1993'te kurulan TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu’na ifade veren Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek “ne yazık ki, Hizbullah örgütü mensupları bir dönem askerlerden yardım gördüler. Buradaki bazı askeri birliklerde silahlı eğitim yaptılar, lojistik destek gördüler” diyecekti (abç). Emekli Koramiral Atilla Kıyat “1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetler devlet politikasıydı” dedi. Daha fazla kaçınamayacakları -nedendir bilinmez- malumu ilan etti
Şiddetinin, işkence ve cinayetlerinin yarattığı karanlığı bugüne kadar uzanan Hizbullah, “Allah’ın partisi, yolu veya taraftarı” anlamına geliyor ve örgütün kuruluşu 1980'lere dayanıyor. Özellikle Batman ve Amed'de örgütleniyorlar.
‘90'lar öncesinden başlayarak Kürdistan'da Kürt özgürlük hareketini bastırmak politik etkisini ve yükselişini ortadan kaldırmak için devreye sokulan Hizbullah o dönem açısından faşist devletin en “işlevli” aparatlarının başında geliyordu. TSK, MİT, JİTEM'in yanı sıra onlarla işbirliği halindeki Hizbullah ‘90'larda Kürdistan'da terör estirdi, bine yakın kişiyi enselerine tek kurşun sıktıkları suikastlarla katletti. 1995’e kadar olan sürede aralarında PKK üyeleri, HADEP, HEP ve DEP üyeleri, gazeteciler ve imamlar ve ilerici aydınlar vardı. Musa Anter, Bahriye Üçok ve Turan Dursun cinayetleri Hizbullah tarafından işlenmişti.
İslamcı feminist araştırmacı Konca Kuriş'in kaçırıldıktan 555 gün sonra Konya Meram'da bir ölüm evinin bodrumunda bulunması, sayıları bugün bile tam olarak bilinemeyen sayısız kişinin işkenceli sorguların ardından “domuz bağı” denilen vahşi yöntemle katledilmesi o dönemi yaşamış olanların hafızasında hala tazedir.
Bu canavarı devlet yaratmıştı, örgütlenmesine, cinayetlerine göz yumarak, silah ve mühimmat desteği vererek ona arka çıkmıştı. Dönemin Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Tümgeneral Teoman Koman’a göre Hizbullah üyeleri “PKK’nın baskılarına karşı kendini koruyan, inancı kuvvetli vatandaşlar”dı. Hizbullah'ın dünden bugüne geldikleri noktayı anlayabilmek açısından biraz gerilere uzanmak gerekiyor.
İtiraflar
“Domuz bağı”nın ucu TSK'ya kadar uzanıyordu; bunu o zaman Star Gazetesi'nde köşe yazarı olan bir dönem AKP milletvekilliği de yapmış Şamil Tayyar “devletin Hizbullah'ı kullandığını kabul ettiğini” yazmıştı.
Şamil Tayyar bu ifşaatını MİT Müsteşarı Emre Taner'in bir brifingdeki konuşmasına dayandırıyordu: “Hizbullah uzun süredir sessizliğe bürünmüştü. Yeniden harekete geçirme faaliyetleri var. Takip ediyoruz. Yakında yeniden seslerini yükseltmek isteyebilirler.”
'Herkesin bildiği sır' Ergenekon iddianamesinde bir kez daha gözler önüne serildi: TSK, Hizbullah'ın cephaneliği olarak kullanılmıştı. İtiraflar ardı ardına geldi, bakanlar, bölge valileri, emniyet müdürleri büyük bir pervasızlıkla malumu ilan ettiler:
15 Şubat 1993'te Show TV’de yayınlanan 32. Gün programında dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, 'Hizbullah’ın PKK’ye karşı örgütlendiğini' açıkça dile getirdi. Dönemin OHAL bölge valisi Ünal Erkan ise 17 Şubat 1993 tarihinde Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajında 'PKK çökertilmedikçe Hizbullah tipi ‘militan’ örgütleri çözmeye niyetleri olmadığını' söylemekte bir sakınca görmedi. Gerçek dergisinde 24 ve 31 Ekim 1992 tarihlerinde yayınlanan röportajda da adı açıklanmayan bir Hizbullah yetkilisi, '12 Eylül’ün sola indirdiği darbelerin örgütün önünü açtığını', '1985-86 yıllarında merkezi yapılarını sağlamlaştırdıklarını', '1990-91’le birlikte eyleme geçtiklerini' belirtti.1
1993'te kurulan TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu’na ifade veren Batman Emniyet Müdürü Öztürk Şimşek “ne yazık ki, Hizbullah örgütü mensupları bir dönem askerlerden yardım gördüler. Buradaki bazı askeri birliklerde silahlı eğitim yaptılar, lojistik destek gördüler” diyecekti (abç). Emekli Koramiral Atilla Kıyat “1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetler devlet politikasıydı” dedi. Daha fazla kaçınamayacakları -nedendir bilinmez- malumu ilan etti
'93 Konsepti denilen…
Tansu Çiller'in iktidarda olduğu süreç, özellikle Kürdistan'da Kürt özgürlük mücadelesini bitirmek için o güne kadar görülmedik bir seferberliğe girişilmişti. Bütçeden bu “hayati mesele”ye ayrılan milyarlarca dolar yanında örtülü ödenekten de dünya kadar para aktarıldı. OHAL yasaları çıkarıldı. Tansu Çiller'in “PKK'ye yardım eden iş adamlarının listesi elimizde” sözünün ne anlama geldiği bir süre sonra görüldü, yargısız infazlar peş peşe geldi. Ordu ve 'özel harekatçılar' iktidar ve silahın gücüyle bölgeyi kasıp kavurdular. Yargısız infazlar, köy boşaltmalar, köy yakmalar, korucular Kürdistan'ı yıllarca hallaç pamuğu gibi attı.2
JİTEM, TSK, Hizbullah…
Ergenekon iddianamesi, faşist gerici cinayet şebekesi Hizbullah'ın silah ihtiyacını Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) sağladığını gözler önüne serdi. O zamana kadar ısrarla inkar edilen Hizbulkontra gerçeği, Türk ırkçı faşizminin apoletli kanadıyla dinci gericiliğin, ezilen bir halkın özgürlük talebi söz konusu olduğunda nasıl kardeş kardeş bir arada olabileceklerini, bu amaç uğruna nasıl kanlı bir işbirliği sergileyebileceklerini gösteriyordu.
Yaşananlar, art arda dilleri çözülenleri susturmak mümkün olmayınca, bu kanlı cinayet şebekesinin varlığının önemli rötuşlarla itiraf edilmesidir. Şimdiye kadar “zinhar, yalan” denilerek varlığı inkar edilen JİTEM'in mevcudiyeti, Jandarma Genel Komutanlığı'nın “kendi inisiyatifiyle” belirsiz bir tarihte kurulduğu, fakat 1990'da -nedense- “sonlandırıldığı” yalanına başvurularak çaresizlik içinde dile getirilmek zorunda kalındı.
Faşist devletin 12 Eylül'den bu yana komünistlerin, devrimcilerin, yurtsever ve demokratların, sistem karşıtı muhalefetin üzerine çöken kanlı gövdesi, binlerce cinayetin ortaya serilmesinden istense de kaçınılamıyordu.
HÜDA-PAR: Kanlı geçmişin heveskâr mirasçısı
Geldik 2013 sonlarına…
Bu kez Hizbullah yerine onun halefi HÜDA-PAR sahne almıştı. Hizbullah öz olarak değişmemiş, sadece yıllar içinde zamanın ruhuna uygun evrimleşen bir forma bürünmüştü. Aynı gerici hedef ve amaçları korumuş, yıllar içinde kendine yeni bir giysi dikmişti. İcraatlarını sahnelemesi gecikmedi.
Kurulduktan bir yıl sonra 2013 Kasım başında BDP’nin Batman’da yürüttüğü seçim çalışmalarını engellemeye çalışan Hizbullah, son kanı dökmesinin üzerinden geçen yıllardan sonra, şimdinin ilk kanını dökmüş oldu. Bu saldırı, ‘90’larda Çiller-Güreş Konsepti olarak anılan kontrgerilla savaşının, AKP Hükümeti döneminde de devam ettiğinin açık ilanıydı.
İşe bakın ki, Batman’daki bu saldırıdan yaklaşık 1 hafta önce HÜDA PAR denilen kontra yuvasının lideri Tayyip Erdoğan’la görüşmüş; burjuva basın bu görüşmeyi “PKK’yi şikayet etti” başlığıyla duyurmuştu! Batman’daki saldırı, bu görüşmede aslında Hizbullah’ın Kürt özgürlük hareketine karşı eskiden olduğu gibi tetikçi tayin edildiğinin, yeni savaş stratejisinin devreye sokulduğunun da göstergesi niteliğindeydi.
Hizbullah'ın üzerinde sörf yaptığı zemin
Toplumsal çelişkiler yanında kendine belli dini-manevi ritüeller belirleyerek yükselen ve özellikle Ortadoğu’da geniş yelpaze içerisinden güç/feyz alan bir hareketten söz ediyoruz.
Kirli savaşın çocuğu olarak ‘90’lı yıllar boyunca devletin besleyip kullandığı Hizbullah çeteleri o yıllarda farklı bir yüzle örgütlenmeye başlamıştı. Özellikle Kuzey Kürdistan coğrafyasında çeşitli isimler altında kurdukları “STK”lar sayesinde azımsanmayacak bir kitleyi seferber edebilecek bir güce ulaşmış, kitlelerin sosyal ihtiyaçlarına seslenen biçimleri örgütlenme aracı olarak kullanmaya başlamışlardı.
Çoğunluğu Kuzey Kürdistan’da olmak üzere farklı isimlerle kurdukları yüze yakın derneği ‘Peygamber Sevdalıları Platformu’ adı altında toplayıp, özellikle 2007’den sonra geniş katılımlı mitingler örgütlemeye başladılar. Hizbullah, AKP’den farklı olduklarını iddia eden fakat onların olanaklarını kullanmaktan da geri durmayan cemaat tarzı bir ağ örgütlenmesine, “İnsanlığın bütün sorunlarının çözümünü İslamın öğretilerinde” gören bir anlayışa sahip.
Güç toplamalarının altında yatan temel etken muhalif söylemleriyle birleşik canalıcı sorunlara kendi pencerelerinden yanıt oluşturmaya soyunmalarıdır. Kitlelerin verili koşullarda, mevcut yasalarla çözemedikleri, kendileri açısından hayati yaşamsal sorunları çözmeye yöneliyorlar. 'Sulh ve uzlaşı komisyonları'yla küskünleri barıştırmak, aile içi sorunlarda danışmanlık, kan davalılara çözüm üretmek, alacak verecek meselelerine eğilmek gibi konular bunlar. Fıkıh, taziye, ziyaret, ilim araştırma komisyonları üzerinden bir ağ yaratıyor, yoksullara gıda yardımı, aşevleri gibi oluşumları daha geniş ölçekte örgütlemeye çalışıyor, derinleşen yoksulluk ve sosyal yalnızlığın doğurduğu sorunların üzerini sosyal dayanışma ve manevi tatmin üzerinden örterek ulaşabildikleri her alanda öbeklenmeler yaratıyorlar.3 Bütün bunları, Hizbullah'ın ve cemaatlerin 6 Şubat depremleri sırasında nasıl bir seferberlik içinde olduklarını, güç ve imkan havuzunda yüzdüklerini gördük.
Toplumsal gericilik birikimine yaslanırken özellikle Kuzey Kürdistan’da varoluşlarını sadece İslami kimlik altında sürdürmüyor, Kürt kimliğini kendilerini tanımlamada ayırt edici bir unsur olarak ön planda tutmaktan vazgeçmiyorlar. Kendilerini Kürt halkının taleplerinin savunucusu olarak da ifade ediyor, “Kürtçenin resmi dil olması ve başta eğitim, öğretim olmak üzere Kürt halkına her alanda Kürtçe ile hizmet verilmesi” gibi talepleri dile getiriyorlar.
Hizbullah, on yıl önce kanlı yüzünü yeniden göstermeye başladı. 2014 Ekim ortalarında Azadiya Welat ve Özgür Gündem gazetelerinin dağıtımını yapan Kadri Bağdu, adeta '90'lardan düşmüş bir kareyi hatırlatır şekilde arkadan motosikletle gelen iki kişinin saldırısı sonucu hayatını kaybetti.
2014 sonlarında Cizre’de HÜDA-PAR yanlıları polis ve asker himayesinde Kürt yurtseverlerine saldırdı. Bu saldırılarda biri 15 yaşında iki genç katledildi. Cizre'de yaşananlar devlet ve AKP Hükümeti'nin HÜDA-PAR denilen şeriatçı güruhu Kürt halkına ve gençlerine saldırtmasıydı.
1990'lı yıllarda Kürdistan’da 10 bin kadar faili meçhulden sorumlu olan, domuz bağı ile vahşi şekilde işlenen cinayetlerle adını duyuran Hizbullah'ın siyasi uzantısı, IŞİD'in Kobanê saldırısına karşı tüm Türkiye'de başlayan protestolara vahşice saldıran da HÜDA-PAR'dı.
Nasıl ki 1990’lı yıllarda halkın güçlü serhildanları ve direnişinin Kürt sorununu gündemleştirdiği ve çözümü dayattığı ortamda bu tür saldırılar olmuşsa, şimdi de benzer bir durum ve saldırı gerçeği söz konusudur ve faşist rejim HÜDA-PAR’ı Kürt Özgürlük Hareketi’ni geriletme enstrümanı olarak kullanmak istemektedirler.
Kezzap – satır – kalaşnikof: Hizbullah geçmişte kalmadı
Hizbullahçılar geçmişteki işkence seanslarını, kanlı cinayetlerini unutturma, kendilerine yönelik derinlere işlemiş toplumsal tepkiyi yumuşatma çabasındalar: “Evet, o işler yanlıştı, olmamalıydı, aşırıya kaçıldı ama kimse ‘Kürt’ ya da ‘yurtsever’ olduğu için öldürülmedi. Öldürülenlerin çoğu bu harekete bir biçimde katıldıktan sonra ihanet edip yoldan çıkan döneklerdi. Yani aslında hareketin kendini savunma eylemleriydi…” (Hizbullah Ana Davası, Savunmalar) Özellikle o dönem çocuk yaşta olan genç kuşaklar içerisinde bu propagandayla kendilerini aklama yoluna gidiyorlar. Bunların sütten çıkan ak kaşık olmadıkları Kürdistan sokaklarını balta ve satırlarla istila ettikleri, “Hizbullah kezzap timleri”ni devreye soktukları, Turan Dursun gibi aydınları, yüzlerce Kürt gazeteciyi vahşice öldürdükleri her yeri geldiğinde hatırlatmalı, toplumsal hafıza bunları özellikle yeni yetişen kuşaklara aktarmalıyız.
Hizbullah artıkları son zamanlarda yine terör estirmeye başladı; ya Filistin’i ya da “yaşam tarzlarını” bahane ederek korku salıp halkı sindirip manipüle etmeye çalışıyorlar.4
Amed'de bir sitenin havuzunda yüzenlere 'fuhuş yapıyorsunuz' diye saldırdılar. Daha sonra baltalarla havuza gelen 5 aile, şezlongları parçaladı. İçlerinden birinin söyledikleri Hizbullah'ın ölmediğini, sahnelerden hiç ayrılmadığını ortaya koyuyordu: "Sizin ağa babalarınızı öldürmüşüz, daha mezarlarının yeri belli değil"!
Hizbullah uzantısı cihatçıların 22 Haziran'da “Cenk, cihat, şehadet!” sloganlarıyla Amed’teki Starbucks ile Sur'daki Burger King'e saldırısının görüntüleri, saldırının polis ve bekçi gözetiminde yapıldığını ortaya koydu.
HÜDA-PAR 2019 seçimlerinde AKP'ye destek vermişti. 2024 Mayıs seçimlerinde ise sıkı pazarlıklar sonucu “al gülüm ver gülüm” hesabı faşist AKP-MHP koalisyonuna angaje oldu, yerli Taliban ittifakı kuruldu.5 HÜDA-PAR bu sayede AKP'den dört milletvekilini meclise sokmayı başardı.
Özcesi, 1990’lı yıllarda hizbulkontrayı kullanan devlet zihniyeti değişmemiştir; değişen sadece koşullara göre söylem ve yöntemlerdir. Artık devlet gerçek yüzünü gizleme ihtiyacı dahi duymamakta, eli kanlı faşist elebaşıları kendi faşist işleyişine dahil ederek azami “verim” alma hesabında. Zaten seçim sonrası Süleyman Soylu bu ittifakın devlet açısından ne anlama geldiğinin altını çizmişti: “HÜDA PAR'ın AK Parti'yle kurduğu seçim ittifakı devlet açısından stratejik ve çok önemli bir adımdır. Son 20-25 yıldır sosyolojisi değişen bölgede muhafazakarlığın tekrar canlanması için, tekrar bölgenin eski kimliğine kavuşabilmesi için bu ittifak stratejik önemde önemlidir ve devlet kararıdır.” Başka söze gerek var mı?!.
Hizbullah geçmişte kalmadı, kadın ve göçmen düşmanı yüzüyle, kanlı saldırıları ve cinayetleriyle hala büyük bir tehlike olmayı sürdürüyor. Ama nafile! Kürt halkının tarihsel birikimi, direniş dinamikleri, tehlikeyi gören örgütlü yapısı bütün bu özgürlüğü boğma girişimlerini püskürtecektir. Çünkü bu paramiliter kesimlerin panzehiri hayatın her alanında örgütlü bir güç olmak, onu sürekli büyütüp yaygınlaştırmaktır!
DİPNOTLAR:
(1) THİV'in 2000 yılı raporu
(2) '90'lar deyince Madımak Katliamı da gelir akla. Hizbullah da vardı katilleri örgütleyenler arasında. Bu bağlamda, elebaşı konumundaki katil sanıklardan Halil İbrahim Düzbiçer'in adını anmadan olmaz. Oğlunun adı dahi Hizbullah'tı. Dava sırasında Hizbullah'ın Sivas yakınlarındaki bir eğitim kampında olduğu ortaya çıkmış, fakat buna dair bir soruşturma yürütülmemişti.
(3) Yeni Özgür Politika
https://www.ozgurpolitika.com/haberi-hizbullah-cinayetleri-175181
(4) Alınteri
https://alinteri9.org/2024/06/23/mesele-filistin-halki-mi-yoksa-alan-tutup-gozdagi-vermek-mi/
(5) Birleşik Mücadele Güçleri
https://birlesikmucadele.com/yazarlar/taliban-ittifakinin-gecmisi-ve-gelecegi-oya-acan/