Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, tecavüzün bir savaş taktiği ve silahı olduğunu kabul ediyor. Tecavüz aynı zamanda devletlerin kadınları denetim almak için kullandığı bir silah. Örgütlü, kasıtlı, hedefli bir kadın kırım politikası…
Gazeteciler olarak her gün tecavüz haberi yapıyoruz… Dünyanın her yerinde kız ve erkek çocukları, kadınlar katledilmenin yanında fiili olarak ruhen katledilmeleri anlamına gelen tecavüz saldırısına maruz bırakılıyor. Planetscope sitesine göre; dünya genelinde günde 903 (kayıt altına alınan veri) tecavüz yaşanıyor, yani küresel çapta her yıl 250 bin çocuk ve kadın tecavüze uğruyor.
Bu veri sadece polis kaynaklarından elde edilen veriler, kadınların şikâyette bulunmak için gerekli mercilere erişmekte zorluk çektiğini, toplumsal baskılar nedeniyle yaşadıkları tecavüzleri gizlediklerini ve bazı ülkelerde tecavüzün suç kapsamına alınmadığını da göz önünde bulundurduğumuzda, dünya genelinde milyonlarca kadının tecavüze maruz kaldığını söylemek hiç de abartılı olmaz.
Hatta evli kadınların eşleri tarafından istemediği halde cinsel ilişkiye zorlanması yoluyla gerçekleşen tecavüzleri de buna katarsak, sayının milyarları bile bulabileceğini söyleyebiliriz. Bu veriler bize erkek egemenlikli bu sistemin aslında bir tecavüz sistemi olduğunu açık bir şekilde gösteriyor.
Kapitalist modernite sistemi, kadına, 'ya benim iktidarıma yüzde yüz tabi olursun, ya da ölürsün' diyor. Her gün binlerce kadının canını alan evlilik kurumu da özünde cinselliğin iktidarlaşmış hali olan tecavüzü meşrulaştıran ve onu yeniden yeniden üreten bir kurum olarak bu tablonun ortasında konumlanmış bulunuyor.
Kadınlara savaş açmış olan kapitalist sistem, erkekliği palazlandırıp, sokakta, okulda, işyerinde, kendi evlerinde yani her yerde kadınlara tecavüzün önünü açıyor. Ve bu saldırıların çoğu cezasız kalıyor, hatta bazı durumlarda cezalandırılan yine tecavüze uğrayan kadınlar oluyor.
Sudan'da, bir grup erkeğin kendisine tecavüz ettiğini söyleyen Etiyopyalı bir kadın mahkeme tarafından, "ahlaka aykırı davranış"tan suçlu bulunuyor, mahkemeler kot pantolon giyen kadının tecavüze uğramasının mümkün olmadığına hükmediyor. Hindistanlı 20 yaşında bir kadın, komşu köyden bir erkekle ilişkisi olduğu iddiasıyla, köy meclisi tarafından toplu tecavüz ile cezalandırılabiliyor… Örnekleri çoğaltabiliriz. Tecavüz eden erkek, hükmü veren yine erkek.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, tecavüzün bir savaş taktiği ve silahı olduğunu kabul ediyor. Tecavüz aynı zamanda devletlerin kadınları denetim almak için kullandığı bir silah. Devletler iradesini kıramadığı toplumları teslim almak için de tecavüzü bir silah olarak kullanır. Son yıllarda tecavüzün savaş bölgelerinde bir silah olarak kullanılmasının birçok örneği yaşandı. Bunlardan biri 1994'teki Ruanda savaşı. Ruanda soykırımı sırasında 250 bin kadının tecavüze uğradığı tespit edildi. Bu kadınların çoğu Tutsi toplumuna mensuptu. Stadyumda toplanan kadınlara önce tecavüz edildi, birçoğu tecavüzlerden sonra diri diri yakıldı. Öldürülmeyenler ise cinsel köle olmaya zorlandı, tıpkı 3 Ağustos 2014'te DAİŞ'in Şengal saldırısında olduğu gibi.
Birleşmiş Milletler 19 Haziran 2008'de 1820 numaralı kararı ile tecavüzü savaş bölgelerinde bir toplumu yok etmek için kullanılan bir silah olarak kabul etti. Tecavüz, düşman olarak görülen toplumun, etnisitenin, inanç grubunun veya da cinsin "varlığını" yok etmeyi amaçlar. Tecavüze uğrayanın benliğinde telafisi neredeyse imkansız yaralar açar, iradesizleşir, bir nevi yaşayan ölülere dönüşürler…
Bugün Kürdistan'da da yaşananlar bundan farklı değildir. Bingöl'de bir Kürt kız çocuğuna 8 askerin tecavüz etmesi, Mardin'deki N.Ç. davası, Siirt YİBO'larında olup bitenleri herkes zamanında gördü. Yine zamanın valisi, "Dağa çıkacaklarına fuhuş yapsınlar" diyerek fuhuşa ve tecavüze arka çıkması, Şırnak'ta 12 yaşındaki kız çocuğuna uzman çavuşun tecavüz etmesi, İpek Er'in bir uzman çavuşun tecavüzü sonrası ölüme sürüklenmesi ve Dersim'de Gülistan Doku'nun kaybedilmesi… Bu örnekler münferit değildir.
90'lı yıllarda gözaltında yaşanan tecavüzler bugün de uzman çavuşların eliyle kadınlar üzerinden Kürt halkına yönelik bir soykırım saldırısı olarak geliştiriliyor. Sömürgeci erkek devletin dokunulmazlık zırhı ile donattığı bu erkekler "aşk" adı altında devletin kendilerine verdiği bir görevi yerine getiriyorlar.
Yani bu politikalar Ruanda'da Tutsi kadınlarına, Nijerya'da Boko Haram tarafından kaçırılan Çiboklu kız çocuklarına ve Rakka'da DAİŞ çetelerinin Ezidî kadınlarına yaptığından farklı değildir. Örgütlü, kasıtlı, hedefli bir kadın kırım politikasıdır.
Ve bu örgütlü saldırı, örgütlü bir karşı duruş gerektirir. Kürt kadınları bugün dünyanın en örgütlü kadınları arasındadır. Yapılması gereken, Türk devletinin genç Kürt kadınlarını, politikadan, sosyal hayattan, direnişten, mücadeleden uzak tutmak için geliştirdiği açık olan bu özel savaş politikalarına karşı, tüm kadınların daha fazla örgütlenmesi, daha fazla dayanışması, daha fazla mücadelenin içine katılması için öne atılmak. Kadınları bu erkek egemenlikli tecavüz çemberinin dışına çıkaracak örgütlülükler, zeminler yaratmak için elele vermek…