekleşen Suriye Ulusal Diyalog Konferansı’na kadınların ve halkların örgütlü temsiliyeti davet edilmedi. Suriye Kadın Meclisi öncülünde bu konferansı yok hükmünde sayan kadınlar, “Dışlama, inkâr ve ret politikalarıyla düzenlenen bu kongrede alınan hiçbir kararı kabul etmiyoruz. Suriyeli kadınlar olarak, ülkemizin ilerlemesi ve içinde onurlu bir şekilde yaşayabilmemiz için yıllardır mücadele ettik. Mevcut krizi meşrulaştırmaya hizmet eden bu kongre daha gerçekleşmeden ölmüştür. Suriye halkı ve özellikle kadınlar, bir daha baskı altında yaşamayı kabul etmeyecektir” mesajını net şekilde ortaya koydu.
Son olarak 8 Mart’ta yayınlanan mesajda ise tekçi-mezhepçi-cihatçı ataerkil yapılara karşı mücadelenin sürekliliğine vurgu yapıldı: “Suriyeli kadınlar olarak direnişimiz ve mücadelemiz sürecek. Tüm dünya kadınlarına da birliklerini sağlanmaları çağrısında bulunuyoruz. Kazanımlarımızı korumalıyız. Daha fazla çalışarak, mücadele ederek örgütlülüğümüzü geliştirmeliyiz. Amaçlarımıza ulaşmak için bilinçli ve iradeli bir şekilde hareket etmeliyiz…”
Devrime rengini veren o devrimi yapanlardır
Devrimi insanlar yapar ve mücadelenin en keskin dönemlerinde dönüşümü sağlayan insan olgusu rengini verir uğruna mücadele ettiği toprağa, havaya, suya…Baharın ilk nüvelerinin düştüğü günlerdeyiz ve cemrenin son düştüğü yer toprağın yürekleri, elleri bedenleri ısıtmasını bekliyoruz. En çok da bu zamanlarda toprağın altında yatanları hatırlamak gerekiyor. Devrimler, umuda ve geleceğe rengini verenleri. İnsanlığın gelecekte umudun bir adı olarak anacağı 21’inci yüzyılın ilk devrimi Rojava Kadın Devrimi’ni yaratanların her biri cemre olurken toprağa karışıp, bu devrimin karakterini verdiler. O yüzden temelleri sağlam ve köklerinde dallarına doğru Suriye ve Ortadoğu’ya yayılacak bu devrim onun uğruna cemre olanlar gibi, coşkun, jinerjik, bilgelik ve cesaretin adını anlamını taşıyor. Başta direniş kalesine dönüşen Tişrin olmak üzere 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinliklerinde Kuzey ve Doğu Suriye’nin her yanında görmek mümkün.