İşçi cinayetleri gibi kadın cinayetleri de kanıksandı. Tıpkı işçi cinayetlerindeki birer ikişer ölümler gibi her gün birer ikişer katledilen kadınlar da feminist hareket/kadın hareketi dışında siyasetin gündeminde kendine yer bulamıyor
Seçimlerin halkın politik duyarlılık düzeyini artırdığını hep konuşsak da memleket siyasetinin seçimlere, toplumsal muhalefetin ise büyük oranda AKP’ye seçim kaybettirmeye sıkıştığını görmek gerekiyor. Politik cinayetler görev kabilinden az sayıda insanın katıldığı basın açıklamalarıyla geçiştiriliyor. Kuşkusuz bunda özellikle 2019 sonrasında “2023 genel seçimlerinde gidecekler sokağa çıkmayalım” telkinlerinin de payı büyük. Ancak İliç’te siyanür yığıntısı altında kalan işçiler de Beşiktaş’ta bir gece kulübünde çıkan yangınla ölen işçiler de seçim gündeminin önüne geçemedi.
İşçi cinayetleri gibi kadın cinayetleri de kanıksandı. Tıpkı işçi cinayetlerindeki birer ikişer ölümler gibi her gün birer ikişer katledilen kadınlar da feminist hareket/kadın hareketi dışında siyasetin gündeminde kendine yer bulamıyor. Keza Beyoğlu Bayram Sokak’ta evlerinden atılan translar da [seçim] siyasetinin gürültüsünde yok sayıldılar. Mesele şu ki seçimlerle politikleşmekten anlaşılan da artık sadece, anketlerin sonuçlarını ve uyduruk uzmanların yorumlarını takip etmek haline geldi. Mevcut seçim sonuçlarının iş cinayetlerine ve kadın cinayetlerine ne etki yapacağı seçim süresince neredeyse hiç gündeme gelmedi (Feminist hareketin-kadın hareketinin açıklamaları dışında)
Şubat sonunda 3 günde 8 kadın katledildi. Kadınlar canice öldürülüyor, yakılıyor, hatta çocuklarıyla anneleriyle birlikte öldürülüyorlar. Katiller evlerin ailelerin içinden kocalar, erkek kardeşler… Erkek şiddetine boyun eğmeyip boşanmaya çalışan hatta uzaklaştırma kararı aldıran kadınlar, karakola başvurduğu halde ciddiye alınmayıp evine gönderilen kadınlar, bizzat ayrılmaya çalıştıkları ya da ayrıldıkları erkekler tarafından katlediliyorlar. Aileler cinayet, şiddet ve suç mahalleri haline gelmişken televizyonlardaki seçim reklamlarında LGBTi+ları hedef gösteren ve aileyi güçlendirmeyi vaat eden propagandalar tam hız sürüyordu.
Bu siyasetsizliğe tepki göstererek ve kadın kurtuluş mücadelesinin taleplerini seçim çalışmasının merkezine koyan en güçlü ses ise kuşkusuz DEM Partili kadın adaylardan geldi. Hatta sevgili feminist yol arkadaşımız Gültan Kışanak Ankara’dan DEM Parti adayı olduğunda, tam da siyasetin seçimlere sıkışmasına karşı seçim öncesinden başlayarak politik mücadeleyi yükseltmek için aday olduğunu söylerken kadın hareketine ve feminist harekete çağrı yapıyordu. Gültan Kışanak’ın 6-8 Ekim davasındaki savunmasında söyledikleri de aslında kadın cinayetleriyle AKP faşizminin güçlenmesi arasındaki dolaysız ilişkiyi gösteriyor.
“2016 siyasi operasyonları yapılmadan, kadın kurumları kapatılmadan önce, kadın çalışmalarının yerel yönetimlerin de desteğiyle bağımsız kadın kurumlarında güçlendiği, çalışmaların güçlü bir şekilde yürütüldüğü dönemde, Kürtlerin yaşadığı, bu partilerin seçimleri kazandığı, yönetime geldiği illerde, neredeyse kadın cinayetleri sıfırlanmıştı. Çünkü kadınlar şiddete uğrayan kadın hemen yanı başında imdat dediğinde, ona desteğe koşabilecek onlarca kurum vardı. …Yaşam riski oluştuğunda yerel yönetimlerin danışma merkezlerinden, sığınaklardan, ilk yardım istasyonlarından, alo şiddet hattından yararlanabileceğini biliyordu. Bütün illerde büyük yerleri bırakın ilçelere kadar biz kadın kurumları kurduk her yere. Diyarbakır’da “Alo Şiddet” hattını köylerde bile hizmet verebileceği hale getirdik, duyurularını yaptık. Hiçbir yerde şiddet gören bir kadın, elimi uzatabileceğim bir yer yoktu, demesin diye, onun için de kadın cinayetleri neredeyse sıfırlanmıştı. Kadın cinayetiyle katledilen kadınların cenazeleri binlerce kadın tarafından kaldırılıyordu, o cinayetin failleri cezasını yargısını bırak mahcup oluyorlardı, aileleri onlara sahip çıkmıyordu. Kadına el kaldırana ailesi sahip çıkmıyordu.”
Siyaset laiklik- siyasal İslam ikileminde salınırken burjuva muhalefetin de modern muhafazakârlık içinden siyaset yapması, kadınları sadece yoksulluk ve annelikle anan propagandanın öne çıkmasına neden oluyor. AKP iktidarı 2023 genel seçimlerinden hemen sonra, seçim öncesinde ‘söz verdiği’ gibi aileyi güçlendirmeyi, siyasal mücadelesinin merkezine koyarak 81 ilde aile çalıştayları örgütlerken, elbette bu çalıştayları kadın hareketinden, feministlerden ve hatta barolardan kaçırıyordu. Özet olarak söylemek gerekirse, feminist hareketin kazanımlarını, ideolojik üstünlüğünü ve meşruiyet alanını nasıl berhava edeceklerini tartışıyorlardı.[i] Feminizmin, 1980’lerden itibaren evlerin içine yayılan gücü karşısında, kadınların özgürlük alanlarını genişletmek için verdikleri mücadeleleri engellemek amacıyla uygulanan patriyarkal baskının tanımlandığı, erkek şiddeti, kadın cinayetleri gibi kavramları merkeze koyan bir yıpratma harekâtına başlayacakları açık. Üniversiteli kadınların eyleminde LGBTİ+ kavramı olduğu için uygulanan devlet şiddeti ve gözaltıların, yakın zamanda aileyi aşağılayarak değerleri incitme bahanesiyle uygulanacak erkek devlet şiddetinin ilk adımı olduğunu görmek gerek. Beş yıl önceki 25 Kasım davasının raftan indirilmesi de keza kadın hareketinin ve feminist hareketin bundan sonra daha sık erkek devlet şiddetinin hedefi olacağının göstergesi. (Tam da bu esnada Kadınlar Birlikte Güçlü’nün Van ile dayanışma eylemindeki engelleme ve gözaltılar tesadüf olamaz.)
AKP-MHP iktidarı önce İstanbul Sözleşmesi’nden çıktı şimdi ideolojik ve politik tahkimatını güçlendirmeye çalışıyor. LGBTİ+’ları tümüyle yeraltına iterek kriminalize etmeye çalışırken kadınların payına da evdeki erkeklerin şiddetiyle sindirilme, aileyi güçlendirme adı altında evlere hapsetme politikalarını yürürlüğe koyuyor. Ölmemek için kendine şiddet uygulayan erkeği öldüren, hayatına sahip çıkan kadınları ağır cezalara mahkûm ederken, katil erkeklerin sırtını sıvazlamaya devam etmesi somut olarak ailenin içinde erkeklerle saf tuttuğunun ispatı kuşkusuz. Elbette kadın cinayetleri karşısında canımız burnumuza geldiğinde yine sokaklara dökülerek örgütlü tepkimizi göstereceğiz. Ama şimdi tüm kadınlar aile baskısı altındayken ve burjuva parlamenter siyaset de muhafazakârlığın içinden konuşup sadece yoksulluk ve annelik üzerinden siyaset yaparken, tek başına tepki eylemleriyle yetinmemiz mümkün değil. Topyekûn aile politikalarını karşımıza alarak evlerde ayakta kalmaya çalışan kadınlara, aile dışına çıkmak erkek şiddetinden kurtulmak için politik ideolojik meşruiyet zemini oluşturmalıyız. Patriyarka, AKP iktidarı eliyle, aile içinde kadınların güçlenmesi ile kaybettiği mevzileri geri almaya çalışıyorsa, bizim de cevabı somut olarak aile üzerinden, erkek şiddetine direniş ve kadın cinayetlerinin mekânı üzerinden vermemiz gerekir.
Kuşkusuz bu arada belediye meclislerinde de çoğunluğu ele geçiren tüm CHP’li belediyelerin yasada belirtildiği üzere her 40 bin nüfus için sığınak açmasını zorlarken, Kürt halkının geri aldığı belediyelere yeniden kayyum atanmasına karşı Kürt kadın hareketi dayanışmayı güçlendirmeli ve kazanımlarımıza sahip çıkmalıyız. Yaklaşık 20 yıl önce kadın cinayetleri politiktir demişti feminist hareket, bugün de politikanın merkezini [yeniden] aile karşıtı mücadeleyle tahkim etme zamanı, başka türlü erkek şiddetini geriletmek mümkün değil.
[i] Sevgili feminist arkadaşımız Berfin Atlı’nın 18 Nisan’da KBG’nin Kadıköy’de düzenlediği söyleşide yaptığı ayrıntılı bilgilendirme için teşekkürler.