Geçiş dönemi adaleti denince akla ilk gelen örneklerden biri Güney Afrika’dır. Irkçı Apartheid rejimi ile Afrika Ulusal Kongresi (ANC)’nin lideri Nelson Mandela arasında yürüyen görüşmeler neticesinde gelişen barış süreci, pek çok açıdan dikkatle incelenmesi gereken bir başka deneyim. Çocuklar açısından bakacak olursak, bu deneyimde de özgün yüzleşme ya da onarım mekanizmalarının yaratılmadığını, çocukların tanıklıklarıyla yetinilen bir süreç işletildiğini görebiliyoruz
Çatışma ve savaş odaklı politik yaklaşım ve sistemler tekçi, eşitsiz ve adaletsiz yaşam biçimleri hedefler. Ya da tam tersi, adil olmayan, eşitlik karşıtı sistem ve yönetimler çatışma ve savaş ortamlarına zemin sunar. Buna karşın bu tür sistem ya da adaletsizliklere karşı çıkan, aksi için mücadele edenler ise durmaksızın çabalar. Barış söylemleri ve mücadelesini güçlendirmek, bu mücadeleye toplumsal dahiliyeti sağlamak oldukça önemli bir yerde durur. Savaşın temsil ettikleri yalnızca fiziksel yıkımla sınırlı değil; hakikat odur ki çok daha derindir. Gündelik hayata etkileri, sokağa yansıması, toplumsal yaşama verdiği zararlar oldukça ciddi düzeylerdedir. Bireysel ve toplumsal yaşamın hemen hemen tüm damarlarına sirayet eden bir düzensizlik inşa eder.
Toplumun tüm kesimlerine ve dahi yaşamın her alanına yansıyan savaş düzeninin sonlandırılması ve barış inşası bu açıdan kritik önemdedir. Öyle ki, toplumun bu sürece dahil olması barışın kalıcılaşması için yaşamsal derecede gereklidir. Tıpkı savaş gibi canlı ve çok damarlı bir olgu olan barışı basitçe, toplumun her kesiminin kendini var kılabildiği, öz kimlik ve düşünceleriyle kendini gerçekleştirebildiği, bunun elinden alınmayacağının güvencesinin sağlandığı bir ortam olarak düşleyebilir miyiz?
O noktaya ulaşabilmek için yürütülen anlaşma hâlinde ise hakikati konuşmak gerekir. Yaşananlarla yüzleşmek, yaşanan kayıpları onarmak gerekir. Bu onarım yer yer adaletin tesisiyle, yer yer sorumlulukların kabulüyle olur. Toplum ve hak temelli bir uzlaşının esas alınması gereken bu tür süreçlerde, hakikate ulaşma niyeti kalıcı barışa giden yolun mihenk taşıdır. O nedenledir ki, bugün çokça dillendirildiği üzere, pozitif barış için geçmişle yüzleşme olmazsa olmazdır.
Dünyada giderek artan ayrımcılık, demokrasiden uzaklaşma, evrensel ilkelerin ihlali ve savaş hâlinin yaygınlaşmasının orta yerinde barış için sarf edilen çabalar, çocukları da kapsayan bir süreci içermelidir. Yetişkinlerin zaman zaman hakikati örten ya da çarpıtan düşünce ve söylemlerinin aksine, savaşın tüm etkilerinin orta yerinde olan çocuklar çoğu zaman hakikatin özüyle uyumlu fikir ve söylemler ifade ederler çünkü.
Barış inşasının çok boyutlu, hassas ve zorlu bir mücadele süreci olduğu ortada. Bu yazıda ben, çeşitli dünya deneyimlerine dair genel bir gözlem yaparak bugün kendi coğrafyamızdaki barış arayışlarında çocukların da aktif olarak katılımını sağlamak için bir bakış açısı oluşmasını amaçlıyorum. Çünkü hiç bıkmadan söyleyebilirim ki, bu tür süreçlerde ve sonrasında çocukların sesine kulak verilmesi barışın kalıcılaşması ve çözümlerin kapsayıcılığına katkı sunar.
Balkan coğrafyasında Soğuk Savaş sonrasında yaşanan çatışmaların, etnik milliyetçiliğin soykırım düzeyinde gerçekleştiği Bosna Savaşı’nın ardından, 1995 yılında imzalanan Dayton Barış Anlaşması bir barış inşası deneyimi olarak önümüzde duruyor. Çatışmaları sona erdiren tarafıyla uluslararası hukuk açısından bir başarı örneği olarak lanse edilmesi karşısında, masa başında yapılan bu barış antlaşmasının toplumsal karakterinin silikliğini vurgulamak önemli. Dayton Anlaşması, anayasal bir çerçeve sunarak silahlı çatışmaların sona ermesini sağlamış olsa da barışın sivil tarafını inşa etmekte zayıf kalan bir özellik taşıyor. Bundan hareketle, binlerce çocuğun ve sivilin yaşamını yitirdiği çatışmalar sonrası gerçekleşen çözüm süreciyle Bosna örneği, barış inşasında toplumsal kesimlerin katılımının zayıf kaldığı bir örnek olarak değerlendirilebilir.
Dünya üzerinde en uzun süre devam eden ve hâlâ çözüme kavuşmamasıyla bilinen Kolombiya İç Savaşı, merkezi hükümete bağlı ordu ve ulusal güvenlik güçleri, gerilla örgütleri, paramiliter gruplar ve uyuşturucu ticareti yapan örgütler gibi silahlı olarak çatışan çok aktörlü bir iç savaş. UNICEF’in 1997 tarihli Cape Town İlkeleri ışığında bakacak olursak, Kolombiya’da 30.000’in üzerinde çocuğun doğrudan silahlı çatışma süreçlerine dahil olduğunu öğreniyoruz. Tarihsel ve evrensel düzeyde edinilen tüm tecrübeler karşısında oluşan ilkeler ve uluslararası hukuk çerçevesinde, çocukların çatışmalardan korunması, barış süreçlerine dahil edilmesi sadece etik açıdan bir gereklilik değil, siyasi açıdan bir zorunluluk olarak da kabul ediliyor. Kolombiya’da yürütülen barış sürecinde, FARC militanı olarak çatışmalara dahil olan çocukların tanıklıkları yalnızca yargı sürecinin değil, toplumsal hakikatin de bir parçası olarak görülüyor. Geçiş dönemi adaleti veya geçiş hukuku sürecinde, çocukların yaşadığı travmalar ve tanıklıklar kolektif hafıza mekanizmalarına dahil edilerek, orada barışın hakikatin dillendirilmesiyle başlayabileceği esasıyla hareket ediliyor. Bugün çocuk hakları konusunda önemli ilerlemeler sağlanmış olsa da sistematik eşitsizliklerin var olduğunu, ihlallerin hâlâ ciddi boyutlarda olduğunu vurgulamak gerekir. Kolombiya örneğinde görüyoruz ki, defalarca denenen barış arayışları siyasi irade eksikliği, toplumsal kutuplaşma, toplumsal adalet duygusunu tatmin edecek düzenlemelerin uygulamada yer bulmaması ve yapısal eşitsizlikler gibi pek çok sebeple nihayete ermiyor. Mevcut Cumhurbaşkanı Gustavo Petro’nun seçilmesiyle yeniden filizlenen barış umudu, dağınık bir şekilde yürüyen barış arayışı sebebiyle yerini bugünlerde yine krize bırakmış durumda.
Her deneyimin kendine özgünlüğünün bir diğer örneğini temsil eden Nepal’de, Nepal Komünist Partisi ve devlet arasında yaşanan çatışmalar sonrasında gelişen barış süreci rejim değişikliğiyle gerçekleşiyor. İçeriğinde barındırdığı pek çok sorunla birlikte — etnik ayrımcılıklar ve kast sisteminin en ağır etkilerini kadınlar ve çocuklar üzerinde göstermesine rağmen, barış anlaşmasının imzalanması ve uygulanma sürecinde kadınların katılımının sınırlı kalması gibi — önemli bir deneyim olarak dikkatle incelenmeyi hak ediyor. İmzalanan barış anlaşması sonrasında kurulan Barış ve Yeniden İnşa Bakanlığı ve bu bakanlık çatısı altında gerçekleştirilen birtakım çalışmalar ile barışın inşası sürecinde sivil toplumla çalışma deneyimi, olumlu-olumsuz yönleriyle dikkat çekiyor. Yaygınlaşmadığı ya da işlevsiz bırakıldığı gibi eleştirilere konu olsa da örnek alınabilecek barış eğitimi, kayıp şahıslar komisyonu, hakikat ve uzlaşı komisyonu, barış inşası için oluşturulan komiteler gibi deneyimler barındırıyor. Nepal deneyimi, barış süreçlerinin farklı toplumsal kesimlerin içinde yer aldığı, sorunlara ve çözümlerine samimiyetle ve sürdürülebilir temelde yaklaşmak gerektiğini vurgulaması açısından önemli.
Hayırlı Cuma Anlaşması olarak da anılan Belfast Anlaşması, İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ile İngiltere arasında yaşanan çatışmalar ardından gelişen, bir başka oldukça öğretici barış deneyimi. Bu deneyimin özgünlüğü, müzakerelerin gizli bir şekilde yürütülmesi ve uluslararası desteğin etkisi üzerinden gelişir. Ancak Kuzey İrlanda barış deneyimi, sivil toplumun dahiliyetiyle örnek teşkil ettiği bir deneyim olmasıyla da biliniyor. Buradaki sürece çocuk açısından baktığımızda ise çatışmalardan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen çocukların barışçıl bir gelecek inşasında özne olmaktan yine uzak tutulduklarını görüyoruz. Sivil toplum örgütlerinin özellikle diyalog toplantıları ya da gençlik programları gibi çalışmaları ile çocukların seslerinin duyulabildiğini bilsek de bu, barışın hâkim kılınacağı yeni bir yaşam inşası için anlamlı bir katılımdan uzak bir nitelik taşıyor.
Ulus-devlet modelinin tekçi, merkeziyetçi yapısı, etnik ve dini ayrımcılıklar ve eşitsizlikler yaratmasıyla gelişen savaş ve çatışmalar sonrası gelişen bir diğer çatışma çözüm ve barış süreci örneği, İspanya’daki Bask deneyimidir. Franco diktatörlüğüne karşı başlayan direnişin 50 yılı aşkın süren çatışmalı bir döneme evrilmesi, örgütün silahlı mücadeleyi sonlandırarak siyasi mücadele yöntemine geçişini ilanı ile tamamlanıyor. Güvenlikçi politikaların yerine demokrasi ve toplum temelli bir yaklaşımın benimsenmesiyle de bu deneyim önemli bir yerde duruyor. Toplumsal kesimlerin aktif katılımlarıyla da şekillenen bir deneyim olan Bask bölgesinde gelişen model, konu çocuklara geldiğinde çocukların burada da aktör olmadıkları bilgisini önümüze seriyor. Bununla birlikte, aşağı yukarı tüm deneyimlerde olduğu gibi burada da barış sonrası çocukların özellikle travmaları üzerine çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Bask örneğinde, geçmişle yüzleşme ve hafıza çalışmalarının önemli bir noktada çocukları da dahil eden kıymetli bir yaklaşımla yürütüldüğünü söyleyebiliriz.
Geçiş dönemi adaleti denince akla ilk gelen örneklerden biri Güney Afrika’dır. Irkçı Apartheid rejimi ile Afrika Ulusal Kongresi (ANC)’nin lideri Nelson Mandela arasında yürüyen görüşmeler neticesinde gelişen barış süreci, pek çok açıdan dikkatle incelenmesi gereken bir başka deneyim. Çocuklar açısından bakacak olursak, bu deneyimde de özgün yüzleşme ya da onarım mekanizmalarının yaratılmadığını, çocukların tanıklıklarıyla yetinilen bir süreç işletildiğini görebiliyoruz. Çocukların özne olarak kabulüne dayanmayan bir süreç olmasına rağmen, yapılan yeni anayasada çocuk haklarına yer verilmiş olmasını bir kazanım olarak değerlendirmek mümkün.
Bir diğer Afrika ülkesi olan Sierra Leone’de yaşanan iç savaş sonrası kurulan Gerçek ve Uzlaşı Komisyonu ile ise nadir bir deneyim yaşanıyor. Çocuklar, Lome Barış Anlaşması imzalanıp Devrimci Birleşik Cephe (RUF)’un siyasi yaşama katılmasına kadar geçen çatışmalı süreçte çok ciddi boyutlarda hak ihlallerine maruz kalıyor. Sierra Leone barış süreci, geçiş dönemi adaleti sürecinde çocukların aktif olarak yer aldığı bir deneyim olarak özellikle incelenmeyi hak ediyor. Çocukların özel oturumlarla dinlendiği bir süreç işletilerek, çocukların bizzat katılımıyla hazırlanan rapor ile barış sonrası süreçlerde yapılması gerekenlerin bizzat çocuklar tarafından belirlendiği bir örnek olma özelliğine sahip. Bu deneyim de içeriğinde eksiklikler barındırsa da, çocukların çatışma çözüm ve barış sürecine kendi hakikatleri ve taleplerini anlamlı bir katılımla taşımış olmaları açısından değerli.
Suriye’nin siyasi, ekonomik ve toplumsal açılardan karmaşık, çok çeşitli ve ağır sorunlarının bulunduğu bir düzlemde, Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin hâkim olduğu alanlarda ise farklı bir toplumsal model inşa ediliyor. IŞİD gibi barbar bir örgüte karşı kazandıkları zafer sonrası, farklı dil ve inançları kapsayan, eşitlikçi ve katılımcı bir yaşam anlayışıyla barış kültürünün esas alındığı bir yaşam inşasının pratikleştirildiğini görüyoruz. Çocuk Koruma Ofisi gibi mekanizmalarla çocukların haklarını ve refahını önceleyen çalışmalar da yürütülüyor. Bu noktada, çocuk hakları konusunda ayrıntılı hükümler içeren bir Çocuk Kanunu karşımıza çıkıyor. Bu kanun ile çocukların silah altına alınmasının yasaklandığını, eğitim gibi temel haklarının güvence altına alındığını, yine çocukların çalıştırılmasının yasaklandığını öğreniyoruz. Siyasal-toplumsal açıdan karar alma süreçlerinde çocuklar özne rolünde olmasa da, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten, çok dilli ve barışçıl bir eğitim müfredatının mevcudiyeti dikkat çekiyor. Çocuklar için barışın bugününü inşa etmesi bakımından Rojava, önemli bir örnek olarak karşımızda duruyor.
Oldukça genel bir bakışla değindiğim tüm bu dünya deneyimleri, savaşın yetişkinlere kıyasla daha fazla etkilediği çocukların barış süreçlerinden ayrı tutulmaması gerektiğini vurgulaması açısından önemli. Barış inşası yaşamın her alanını kapsamalı, toplumun tüm kesimleri bu sürece dahil edilmelidir. Bu doğrultuda çocukların sesinin dinlenmesi, talep ve ihtiyaçlarının gözetilmesi kalıcı bir barış için kritik bir rol oynar.
Dünya deneyimlerindeki pratiklerin aksine, barış süreçleri çocukların sadece travmaları ve etkilenmişlikleri ile sınırlı katılımlarına dayalı bir yaklaşımla şekillenmemelidir. Demokratik toplum inşası ve adalet tesisinde, öznellikleriyle birlikte çocukların bilgi ve fikirleriyle de yer aldıkları bir perspektif oluşturulmalıdır. Barış inşasında çocuklar, toplumun diğer bileşenleriyle birlikte bu sürece katkı sunan birer özne olarak görülmeli; demokratik, barışçıl ve adil bir toplumsal sözleşme, çocuk merkezli bir yeniliği benimsemiş olmalıdır. Her dünya deneyiminin çeşitli sosyo-politik ya da jeopolitik nedenlerle farklılıklar içermesi kaçınılmaz olandır. Ancak edinilen tecrübeler, içinde bulunduğumuz sürecin bu deneyimlerin ötesine geçen bir perspektif ve demokratik toplum idealine yönelmesini zorunlu kılar.