Özellikle Covid-19 salgınının yarattığı koşul ve ortamdan azami düzeyde kâr elde etmeye çalışan sistemin, bu yeni saldırı dalgası karşısında dünya kadınlarının direnişlerini ortaklaştırmaları her zamankinden daha elzemdir
Kapitalist sistemin yaşadığı derin kriz ile birlikte kadına yönelik şiddet ve cins kırımının arttığı bir süreçten geçiyoruz.
Kapitalist ulus-devletin kurulması ile kadınlar, sosyal ve politik özne olmaktan çıkarılmış, ulus devletlerin nüfuz alanı genişledikçe, kadın bedeninin, emeğinin sömürüsü de bir o kadar derinleşmiş, kadınlar iradesizleştirilerek teslim alınmak istenmiştir. Bugün salgın koşullarında erkek egemen kapitalist sistemin cinsiyetçi ve kadın düşmanı ideolojik temelleri daha görünür olmuştur. Kendini emek ve cins sömürüsü üzerinden var eden milliyetçilik ve militarizm ile varlığını sürdürmeye çalışan bu sisteme karşı en güçlü duran ve en etkili mücadele veren kadınlardır. Bu nedenle en çok saldırıların hedefinde olanlar da kadınlar olmaktadır. Bunu görmek için sadece geride bıraktığımız 2020 yılına bakmak yeterli olacaktır.
Covid-19 salgınının damga vurduğu 2020 yılında erkek-devlet şiddeti en çok kadınlara yöneldi, kadınları katletti. Gülistan Doku ve Şimon Diril olaylarında olduğu gibi kaybettirdi, Nadira Kadirova davasında olduğu gibi sayısız kadın katliamı davası cezasız kaldı. Kadın siyasetçiler ve aktivistlerin tutuklanması da teslim alma, sindirme politikasının bir parçası olarak karşımızda duruyor. Leyla Güven, Ayşe Gökkan, Şevin Alaca, Rojbîn Çetin akıllarda kalan sadece bir kaç isim.
Dünya açısından da tablo çok farkı değil. Her yerde kadınların hak, eşitlik ve özgürlük talebi sistematik bir şekilde erkek egemenlikçi bu sistem tarafından bastırılıyor. Kadınlar yaşam hakları için bile ya ölmek zorunda kalıyor ya da ölüm ile yüz yüze bırakılıyor. Dünyada yükselen kadın kırımının, kapitalist modernitenin dayandığı milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik ve bilimciliği doğrudan ve dolaylı olarak beslediği cinsiyetçiliğe paralel olarak ırkçılık ve faşizm de yükselişe geçiyor. Bu nedenle kadınların mücadelesi aynı zamanda bir anti-ırkçı, anti-kapitalist, anti-sömürgeci bir mücadeledir.
Sistem aynı zamanda kadınları yalnızlaştırmayı, tekleştirmeyi, izole etmeyi de amaçlıyor. Çünkü kadınların gücünü birbirinden, dayanışmasından, örgütlülüğünden aldığını gayet iyi bilmektedir.
Bununla birlikte giderek daha geniş yaşam alanlarına sızan militarizm, bireysel silahlanma, devlet dışı aktörlerin alan hâkimiyeti doğrudan kadınların ve çocukların yaşamına kastediyor. Sahte bir özgürlük algısına dayalı olarak fuhuşu meşrulaştırarak cinsel sömürüyü büyütme çabaları, kadın kırımının bir diğer boyutunu oluşturuyor. Yine kadının, her türlü güvenceden yoksun gayri resmi sektöre sıkıştırılarak saldırı ve sömürüye açık hale getirilmesi de bu çerçevede okunmalı. Bir bütün olarak geniş açıdan bakıldığında çok boyutlu bir kadın kırımının yürütülmekte olduğu ve erkek egemen zihniyetin Covid-19 salgın koşullarından faydalanarak kadın kırımı politikalarını bir üst aşamaya çıkarmaya çalıştığı anlaşılıyor.
Son yıllara baktığımızda aslında küresel çapta halkların hak ve özgürlük arayışlarının yoğunlaştığı bir süreçten geçildiğini gözlemlemek mümkün. Halklar ve özellikle de kadınlar daha yaşanır bir dünya için alanları terk etmiyor. Latin Amerikan'dan Hindistan'a, Avrupa'dan Ortadoğu'ya kadar tüm alanlarda her yönlü mücadele ediyor. Kadınların bu mücadelesi sisteme geri adım da attırıyor. Polonya'da büyük bir mücadele verildi. Kadınlar sürdürdükleri ısrarlı mücadeleleri ile Arjantin'de kürtaj konusunda, Fransa'da kadın cinayetlerinin femicide/cins kırımı olarak ceza kanuna girmesi konusunda önemli kazanımlar da elde etti. Ancak cinsiyetçilikle mücadele ederken radikal adımlar da atmak gerekmektedir. Acil olarak güçlü, etkili, radikal, işlevsel kadın ittifakların kurulması gerekir. Bunu gündeme taşıyabilmek için platformlar oluşturmak gerekir. Bunu küresel çapta yapabilmek için yeni yöntemler üzerinde durmak kadın örgütlerin en öncelikli görevidir. 'Örgütsüz tek bir kadın ve ev kalmasın' hedefi, kadın örgütlerinin, hareketlerinin, feministlerin tek hedefi olmalıdır. Toplumdaki bu kuşatılmışlığı kırmak, örgütlü yapılar oluşturmak ve yerel-evrensel diyalektiği sağlayarak Demokratik Kadın Cephesini konfederal yapılar üzerinden yeni bir aşamaya taşımak önemlidir. Özellikle Covid-19 salgınının yarattığı koşul ve ortamdan azami düzeyde kâr elde etmeye çalışan sistemin, bu yeni saldırı dalgası karşısında dünya kadınlarının direniş stratejilerini ortaklaştırmaları her zamankinden daha elzemdir.
Bütün toplumsal soruların temelinde kadın sorununun bulunduğu, iktidarcı erkek egemen sistemin en derin ve yapısal çelişkiyi kadınlarla yaşadığı gerçekliğinden hareket ile kadının kurtuluşu, özgürleşmesi aynı zamanda bütün düğümlerin çözülebileceği, yani özgürlük sorununun gerçek çözüme evirilebileceği noktadır. Bu da bir zihniyet devrimi ile mümkündür.
Erkek egemenlikli zihniyet ve onun yarattığı şiddet biçimlerine karşı yaşamın her alanında bir mücadele gereklidir. Kadın kimliği, cins bilinci temelinde örgütlenmiş kadınlar, yaşamın her alanında bu temelde yer alarak, mücadele ederse yeni bir yaşam modeli geliştirebilir. Özellikle Kuzey ve Doğu Suriye'de var olan kadın özgürlükçü, eşitlikçi, ekolojik, demokratik sistem başka bir yaşamın mümkün olduğunun en somut kanıtıdır.
Peki bu tespiti yaptıktan sonra, kadınlar olarak karşı karşıya olduğumuz bu sistematik savaşa, saldırıya ve kırıma karşı nasıl bir cevap oluşturacağız? Kendimizi nasıl savunacağız, nasıl karşı koyacağız, direnişi küresel çapta nasıl örgütleyeceğiz? Kadınlar olarak bir ulus olduğumuz tespitine katılıyorsak, aramızdaki farklılıklar; dil, din, renk olgularına bakmaksızın, doğu ve batı demeksizin, üst, alt sınıf gözetmeksizin hangi esaslar, ilkeler temelinde bir araya geleceğiz? Şu an yoğunlaşmamız gereken temel nokta budur.