Belediyelere atanan kayyımlarla kadın kurumlarının kapatılması, Kürt kadın mücadelesinin öncülerinin tutuklanması… Tüm bu süreçleri yan yana koyduğumuzda fuhuş ve uyuşturucunun devlet tarafından sistematik olarak geliştirildiğini görürüz
Son dönemde Hakkari ve ilçelerinden çok sayıda genç kadının, asker, korucu ve çeteler tarafından fuhuşa sürüklenmesi aslında Türk devletinin Kürdistan’da yürüttüğü toplum-kırım, kadın kırımı politikalarının düzeyini de gözler önüne serdi.
Hakkari’de neler olduğunu hatırlayalım…
Ekim ayının son günlerinde Hakkari ve Şırnak’ta içerisinde asker ve korucuların da olduğu bir çetenin kadınları fuhuşa sürüklediği, çektikleri görüntülerle kadınlara şantaj uyguladıkları, kadınlardan birinin intihara sürüklendiği, birinin de katledildiği ortaya çıktı. Tüm bu kirli olayların Botan olarak bildiğimiz ve Kürt kültürünün, Kürt kimliğinin güçlü olduğu bir bölgede yaşanması, üzerinde önemle durulması gereken bir nokta. Bu haberin basına yansıması ile birlikte aslında Hakkari’de yaşanan bu fuhuşa sürüklenmenin Mardin, Van, Amed, Dersim gibi bir çok kentte de devrede olduğu görüldü.
Öncelikle yaşanan bu olayların basit olmadığının, her bir olay için ayrı ayrı kıyametlerin kopartılması gerektiğinin altını çizmek isterim.
Direniş merkezleri hedef alınmış
Olayların diğer boyutuna eğilecek olursak, şunu sormak gerekir; burada, bu kentlerde neler oluyor? Kim ve nasıl Kürt kadınlarını bu fuhuş bataklığına sürüklüyor ve neden toplumsal refleksler bu kadar zayıf? Neden kıyamet koparılmadı ve koparılmıyor? İşte bu noktada soruna doğru eğilmek, olayın siyasal, toplumsal yanını doğru çözümlemek gerekir, özellikle de devlet politikalarını ve uygulamalarını derinlikli analiz etmek önem taşıyor. Bunun için yakın geçmişe uzanmak, sorunu tahlil etmek açısından son derece önemli. Şimdi; fuhuşun, uyuşturucun geliştirildiği kent ve merkezlerin 2015-2016 yıllarında özyönetim direnişlerinin merkezi olması, fuhuşun ve uyuşturucun doğrudan asker ve korucular eliyle geliştirilmesi tesadüf olmadığı gibi bilinçli yürütülen bir devlet politikasına işaret ediyor.
Bu nokta da üzerinde durmak istediğim üç önemli husus var. Birincisi; devletin kolluk güçleri ve paramiliter güçlerinin üstlendiği rol ve misyonun boyutu… İkincisi; Kürt kadınları nasıl bu tuzaklara düşülüyor? Üçüncüsü ise, Kürt kadınına, toplumuna yapılan bu saldırılara karşı toplum neden yeterli düzeyde refleks göstermiyor ya da gösteremiyor?
Polis ve askerler eliyle Kürt toplumunun iradesi kırılmak isteniyor
İlk olarak devletinin asker, polis ve korucularının nasıl bir rol oynadığını anlamak için 2013’te Siirt’te yaşanan bir fuhuş-tecavüz olayı ardından valinin, “Taş atacaklarına fuhuş yapsınlar” sözleri aslında o dönemden bu yana devrede olan devlet politikasını özetlemişti. Yani ahlaki yozlaştırma bir özel savaş projesi olarak çok önceden devreye konuldu. Devletin polisi, askeri ve korucusu bizzat bu fuhuş çetelerini örgütledi. Kullanılan mekanları, araçları bizzat temin edip, organize etti. Batman’da Uzman Çavuş Musa Orhan’ın tecavüzüne uğradıktan sonra intihar eden İpek Er ya da son olarak bir polisin oğlu olan Zaynal Abarakov ile göründükten sonra bir daha kendisinde haber alınamayan Gülistan Doku olayları bize, devletin özel savaş politikalarını açıkça gösteriyor. Geçmişte Yatılı Bölge Okulları ile Kürt çocuklarını asimile edip, kendi özlerinden koparmak isteyen devlet, şimdi de fuhuş ile toplumun kök hücrelerini kazımak, kadınlar şahsında Kürt toplumunu kırmak ve teslim almak istiyor. Mardin’deki N.C. ve daha sonra Bingöl’de 8 uzman çavuşun iki yıl boyunca bir kız çocuğuna tecavüz etmeleri, bu politikaların yeni olmadığını ancak şimdi daha yaygın ve sistematik bir şekilde uygulandığını gösteriyor. Daha da ötesi, kadınlar üzerinden geliştirilen bu politikalar genelleştiriliyor. Kürt halkının kültürü, dili, ulusal bilinci, ahlaki değerleri, insanlık onuru hedef alınıyor. Buradaki en kötü şey ise fuhuşun, uyuşturucunun maddiyat üzerinden tüm topluma kabul ettirilmek istenmesi. Yani düşürülme… Şimdi burada düşürülen salt bir birey yok. Köylere, en ufak mezralara kadar taşırılmış kirli bir ağ var. İnsanlar birbirinin yüzüne bakamayacak hale getirilerek, bir toplumsal kırılma amaçlanıyor. Yani utançtan birbirinin yüzüne bakamayacak, belini doğrultamayacak hale getirilmiş insanlar topluluğu. Durum böyle olunca, kim kime, “sen yanlışsın, senin yaptığın insanlığa sığmaz” diyecek? İşte bu devletin bireyden başlayarak toplumu kırma ve boyun eğdirme metodudur. Fuhuşa, uyuşturucuya sürüklenenlerin durumu da budur.
Uygulamalar sistematik
Önemle altı çizilmesi gereken diğer bir husus ise, tüm bu özel savaş uygulamalarının sistematik olarak devreye konulduğu bu sürecin, belediyelere atanan kayyımlarca kadın kurumlarının kapatılması, Leyla Güven ve Ayşe Gökkan gibi Kürt kadın mücadelesinin öncülerinin tutuklanarak ağır cezalara çarptırılması sürecine denk gelmesidir. Tüm bu süreçleri yan yana koyduğumuzda Kürdistan’da yayınlaştırılmaya çalışılan fuhuş ve uyuşturucunun devlet tarafından sistematik olarak geliştirildiğini görürüz.
Devlet karakteri gereği tecavüzcü bir yapılanmadır. Ve tecavüzü meşrulaştıran, yaygınlaştıran, hizaya sokma, boyun eğdirme aracı olarak kullanan yegane yapıdır. Bu nedenle devletin başta uzman çavuşları olmak üzere Kürdistan kentlerinde konumlandırdığı kolluk güçlerine verdiği özel savaştaki rolü ve misyonu iyi irdelemeli, çözmeli ve bilince çıkarmalıyız.
Dolayısıyla, AKP-MHP rejiminin Kürt kadınlarına bu şekilde yönelmesi öyle sıradan adli bir olay değildir. Kürt halkının toplumsal değerleriyle, ahlakıyla bilinçli, planlı ve sistematik bir şekilde oynama vardır. Fuhuş ve uyuşturucunun Kürdistan’da bu denli yaygınlaştırılması siyasidir. Kadınlara el atılması kadın kırımı kadar toplumsal bir kırımdır. Düşürülmüş kadın ve erkeğin ruhu, bedeni, düşüncesi kendisine ait olmaz. Hatta onun bir düşüncesi bile olmaz. Dolayısıyla bu noktada bir devşirme amacı vardır. Dikkat edersek, bölgede Kürtçe günlük yaşamda daha az kullanılmaktadır. Eskiden bir polise, askere bırakalım kız vermeyi, onların ortamına kadın oturmazdı. Feodaliteden değil, sömürgeci, işgalci olduğu için kadın onların bulunduğu ortama gelmezdi. Fakat bugün özgürlük bilincinden, halk bilincinden, yurtseverlik bilincinden yoksun genç Kürt kadınlar, asker ve polislerle çok rahat ilişki kurabiliyor hatta evleniyor. Şimdi bunu sosyolojik olarak iyi tahlil etmek gerekir. Bunda Kürt toplumunun, ailelerin, çocuklarına yaklaşımından, eğitimine, yurtseverliğine kadar her şey çok iyi irdelenmeli. Başka türlü yaşanan gerçeklikler çözümlenemez. Çünkü yapılan saldırılar sıradan değil ve sorun salt fuhuş ve uyuşturucu da değil. Bu olayın sadece bir kısımdır. Asıl boyut aleni yapılanların yanı sıra, fark ettirmeden, üstü örtük bir asimilasyonun geliştirilmesidir.
O yüzden yapılan saldırıları sadece bir kişiye uygulanan ahlaksız sıradan olaylar olarak değil, tüm Kürt toplumunun değerlerine yapılan saldırılar olarak ele almak, böyle görmek ve bu saldırıların bilincinde olmak gerekir.
Başta özgür yaşam mücadelemiz olmak üzere her türlü ahlaki değerlerimizi ayaklar altına almaya çalışan, yok eden AKP-MHP iktidarına karşı büyük bir toplumsal duyarlılık ve toplumsal varlığını koruma refleksiyle karşılık vermek gerekir. İzlemek değil, eylemini koymak, sesini yükseltmek, örgütlülük ve özgürlük arayışını bir üst aşamaya taşımak, ahlaki ve politik bir toplumun değerleri etrafında birleşerek bu saldırıları boşa çıkarmak gerekir. Bu herkesin görevidir.