Virginia Woolf: Bir kadın olarak benim ülkem yoktur, bir kadın olarak bir ülke de istemiyorum, bir kadın olarak tüm dünya benim ülkemdir…
7 ekim günü HAMAS bir konser için toplanmış eğlenen, dans eden, şarkı söyleyen, gülen bir grup sivil insana saldırıp binden fazlasını canice katledip, iki yüzden fazla insanı da esir alarak büyük bir çatışma başlattı. Kadınların çıplak bedenlerini sergileyip, bacaklarını üstlerine atıp, resimler çektirip medyaya servis ettiler. Taciz ve tecavüz haberleri ardı ardına sıralanmaya başladı. Bir kadın olarak bu fotoğraflara ve görüntülere bakamadım. Erkek egemen sistem yine savaşmaya başlamıştı ve ilk olarak kadın bedenini sergileyerek, savaştan elde etmek istedikleri zaferi sağladıklarını gözümüze sokmaya çalışıyorlardı.
Uzun yıllardır çatışma alanlarından kadın savaşçıların çıplak bedenlerinin sergilendiği bir coğrafyadan kadın olarak tüm travmalarım tetiklendi. Çıplak bedeni sergilenip ailesine seyrettirilen gerilladan, sadece kadın oldukları için köleleştirilip kadın pazarlarında satılan ve yıllarca ulaşılamayan Ezîdî kadınlar geldi gözümün önüne. Biz 20. yüzyılın son çeyreğinde dünyaya gelmiş kuşaklar, 21. yüzyılın ilk çeyreğini uzay yolculukları, teknolojik gelişme ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin varoluşu ile hayal ediyorduk. Oysa ki kabuslarımızda bile görmek istemeyeceğimiz türden savaşlarla karşılandık.
Ağız değiştiren ikiyüzlülük
Bütün bu olanlardan sonra bir hafta içinde İsrail'in bir hastane bombalamasıyla savaş suçlarını konuşur olduk. Sivillere karşı yapılan her eylemin karşısındayım. Asla desteklemem ve sivillere karşı ister savaşta ister başka bir durumda yapılan her davranışı, insan haklarına karşı işlenmiş suç olarak kabul ederim. Fakat hafızamızın da bu kadar çabuk unutmamıza izin vermeyeceğini de hatırlatmak zorunda hissettim kendimi. Egemen devletler, Türkiye siyasi iktidarı ve siyasal İslamcı rejimler birbiri ardına savaş suçundan bahsetmeye ve mitingler düzenlemeye başladı. Oysa ki daha bir hafta öncesinde sivil alanları ve sivil halkı bombalayan iktidar bile söz konusu İslami hareketler olunca, ağız değiştirip savaş suçundan bahsetmeye başladı. Böylece savaş suçunun da tanımlanmış cinsiyet sistemine ve etnik kökenlere göre ne kadar hızlı bir şekilde değiştiğini de öğrenmiş olduk. Bir hafta içinde bile değişip dönüşebiliyormuş. Çünkü eril ve devletçi dünya böyle buyurmuş.
Tecavüz niye yargılanmıyor?
7 Ekim'de eril sistem savaşta yine karşı tarafın onurunu zedelemek için kadın bedenini kullanıyordu. Savaşlarda kadınlar, düşmanı aşağılama ve düşmanın moralini bozma çabası içindeki erkeklerin doğal ve öncelikli hedefi haline gelir. Her zaman yapılan yapılıyor ve kadınlara karşı her tür suç işleniyor. Uluslararası ceza mahkemeleri bu suçu yargılıyor mu, tarafları bu konuda cezalandırıyor mu? İşte bunun cevabında düğümleniyor her şey.
Bütün dünyanın ayağa kalktığı ve savaş suçundan bahsettiği bir dönemde, neden 7 Ekim'de bedeni hoyratça sergilenen, tacize uğrayan, istismar edilen kadınlar için de savaş suçlularının yargılanması gerektiği konuşulmuyor? Neden kadınlara yapılanların hesabı sorulmak istenmiyor? Kadınların bedenleri sizin savaşlarınızın birer metası mıdır? Hoyratça kullanıp, atıp, savurabileceğiz savaş ganimetleriniz midir?
Kadına saldırmak savaş suçu
Oysa ki 1945 yılında imzalanan Nürnberg Sözleşmesi, Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi’ne, “Avrupa Mihver devletleri için bireysel olarak ya da bir kuruluşun üyesi olarak aşağıdaki suçlardan herhangi birini işleyen insanları yargılayıp cezalandırma” yetkisini vermişti: Barışa karşı işlenen suçlar -saldırgan bir savaşı planlamak, hazırlamak, başlatmak ve gerçekleştirmek, bu eylemlerden herhangi birini gerçekleştirmek için antlaşma yapmak; insanlığa karşı işlenen suçlar- sivillerin katledilmesi, yok edilmesi, köleleştirilmesi, sürgün edilmesi, kötü muamele görmesi ve siyasi, ırksal ya da dinî nedenlerle zulüm yapılması olarak tanımlanır.
Çok açık olarak tanımlanmış saldırgan bir savaşı planlamak ve başlatmak, kadınlara saldırmak, katletmek ve köleleştirmek, kötü muamele etmek, zulüm yapmak da savaş suçudur. Hamas ve bunun gibi diğer tüm yapılanmaların, yaptıklarından dolayı yargılanmaları, cinsiyet ayrımcılığının da insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında ele alınıp, cezalandırılma yoluna gidilmesi gerekir. Oysa ki tüm sokaklar erkek egemen sistemin savaşında sadece erkeklerin neyi, ne zaman, nasıl kazanması gerektiğini söyleyen eylemlerle dolu. Erkekler savaşır, kadınlar bedelini öder ve asla hesabı sorulmaz . Savaş hukuku, kadınlara karşı işlenen suçları da insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında değerlendirip suçlular hakkında cezalar vermeli.
Mücadele yolları bulmalıyız
Unutmamalıyız… Biz kadınlar unutmamalıyız. Biz kadınlar kötü olanı görmeli, bilmeli ve mücadele yolları bulmalıyız.
*IŞİD ve Boko Haram’ın cinsel şiddet kullanımını bir strateji olarak iç yapılanmalarına dahil ettiğini,
*1992 yılında önce Bosna, sonra Kosova'da başlayan soykırım sırasında da kadınlara yaşatılanları,
*Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki iç savaş sırasında kadınlara yapılanları,
*Kolombiya, Irak, Sudan, Çeçenya, Nepal ve Afganistan'da kadınlara yaşatılanları,
*İran da Jina Emînî'ye yaşatılanları ve bir eşarp bağlama yüzünden öldürülmesini,
*Uzun yıllardır süren çatışmalarda Kürt kadınına yapılanları unutmamalıyız.
Unutmamalıyız, unutturmamalıyız…