Bugün yaşanan acıların ardından, 'neden' sorularından vazgeçmiyorsak ve depremin tanrısal bir öfkeden kaynaklanmadığını biliyorsak en azından 'çocuk odaklı afet yönetimi' talebini örgütlemekten asla vazgeçmemeliyiz
Tanrısal bir öfkeden değil çocuk odaklı afet yönetim eksikliğinden…
6 Şubat depremlerinin birinci yıl dönümündeyiz. Depremlerle birlikte yaşanan büyük kayıpların, büyük yıkımların ve ne yazık ki büyük acıların ardından bir yıl geçti. Böylesi büyük acıların ardından zaman geçse de yazmak aslında zor. Bu kadar derinden yaşanan büyük acılara ilişkin cümleler kurmak, bazen yaşanan acının derinliğine haksızlık gibi hissettirir; ya yeterince iyi anlatamıyorsak!?…
Öte yandan bunları yazmak, konuşmak zorundayız. Zorundayız çünkü tıpkı 1 Kasım 1755’de Portekiz’in Lizbon kentinde yaşanan büyük depremin, çoğu inançlı insana “neden” sorusunu sordurttuğu gibi 6 Şubat depremleri de bir benzerini bize yaşatıyor. Bir yıldır “neden?” sorusunu sormaya devam ediyoruz: Neden bunca insan yaşamını kaybetti? Neden bunca yıkım, bunca kayıp, onca büyük acılar yaşandı? Neden bir yıl geçmesine karşın çok zor koşullar devam ediyor?
Dün depremle ilgili bir söyleşide "Suçlu Poseidon mu?" başlığı vardı. Evet, Poseidon; öfkelendiğinde tridentini yere vurup depremleri yaratan Tanrı Poseidon. Ancak gerçekten "Neden?" ile başlayan soruların cevabı yine Poseidon'un öfkesinde miydi? Poseidon'un bir kez daha silahını yere vurmasıyla mı Türkiye'de on bir kentte ve elbette Suriye'de on binlerce insan yaşamını yitirdi, yüzbinlerce kişi yaralandı. Milyonlarca insan, Poseidon'un öfkesi yüzünden mi en yakınlarını, sevdiklerini kaybetti ve evsiz kaldı?
1755 yılında sorulan sorunun yanıtını tam bilemesem de bugünkü sorunun yanıtı çok açık: İnsana değer vermeyen, sadece rant odaklı kentsel politikalar, bilimsel olana düşmanlık, kötücül bir cahillik, kâr ve para hırsı; ayrıcalıklı olmanın verdiği özgüven, her şeyi yapabilirim ve bana hiçbir şey olmaz duygusu, küstahlık; sorumsuzluk ve tüm bunları sistematik ve yapısal hale getiren kamu politikaları… İmar mevzuatından çocuk koruma politikalarına, arama kurtarma mekanizmalarından yapı denetlemeye kadar hiçbir sistemin insan odaklı, yaşam odaklı, hak ve özgürlük odaklı işlememesi, işletilmemesi.
İşte insan odaklı olmayan sistemin bedeli 6 Şubat sonrasında oldukça ağır bir şekilde hissedildi. Bu bedeli ödemek ise çoğunlukla doğrudan depremden etkilenenler yüklendi, ki bu grup içerisinde belki de en fazla çocuklar bulunuyor…
Zira olağan zamanlarda olduğu gibi, deprem gibi kriz dönemlerinde de çocukların ihtiyaçları ve potansiyelleri genellikle görünmez hale gelir. Yetişkinler, krizleri kendi bakış açılarıyla çözmeye çalışır ve bu sırada ne yazık ki çocukları odağa almazlar. Üstelik yetişkinler, bu ihmalin arkasında durmak için bir dizi gerekçe ileri sürebilir. Ancak tekrar ifade etmek önemlidir: Deprem gibi kriz durumlarından çocukların etkilenme derecesi, o krizin yaşandığı ülkede var olan çocuk koruma mekanizmalarının varlığına ve etkinliğine bağlıdır.
Çocuk koruma mekanizmalarının yeterince işlemediği, sosyal devlet uygulamalarının zayıf, eşitsizliğin derin olduğu ülkelerdeki çocuklar, yaşanan krizlerden çok daha fazla etkilenmektedirler.
Peki nasıl etkileniyorlar?
Krizin niteliğine, süresine, yaygınlığına ve çocukların maruz kalma oranlarına bağlı olarak değişse de kriz dönemlerinde çocuklar yaşam kaybına ve yaralanmalara maruz kalabiliyorlar. Ebeveynlerini ve yakınlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya bırakılabiliyorlar, hatta bu kayba doğrudan tanıklık edebiliyorlar. Barınma, beslenme, temiz suya erişim, tedaviye erişim gibi temel ihtiyaçlarına ulaşmada zorluklar yaşayabiliyorlar. Eğitim hakları kısıtlanabiliyor, fiziksel, ruhsal ve duygusal iyilik halleri olumsuz etkilenebiliyor. İfade özgürlüğü ve katılım hakları engellenebiliyor; sömürü, şiddet ve zorunlu göç gibi risklere maruz kalabiliyorlar.
Çocuk Haklarına Saygılı Kriz Yönetme
Evet, depremler ve yarattığı kriz durumları kesinlikle olağanüstü durumları içermektedir. Ancak devletin bu dönemlerde çocuk hak ve özgürlüklerine dair yükümlülüğü devam etmektedir, ki BM Çocuk Hakları Sözleşmesi de bu durumu öngörmektedir.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre, kriz yönetimi ve krizle baş etme politikalarının çocuk haklarına saygılı olması gerekmektedir. Bu, politikaların çocukları krizin doğrudan etkilerinden koruması, etkilenenleri yeniden güçlendirmesi, kriz müdahale süreçlerine onların da katılımlarını sağlaması ve çocukların doğru bilgi edinmesine yardımcı olması anlamına gelir.
6 Şubat Depremlerinde Çocuklara Ne Oldu?
Ne yazık ki, 6 Şubat depremlerinin ardından Türkiye'deki çocuklar bir dizi ihlal durumu ile karşı karşıya kaldı. İlk olarak, pek çok çocuk yaşamını kaybetti. Üstelik, üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, kaç çocuğun hayatını kaybettiğini hala tam olarak bilmiyoruz. Bu yaşam kayıpları sadece deprem sırasında değil, sonrasında da, geçici barınma alanlarında çıkan yangınlar, sel felaketi ve elektrik çarpmaları gibi olaylar nedeniyle devam etti. Üstelik, bu tür olayların olabileceği önceden tahmin edilebiliyordu, ancak gerekli önlemler alınmadı. Çocuklar, bu travmatik süreçte ruhsal ve duygusal açıdan da büyük zarar gördüler. Hem kamu idaresi hem de sivil toplum örgütleri, psikososyal destek çalışmaları yürüttü; ancak bu destek her bir çocuk için yeterli olamadı. Depremlerde sevdiklerini kaybeden çocukların bazıları refakatsiz kaldı ve barınma başta olmak üzere temel ihtiyaçlara erişimde büyük zorluklar yaşadı. Eğitim hakları kesintiye uğradı, çocuklar güvenlik açısından riskli alanlarda bulunmak zorunda kaldılar. Cinsel şiddet ve çocuk ticaretine daha fazla açık hale geldiler. Göç etmek, şehir değiştirmek zorunda kaldılar ve kalabalık evlerde, elverişsiz ortamlarda yaşamak zorunda bırakıldılar. İhlal durumlarında mekanizmalar yeterince hızlı çalışmadı, yeni yaşam biçimleri (özellikle birbirine çok yakın konteynerlerden oluşan yaşam alanları) çocukların istismara maruz kaldığı durumlarda şikayetlerin geri çekilmesine ve cezasızlığa yol açtı. Özel gereksinimlere sahip çocuklar için gerekli düzenlemeler yapılamadı ve çocukların haklarına ve özgürlüklerine erişimi zorlaştı. Çocukların sesi duyulmadı, zaman zaman medya ve siyasetçiler tarafından araçsallaştırıldılar ve mahremiyet hakları göz ardı edildi.
Peki Tüm Bunlar Önlenebilir miydi?
Kesinlikle önlenebilirdi. Evet, deprem çok şiddetli ve çok yaygındı. Ancak bu ihlallerin yaşanması kaçınılmaz değildi. Çocuk odaklı bir afet yönetimiyle hiçbiri yaşanmayabilirdi.
Çocuk odaklı afet yönetimi, mevcut afet yönetim planlarının temel gereksinimlerini karşılamayı öncelikli hedef olarak belirler. Aynı zamanda kriz yönetimi ve risk yönetimi alanlarında çocukları gözeten bir yaklaşımı içerir. Afet durumlarında çocukların özel ihtiyaçlarına ve güvenliklerine öncelik veren bir stratejiyi ifade eder. Çocuk odaklı afet yönetimi çocukların hayatta kalma, korunma, iyileşme, katılım ve bilgiye erişim gibi haklarını ve özgürlüklerini koruma amacını taşır. Bu tür bir yönetim, çocukların özel ihtiyaçlarına odaklanarak eğitim, sağlık, beslenme, koruma ve psikososyal destek gibi konularda öncelikli önlemler almayı içerir. Ayrıca afet öncesi, sırası ve sonrası dönemleri kapsayan bütünlüklü bir stratejiyi kapsar. Bu stratejide çocukların güvenliği ve refahı için gerekli önlemler alınır, eğitim kurumları, barınma alanları ve sağlık hizmetleri gibi çocukların yoğun olarak bulunduğu alanlara özel dikkat gösterilir.
Bugün yaşanan acıların ardından, "neden" sorularından vazgeçmiyorsak ve depremin tanrısal bir öfkeden kaynaklanmadığını biliyorsak en azından "çocuk odaklı afet yönetimi" talebini örgütlemekten asla vazgeçmemeliyiz.