Teknolojik gelişmelere ve ‘yeniçağa’ uygun yeni kadın ve erkeklik tanımları, rolleri inşa ediliyor. Konuşma sitilimizden beğeni ölçülerimize, yaşam tarzımızdan ret kabullerimize, giyimimizden, yemek tarzımıza kadar yeni içerikler üretilerek toplum buna alıştırılmaya daha doğrusu yozlaştırılmaya çalışılıyor
Medya üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Fransız düşünür ve sosyolog Jean Baudrillard'a göre artık gerçek dünya ile imgeleri arasında ayrım yapma becerisine sahip değiliz. Baudrillard'a göre televizyon ve reklam bu simülasyon evrenine ait asal araçlardır. Baudrillard, “İmgeler bizi o kadar çok içine çeker ki artık neyin imge, neyin gerçek olduğunu bilemez hale geliriz, bunun bir önemi de kalmaz. Çünkü artık sanal dünyadan çıkıp geri dönebileceğimiz “gerçek dünya” diye bir şey kalmamıştır” der.
Evet, bizlerde trende, otobüste, arabada, evde, kafede, yolda, ayaktayken, arkadaşımızla konuşurken, yürürken… Zamanımızın büyük bir bölümünü X, facebook, instagram, tiktok gibi her yaş grubunun beğenilerine hitap eden, kanunsuz ve sınırsız sanal medya platformlarında sadece zamanı değil kendimizi ve insanlığımızı da tüketiyoruz.
Bilim ve teknoloji baş döndüren bir hızla ilerlerken sanal dünya üzerinden yaratılan manipülasyona karşı kendimizi çırıl çıplak hissediyoruz. Teknolojinin hızına yetişemediğimiz gibi tüm maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı tuşlar aracılığı ile karşılıyoruz. Aşk, sevgi, acı öfke gibi anlık hatta saniyelik değişimlere uğrayan duygularımızın hızına yetişemiyoruz bile. Beynimizin görevini parmaklarımıza devretmişiz adeta. Düşünerek hareket etmekten çok anlık imgelerin etkisiyle kararlar veren idrak, analiz, yorumlama gücünden uzaklaşarak an be an manipülasyona ve bir simülasyona doğru sürükleniyoruz.
Teknoloji ve bilişsel gelişmeleri kullanan eril sistem ve kurumları, paralarına para katmak adına insanlığı bir bilinmeze doğru sürüklüyor. Bu teknolojik gelişmelere ve “yeniçağa” uygun yeni kadın ve erkeklik tanımları, rolleri inşa ediliyor. Konuşma sitilimizden beğeni ölçülerimize, yaşam tarzımızdan ret kabullerimize, giyimimizden, yemek tarzımıza kadar yeni içerikler üretilerek toplum buna alıştırılmaya daha doğrusu yozlaştırılmaya çalışılıyor.
Nitekim iktidarların toplumu “trollemek” için ne kadar uçuk rakamlar harcadıklarını ülkemizden de çok iyi biliyoruz. Geçtiğimiz yıllarda AKP’nin devletin kaynaklarıyla beslediği trol sayısı bir video ile ortaya çıkmıştı. Sanal medyaya düşen bir görüntüde AKP’nin sanal medya için beslediği 200 bin kişilik ‘trol ordusu’ açıkça itiraf ediliyor. AKP’nin trol ordusu yöneticisi olduğunu ifade eden konuşmacı, “Sosyal medyadaki bizim 200 bin kişilik ordumuz ve o ordumuzun içinde yönetimdeyim ben. Yani sizin bilmediğiniz bir sosyal medya savaşı da veriyoruz” diyerek toplumu nasıl kırımdan geçirdiklerini de itiraf etmişlerdi.
Bu konunda sözü Abdullah Öcalan’a bırakalım. Öcalan, “Medyayı ikinci bir analitik akıl gibi kullandıklarından, toplumun direnme gücünü etkisizleştirmede çok etkilidirler. Bu silahla sanal toplum inşa ediliyor. Sanal toplum, toplum kırımın başka bir biçimidir” diyerek iktidarların sanal medyayı toplumun aleyhine nasıl kullandıklarına çok çarpıcı şekilde ortaya koyuyor.
Abdullah Öcalan’ın bahsettiği kırım, kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikten başlayıp tüm topluma sirayet ederken, eril sistem yıllardır düşünsel ve eylemsel olarak mücadele eden kadınları geriye çekmek, güçten düşürmek için yeni araç ve kavramlar üretiyor. Bilim ve teknoloji politikalarını şekillendirerek, araştırma ve geliştirme faaliyetlerini yönlendiriyor. Bu sayede hangi alanlarda teknolojik ilerlemelerin yapılacağı, bunların nasıl kullanılacağını, hangi toplum kesimine nasıl hitap edileceği, hangi görselin öne çıkarılacağı, hangi karakter ve kavramlarının alıcısı daha fazla gibi piar çalışmalar yapılıyor.
Sanal medya fenomenleri, selfi çekmek uğruna uçurumdan düşenler, trenin altında kalanlar, boğulanlar, kadın ve erkeklerin estetik çılgınlığı, sağlık adına sağlığından olanlar, dolandırılanlar, sanal medya üzerinden tanışıp evlenenler, sevgili olup aşk yaşadığını sananlar, şiddette uğrayanlar, göz zevkimizi bozanlar, her gün maruz kaldığımız cinsiyetçi dil, yaratılan erkeklikler… Tıpkı simülasyon kuramının kendisi gibi her şeyin içi boşaltılıyor, derinlikten yoksun bırakılarak özüne yabancılaştırılan toplum zamana yayılmış bir kırımdan geçiriliyor.
Örneğin; televizyon dizilerindeki erkek karakterler, sınıfsal konum, ekonomik durum ve eğitim düzeyi açısından farklılaşsalar da ortak özellikleri şiddet yanlısı olma, "korkusuzluk", "dürüstlük”, “mertlik" “mütedeyyin” ve tabii ki “yakışıklı” olma. Keza dizilerde, haberlerde, sanal medyada çokça önümüze düşen belinde silah, elinde pala, bıçakla racon kesen, “adalet dağıtan” mafyatik erkeklikle kadın ve toplum üzerindeki şiddet kabul edilir bir pozisyona getiriliyor. Yine adına modernlik ya da özel hayat denilerek dokunulmaz kılmaya çalışılan kumalığın yeni versiyonları, aldatma, çoklu ilişki, kendinden yaşça küçük kadınlarla birlikte olma vb… “modern erkeklik” medya marifeti ile gerçekleştiriliyor. Bu tür erkeklikle Abdullah Öcalan’ın dediği gibi “toplumun direnme gücünü etkisizleştirme” kadın bedeni ve zihni üzerinden kırıma uğratıldıktan sonra çocuk, hayvan, doğanın zaten direnç gücü tümden düşmüş oluyor.
“Gerçek dünya” da olduğu gibi sanal dünyada da kadınların görünüşleri ve varoluşları ile ilgili saldırı ve şiddet sarmalı sınırsızca devam ediyor. Taciz, tehdit, şantaj, linç, teşhir, kişisel verilerin paylaşılması gibi birçok siber şiddete ve zorbalığa maruz kalıyor. Kadının dekoltesi, bacakları, dudakları, saçı, konuşması, mimikleri… Neredeyse her şeyi bu alanda fütursuz bir şekilde saldırı altına alınıyor. Sanal medyada kadınların uğradığı şiddete ilişkin verilere bakıldığında: Kadına yönelik çevirim içi şiddetin yaygınlığı %85, kadınlar hangi nedenlerle dijital şiddette maruz kalıyor: Cinsiyet %62, Fiziksel özellikler %21, Yaş %13, siyasi görüş %13, etnik kimlik %4, kullanıcı dijital şiddetle en çok hangi platformlarda karşılaşıyor: Istagram %53, Facebook %35, X %19, dijital ortamda şiddette maruz kalma oranı: Erkekler %27, Kadınlar %51. Bu veriler de gösteriyor ki; kadına yönelik şiddet, nefret söylemi bir iktidar politikası olarak bilinçli ve sistematik olarak servis ediliyor.
İktidarın “sosyal medya savaşı da veriyoruz” dediği şey de tam da “hegemonik erkekliğin” inşası oluyor. Bu erkeklikle kadının, gencin, yaşlının, çocuğun direncini kırarak mücadele, düşünce ve eylemden koparmak, çarpık özgürlük alanları ve yaşamları oluşturarak bir toplumsal çürümeyi, toplumun baş aşağı gidişini hızlandırmak oluyor.
“Hegemonik erkekliğin” yaratımı olan bir şiddet çeşidine daha dikkatinizi çekmek isterim. Özel ve psikolojik savaş ya da şiddet. Özellikle politik kadınlara yönelik gerek sanal medya aracılığıyla gerekse de Kürdistan’da asker, polis, korucu, uzman çavuş gibi üniformalılar tarafından gerçekleştirilen bir şiddet çeşididir. Sanal medya üzerinden politik kadınları teşhir, karalama, itibar suikastı ile mücadeleden düşürme hedeflenir. Bir diğeri de üniformalı şiddet dediğimiz yine sanal medya üzerinde genç kadınların duygularına hitap ederek “ağlarına” düşürdükten sonra taciz, tecavüz, sistematik işkence uygulama yöntemidir.
Kadınlara yaşamı çekilmez kılan “hegemonik erkekliği”, “erkek şiddetini” manipülasyonu biraz irdelemekte fayda var. İktidarlar tarafından “dokunulmaz” kılınan bu erkeklik nedir? Neden bu kadar vazgeçilmez?
Erkeklik olgusu doğal toplumdan sınıflı-kentli-devletli topluma geçmesiyle birlikte ortaya çıkan, topluma, tarihe ve kültüre göre değişiklik göstererek güç ve iktidar üzerinden kendisini var etmiştir. Connell, erkekliğin kavramsallaştırmasını yaparken, güç ve iktidar kavramlarını merkezi bir konuma sahip olduklarına dikkat çekiyor. Connell, erkekliği toplumdaki iktidar ilişkilerini pekiştiren bir yapı olarak ele almış. Güç ve iktidar kavramlarından yola çıkarak “hegemonik erkeklik” kavramını farklı erkeklikleri inceleyerek, farklı güçlere sahip erkek olma biçimlerini ortaya koymuştur.
Sınıf, kent ve devlet kavramlarıyla birlikte şiddet, “hegemonik erkekliği” kanıtlama aracı olarak kullanılmış. Şiddet yoluyla güç ve iktidarını korumasını sağlarken, “Erkeklik ideolojisinin” zayıflamasından ve iktidarını kaybedeceğinden duyulan histeri, kaygı ve korku nedeniyle şiddeti bir araç olarak her mekân, zaman ve platformlarda kullanmıştır.
“Erkeklik ideolojisinin” zayıflamasından korkan iktidar şiddetini daha da yükseltecek ve örgütlü kötülüğünü artıracak araç ve yöntemlerini geliştirecektir. Peki, tam da bundan hareketle şu soruyu sormak elzem hale gelmiştir. Kadınlar, muhalifler, sol sosyalist devrimciler, antikapitalistlerle bu skalayı genişletebiliriz ne yapacağız? Nasıl hareket edeceğiz. Eril ağın bizi yutmasına, yok etmesine, ahlaken çürütmesine izin mi vereceğiz? Hepimiz ayrı ayrı kulvar da mı mücadele edeceğiz? Her kurum, birey, yapının kendi gündemi mi olacak? Gündemimizi ortaklaştıramayacak mıyız?