1946 yılında bakanlar kurulu toplantısında Şam’da Kürtçe basılmış olan Cegerxwin kitabının Türkiye’ye girişinin yasaklandığını ve bulunanların da toplattırılması kararı[3] yanı sıra daha birçok karar bize Kürtçe kitap, dergi, gazete ve hatta yayınlanan herhangi bir broşürün bile Türkiye’ye girişinin yasaklandığını göstermekte
Bu topraklarda en çok çarpıtılan ve başkalarına aitken sahiplenilen başat şey tarihtir. Doğrular uzaktadır; temeller yalanlar üzerine kurulmuştur, haklıyla haksızın yer değiştirdiği bir zeminde yaşanmaktadır. Bu yalanlara öylesine içten inanılır ki, doğrunun sahibi bile zaman zaman kendinden şüphe etmek zorunda kalır. Neden-sonuç ilişkisi bir karmaşaya dönüşür ve çoğunluk; sonucun, ilk neden olduğuna inanmaktan, bu inançla da sürekli bir kötülüğe hizmet etmekten geri duramaz. Yüzyılı aşkın bir geçmişe sahip bu cumhuriyetin ilk yıllarında temelleri atılmış ve bugün hala geniş bir kitle tarafından inanılan yalanlar, Kürtlerin hayatının tam merkezine yerleştirilmiştir: ‘Kürtler yok’, ‘Kürtçe yok’, ‘Kürtleşmiş Türkler’, ‘kart-kurt’… Ardından gelen dil yasakları… Elbette bu yazı cumhuriyet dönemine odaklansa da, bahsedilen yasakların kökü Osmanlı’nın son dönemlerine kadar uzanır. Ben de bu yazıda Kürtçenin karşı karşıya kalmış olduğu devlet politikasını kısaca birkaç arşiv belgesiyle ele almak istedim.
Doksanlı yıllar; yaşatılanlar, işlenen kötülüklerle o kadar derin ve canlı bir şekilde zihnimize yerleştirilmiştir ki, geçmişimiz ve geleceğimiz adeta bu zaman dilimine hapsedilmiştir. Günlük dilde, siyaset alanında ve yaşadığımız pek çok durumda, çoğunlukla bu dönem üzerinden düşünür, değerlendiririz. Oysa 90’lar, cumhuriyet öncesinde başlayan ve cumhuriyet döneminde derinleştirilen yok etme ve asimilasyon politikalarının yalnızca yakın tarihteki bir devamıdır. Kaybedilmeler, öldürmeler, sürgünler, kadınlara yönelik tecavüzler, kız çocuklarının alıkonulması; eğitim adı altında kız ve oğlan çocukların Türk ailelere verilmesi, başka şehirlere gönderilmesi…
Türkiye’nin sınırları olarak görülen dört bir tarafın izlenmesi, denetlenmesi ve baskılanması yetmemiş; bu sınırların dışındaki dört bir yan da yakın takibe alınmıştı. Rusya’daki Sarp köyünde Kürtçe eğitim veren okullardan, Mısır’da Kürtçe basılan gazete, kitap ve broşürlere kadar her şeye karşı önlem alınması ve bunların katiyen sınırdan içeri sokulmaması hedeflenmiş. Düşünün ki, Kürtçe mevlit kitapları bile yasaklanmış. 2009 yılında Kars’ta gözaltına alındıktan sonra tutuklanan ve Kürtçe mevlit okuduğu gerekçesiyle 7 yıl 8 ay hapis cezası verilen, 76 yaşındaki hasta ttutsak Ali Boçnak cezaevindeyken yaşamını yitirdi.[1] Ardından yapılan açıklamada, Boçnak’ın ‘Kürtçe mevlit’ sebebiyle tutuklanmadığı öne sürüldü. Ancak bilenler bilir, Kürtçe Mevlit okumanın da bu ülkede yasaklandığını. 1951 yılında tarihe geçen bir belgede Kürtçe mevlit kitabının Türkiye’ye girişinin yasaklandığını göz önünde bulundurunca bunun sürekliliğini ve bağlayıcılığını iyi bir şekilde ortaya çıkarmış oluyoruz.

Kaynak: Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-2, Yer Bilgisi, 126-70-16, Belge Tarihi: 27.09.1951.
Bu belge incelendiğinde Muamelat umum Müdürlüğü Kararlar Müdürlüğüne bildirilen kararda; “Kürtçe yazılı mevlit kitabının türkiye’ye sokulmasının ve dağıtılmasının menedilmesi; İçişleri Bakanlığının 22/9/1951 tarihli ve 91177/13/52636 sayılı yazısı üzerine, 5680 sayılı kanunun 31 inci maddesine göre; Bakanlar Kurulunca 27/9/1951 tarihinde kararlaştırılmıştır”[2] denilmiş ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın imzası ile bu belge tarihte yerini almıştır. Bu durum aslında dini bir metnin bile Kürtçe yazılmış olmasının tehdit olarak görülmesi, doğrudan Kürtçeye yönelik bir politika olduğunu göstermektedir. Ve bu yok edilme durumuyla karşı karşıya kalan Kürtler canlarıyla birlikte Kültürlerini de korumak için başta dilini korumak zorundaydı.
Soykırım yalnızca fiziksel varlığın ortadan kaldırılmasıyla sınırlı değildir; kültürel unsurların, özellikle de dilin yok edilmesi de bu kapsamda değerlendirilmelidir. Zira dil, bir halkın kültürel hafızasının ve kimliğinin en temel taşıyıcısıdır. Dolayısıyla bir dilin sistematik olarak bastırılması ya da kamusal yaşamdan dışlanması, doğrudan kültürel soykırımı beraberinde getirir. Bu bağlamda, Türkiye’de yaklaşık bir asırdır sürdürülen devlet politikalarının Kürt diline ve dolayısıyla Kürt kültürel varlığına yönelik ciddi tahribatlar yarattığı görülmektedir.
Örneğin biz bugün yazının ilk icadına denk düşen uygar devletlerden Sümerlerin, Akadların ne ve nasıl yaşadığını kil tabletlerden öğrenebiliyoruz. Söylemler zamanla zayıflamış ya da mevcudun içinde erimiş olsa da bu toplulukların-toplumların siyasi-sosyal-ekonomik yaşantılarını bu tabletlerden takip edebiliyoruz. Bu açıdan bakıldığında dilin; yazı-eğitim-ticaret alanında kullanılabilir kılınmasının, kültürü ne kadar hayatta tuttuğuna aktardığına da tanık oluyoruz. Ancak çok köklü bir geçmişe sahip Kürtlere ait yazılı tarih Orta Doğu’da egemen devletlerin kısıtlamalarıyla, o kadar sık baskı ve imha politikalarıyla karşı karşıya bırakılmış ki Kürtlerin yüzyıl öncesini bile istenilen düzeyde okumakta zorlanabiliyoruz. Ve olabildiğince kalıcı olarak aktarılabilecek tarihimizi ortadan kaldıranlar aynı özveriyle de gerçekten bu tarihin olmadığına bizleri inandırmaya çalıştılar.
Bu ülkede yaşayanlar olarak çok iyi biliriz ki, bize dair hiçbir şey yoktur. Her ne kadar uzay çağında yaşadığınıza inansanız da birden karşınıza şu sorular çıkabiliyor: ‘Alfabeniz var mı ki diliniz olsun?’, ‘Kürdistan dediğiniz neresidir?’, ‘Evleriniz beton mu ki?’, ‘Allah Kürtçe biliyor mu ki?’, ‘Bir kültürünüz var mı ki?’… ve bunun gibi yüzlercesi. Öyle ki doktora gideriz, Türkçe bilmediğimiz için kendimize kızarız; markete gideriz yine kendimize kızarız. Toplu taşımada, sınıflarda, sokaklarda… Hep daraltılmış bir alan, hep içten içe bir öfke…
Annelerimiz, dedelerimiz Türkçe ile muhatap olduğunda hep bir cahilmiş gibi muamele görür. Bazen öyle rutinleştirilmiştir ki bu durum; fark etmek, sorgulamak, buna itiraz geliştirmek neredeyse imkansız hale gelir. Yüz yıldır Kürtler ‘medenileştirilmesi gereken geri kalmış varlıklar’ olarak öyle açık ya da örtük işlendi ki bu toplumun zihnine, “bir” Kürt suç işlediğinde hemen ‘malum ırk’ oluveririz.
Oysa tarihin bize dediğini artık daha iyi duyuyoruz. Bu topraklarda yani kendi toprağımızda dilimizin kabul görmemesinden de öte başka hiçbir yerde kabul görmemesi için üstün bir çaba sarf edildi. Ve bunu da gizliliği kaldırılmış belgelerden de bugün daha iyi izleyebiliyoruz.
1946 yılında bakanlar kurulu toplantısında Şam’da Kürtçe basılmış olan Cegerxwin kitabının Türkiye’ye girişinin yasaklandığını ve bulunanların da toplattırılması kararı[3] yanı sıra daha birçok karar bize Kürtçe kitap, dergi, gazete ve hatta yayınlanan herhangi bir broşürün bile Türkiye’ye girişinin yasaklandığını göstermekte.

Kaynak: Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-2, Yer Bilgisi, 106-68-19, Belge Tarihi: 04.10.1944.
Bunun birkaç örneği;
1925 yılı gibi cumhuriyetin başında es-seyyid hüseyin hazeniyyü’l-Hüseyni tarafından yazılan Gonca-i Baharadlı ismindeki kitabın Türkiye’ye girişi yasaklanmış[4]
1937 de Şeyh Said tarafından doldurulmuş Kürtçe plağın Türkiye’ye girişi yasaklanmış. [5]
“1938 yılında Şam’da Dr. Kamuran Ali Bedir-Kan tarafından bastırılan Elifbeya Mın adlı Kürtçe kitabın yurda sokulmaması”[6]
1948 “Arap Semo’nun yazdığı Beyrut baskılı Kürtçe Şivane Kürt adlı kitabın yurda sokulmasının yasaklanması”[7]
1949 “Bağdat’da İbrahim Ahmet tarafından Kürtçe çıkarılan Kelovij ve Yadigarı Levan adlı dergilerin yurda sokulmasının yasaklanması ve mevcutlarının toplattırılması”[8]
1951’de ırakta yayınlanan Elmürşit adlı Kürtçe lügatın Türkiye’ye sokulması yasaklanmış.[9]
1951 de Kürtçe yazılmış mevlit kitabının Türkiye’ye girişi yasaklanıyor.[10]
Bunlara benzer bilgilerin yer aldığı daha birçok belge mevcut. Bu belgelerden anlıyoruz ki bu süreç sadece kitaplarla sınırlı kalmamıştır. 1944 yılında Bağdat Radyosu’nun Kürtçe haber servisinin süresini günlük iki buçuk saate çıkarması bile Türkiye’nin Bağdat Büyükelçiliği tarafından Dışişleri Bakanlığı’na bildirilmiştir. Aynı şekilde, Irak’ta ilkokul kitaplarının Kürtçeye çevrilmesi ve öğretmenlerin buna göre seçilmesinden, Rusya’nın bir köyünde açılan Kürtçe eğitim veren okula kadar derin bir takipten bahsediyoruz. Bağdat’taki Amerikan Büyükelçiliği tarafından kullanılan Kürtçe broşürlerle ilgili harekete geçilmiş, Radyolardaki Kürtçe yayınlar izlenmiş, Kürtçe yazılmış kitaplar toplatılmış. Hatta Kürtlerin yaşadığı yerlerde, Kürtçe eğitim veren okullar bile fişlenmiş.
Bunlar sadece dil yasakları değil; bunlar bir halkın belleğini silme girişimi, kendisini var edebileceği herhangi bir alanın tanınmamasıdır.

Kaynak: Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi,
Ve bu yasakların, Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Adnan Menderes, dönemlerindeki yazışmalarda görülüyor olması, yine özellikle doksanlarda yaşayanlar iyi bilir; Kürtçe dergi, kitap ya da herhangi bir kağıt parçasının yasak olması; taşıyan, kullanan birinin bulunduğunda cezalara, işkencelere tabii tutulması devlet merkezli bu politikanın sürekliliğini göstermektedir. 2000li yıllar da bundan geri kalmamıştır; her ne kadar sokakta Kürtçe konuşabiliyorsunuz vs. söylemleriyle karşılaşsak da hafifletilmiş gibi görünmesine rağmen aynı politikaların davam ettirildiğini söyleyebiliriz. Başta eğitim alanı olmak üzere kamusal alanın dışına itilmiş bir dilden bahsediyoruz. Özellikle Kürtlerin; çocuklarımız anadilinde eğitim alma hakkına sahiptir diyerek 2014 yılında açmış olduğu ilkokul-ortaokul düzeyi özgür okulların askeri personel ve araçlarla basılması ve bu okulların mühürlenmesi de bu sürekliliğin devamıdır.

Kaynak: Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-2, Yer Bilgisi, 106-68-19, Belge Tarihi: 04.10.1944.
Kürtçeye yönelik uygulanan baskıların telafisi, sadece bireysel bir hak meselesi değil, aynı zamanda kültürel sürdürülebilirlik açısından da zorunluluktur. Telafi süreci ise yalnızca sembolik adımlarla, örneğin seçmeli ders uygulamalarıyla değil; kapsayıcı, sistematik ve anayasal düzeyde tanınan bir dil politikasıyla mümkündür. Mevcut durumda “seçmeli Kürtçe ders” uygulaması yürürlükte görünse de çeşitli bürokratik ve ideolojik engellemeler bu hakkın fiilen kullanılmasını çoğu zaman imkânsız kılmaktadır.
Dil, eğitim, kültür gibi alanlarda anayasal güvenceler sağlanmalı. Ve elbette, sadece yüzleşme değil, özür ve telafi mekanizmaları devreye girmelidir. Ve bu sadece Kürtlerin değil, bu topraklarda birlikte yaşamak isteyen herkesin ortak meselesidir. Bundandır ki bir halkın yasaklanmış, gelişimi kapatılmış, sonraki nesil ile bağı kopartılmış diline karşı işlenen suçlar için bir yüzleşme, özür ve telafi ile ele alınacak başlıca konulardan biri olur. Bir halkın soykırımı sadece bedenlerin oradan kaldırılmasıyla gerçekleşen bir şey değildir, asıl bir halkın dilini öldürdüğünüzde o soykırımın en ağırını işlemiş olursunuz. Kadınlar, anadillerini bilmedikleri için sağlık hizmetine bile ulaşamıyor. Bugün hala birçok Kürt kadın, kamusal alanda kendini ifade etmekte zorlanıyor. Hala Kürt çocuklar anadilinde eğitim alamıyor… Bu, dil yoluyla işlenen çok katmanlı bir eşitsizliktir her yerde varlığını sürdürüyor. Anadili kamusal alanda da evde de sokakta da her yerde ve her alanda haktır ve vazgeçilmezdir.
Son Not:
*Türkiye’ye girişi yasaklanan Kürtçe kitap, dergi, gazete ya da Kürtlerle ilgili başka bazı yazışmaların gizli tutulması için kullanılan cümle.
*Bazı yazım yanlışları alıntı yapıldığından düzeltilmemiştir.
[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/09/24/kurtce-mevlit-okudugu-icin-tutuklanan-76-yasindaki-ali-bocnak-cezaevinde-oldu
[2] Yer Bilgisi: 126-70-16, Dosya Ek: 52-233, Belge Tarihi: 27.09.195, Kurum: 30-18-1-2 / Kararlar Daire Başkanlığı (1928-)
[3] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-2, Yer Bilgisi, 106-68-19, Belge Tarihi: 04.10.1944.
[4] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-1, Yer Bilgisi, 14-48-14, Belge Tarihi: 05.08.1925.
[5] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-2, Yer Bilgisi, 71-8-6, Belge Tarihi: 28.01.1937.
[6] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-2, Yer Bilgisi, 128-29-13, Belge Tarihi: 14.04.1952.
[7] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-2, Yer Bilgisi, 117-75-13, Belge Tarihi: 18.10.1948.
[8] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-2, Yer Bilgisi, 120-71-7, Belge Tarihi: 22.09.1949.
[9] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-2, Yer Bilgisi, 125-29-8, Belge Tarihi: 11.04.1951.
[10] Devlet Arşivleri Başkanlığı Cumhuriyet Arşivi, Kurum: 30-18-1-2, Yer Bilgisi, 126-70-16, Belge Tarihi: 27.09.1951.