Araştırmalar işyerinde cinsel tacize uğrayan kadınların büyük bir bölümünün genç, geçici, yarı zamanlı ve taşerona bağlı işlerde çalışan kadınlar olduğunu gösteriyor. Çünkü çalışan kadınlar arasında da en zayıf kesimi onlar oluşturuyor
Geçen gün öğlene doğru eylemciliğiyle tanıdığım bir arkadaşımın, Whatsapp mesajını gördüm “nihayet adım attım” diyordu. Daha sonra yolladığı mesaj ise elle yazılmış bir istifa mektubuydu; “şirketinizde uğradığım, sözlü taciz, cinsel taciz, şiddet ve mobbing nedeniyle istifa ediyorum.”
Yazılı olarak hangi nedenlerle istifa ettiğini belirtmiş olması çok önemli, bu mektup aynı zamanda bir belge çünkü. Çalıştığı yerlerde sendikalaşma mücadelelerinde de yer alan arkadaşım, tüm boyutlarıyla olayın bilincindeydi. Bir süredir, işyerinde müdürünün ciddi baskı ve şiddetine maruz kalıyordu, sözlü, yazılı her türlü şikayetine rağmen patronlar bu konuda adım atmıyor, oyalama taktiğine başvuruyorlardı.
Erkeklerin egemen olduğu iş yerinde bu saldırganlıkla tek başına mücadele etmeye çalıştı, iyi de mücadele verdi fakat sistematik saldırılar karşısında psikiyatrist yardımına ihtiyaç duyduğu, dayanma gücünün sonuna geldiği bir noktada istifa etmek zorunda kaldı… “Rahatladım” diye yazmış mesajın sonunda. Rahatlamıştır. Arkadan belki de hukuki süreci başlatacak, artık sabır ve gücüne bir de bizlerin dayanışma isteği ve düzeyine kaldı iş.
Tehdit unsuru
Erkek egemenliğinin tüm şiddetiyle hüküm sürdüğü işyerleri kadınlar için her zaman tekinsiz alanlardı. Ama pandemi nedeniyle işsizliğin, özellikle de genç kadın işsizliğinin artması, çoğu kez güvencesiz işlerde çalışan kadınların kısa çalışma ödeneğinden bile yararlanamaz halde olması, işsizlik ödeneğinin şarta bağlı işlemesi, kadınları iyice güçsüzleştirdi. İşyerlerinde erkek şiddeti, baskısı ve cinsel tacizin her türü artarken, kadınlar işsizlik ve gelecek korkusuyla ses çıkaramaz hale geldiler.
İşyerinde ve işyerine dair ortamlarda kadına yönelik fiziksel, cinsel, ruhsal her türlü zarar verici davranışlar; işyeri şiddeti diye adlandırılıyor. Son dönemlerde bu şiddet türlerine dijital şiddet de eklendi. Sosyal medya mesajları ve tehditleri ile de kadınların psikolojisini alt üst edebiliyor erkek milleti.
Sendikal literatürde yer aldığı biçimiyle hizmet sektöründe, hastanelerde, marketlerde çalışan kadınları “dışarıdan gelen şiddet” yani müşteri şiddeti tehdit ediyor, fabrikalarda, atölyelerde üretimde çalışan kadınlar ise “içeriden şiddet” dediğimiz şiddet türlerine maruz kalıyorlar. Bunu yapanlar yukarıdaki örnekte olduğu gibi, işverenler, işveren temsilcileri, ustabaşları, bazen de kadınların birlikte çalıştığı erkekler oluyor.
İşyerlerinde hüküm süren bu iki şiddet türünü birbirinden net çizgilerle ayıramayız elbette. Market, otel, lokanta çalışanlarını düşünün, çoğu zaman bu iki şiddet türü birbirine karışır, bunun üzerine evlerde karşı karşıya kalınan erkek şiddeti de eklenince kadınlar kıpırdayamaz hale gelirler. Zaten erkek patriyarkal toplumlarda ve yapılarda erkek şiddeti bunun için, erkeklerin kadınlar üzerindeki hakimiyetini sürdürmek için var. Siz doğrudan şiddete maruz kalmasanız da başka kadınların uğradığı her türlü şiddet, sizin de adımlarınızı “dikkatli atmanız” hususunda tehdit unsuru olarak daima orada duruyor. Erkek iktidarı şiddetle varlığını sürdürüp ayakta kalabiliyor.
Yasalarla bir yere kadar
Anayasa’da Ceza Kanunu’nun 117- 102-105 Maddelerinden, Borçlar Kanunun 417. Maddesine, İş Kanun’un 24/2 b maddesine oradan da Mobbing Genelgesi’ne kadar yasal olarak fiziksel, cinsel ve ruhsal şiddeti yasaklayan, yaptırım getiren çeşitli maddeler bulunuyor. Ama memlekette bunları denetleyecek bir mekanizma yok ayrıca geçim derdine düşmüş pek çok kadın yasaların, yönetmeliklerin farkında değil, farkında olmaları halinde bile kimse erkek hukukun, kadınları haksız çıkardığı upuzun dava süreçlerini göz alıp yasal yollara başvurmuyor. Bir de çoğu zaman istifa ettikten sonra hukuki yollara başvuruyorsunuz fakat davayı kazansa bile bu çalışmasa aç kalacak pek çok kadın açısından caydırıcı bir etmen. Bir de malum adamlar kendi hukuklarını bile uzun zamandır askıya almış durumdalar.
Araştırmalar işyerinde cinsel tacize uğrayan kadınların büyük bir bölümünün genç, geçici, yarı zamanlı ve taşerona bağlı işlerde çalışan kadınlar olduğunu gösteriyor. Çünkü çalışan kadınlar arasında da en zayıf kesimi onlar oluşturuyor. Bu durumda kadın zaten geçici olan işinden de olmamak istiyor. Sesini çıkardığında da çoğu zaman üst pozisyonda ve düzenli, kadrolu çalışan erkeğe pek fazla bir şey olmuyor, kadın işten çıkarılıyor…
Sendikalı işyerlerinde örgütün, üye kadınları şiddete, cinsel tacize, mobbinge karşı koruması beklenir. Fakat kendi bünyelerinde olan şiddet ve cinsel tacize karşı da üyelerinin uğradığı saldırılara karşı da sendikaların zamanında ve doğru tutum aldığını söylemek ne yazık ki mümkün değil. Çünkü üst yönetimlerden, temsilcilere kadar, sendikalarda karar vericilerin çoğu erkek ve onlar için kadına yönelik şiddet ve cinsel suçlar bırakın suç olmayı, tüzük ve yönetmeliklerde tanımlanmış “kabahatler” kategorisine bile girmiyor. Tanımlamaları halinde bile disiplin kurulları erkeklerden oluşuyor ve buralardan erkek aleyhine bir karar çıkması çok zor.
Sendikaların son iki yıldır, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü bildirilerinde ve eylemlerinde 'İstanbul Sözleşmesini uygula', 'ILO 190’ı imzala', şeklinde talepler görüyoruz. Şu anda dünya sendikalarının büyük bir bölümünde ILO 190 konusunda farkındalık kampanyaları yürütülüyor.
Aman dikkat verimlilik azalıyor
ILO, 10-12 Haziran 2019 yılında yaptığı 100. Konferansı’nda işyerinde toplumsal cinsiyet temelli taciz ve şiddetin sonlandırılmasına ilişkin 190 No’lu sözleşme ile 206 No’lu tavsiye kararını kabul etti. Amaçlarının işyerlerindeki cinsel tacizin ve şiddetin önlenmesi için bir standart getirmek olduğunu ilan etmişlerdi, iş ülkelerin onayına kalmıştı.
ILO kararlarının yaptırım gücü olmaması bir yana, feministlerin “standart getirmek” sözcüğünden işkillenmesi için pek çok sebep var. Bazı ülkeler sözleşmeyi imzaladı, bazıları imzalamadı. Türkiye de imzalamayanlar arasında bulunuyor. Sözleşmenin feministler açısından önemli bir özelliği ise “Aile içi şiddetin istihdam, verimlilik, sağlık ve güvenliği etkileyebileceğini ve hükümetlerin, işçi ve işveren örgütlerinin ve işgücü piyasası kuruluşlarının aile içi şiddetin etkilerini tanıma, karşılık verme ve sorgulama konusunda, diğer önlemlerin bir parçası olarak, yardımcı olabileceğini kaydederek…” şeklinde aile içi şiddetin (erkek şiddeti değil) kadınların hayatlarını tehdit ettiği için değil de istihdam ve verimliliği tehdit ettiği için şiddet olarak tanımlanıp, ona karşı da mücadele verilmesini vurgulamasıdır. Demek ki neymiş? Kapitalist üretimin devamı her şey, kadın hayatları pek de bir şey değilmiş.
Varlığını işyerinde cinsel tacizi gündeme getiren #MeToo hareketine borçlu olan ILO sözleşmesinin, feminist bakış açısıyla yorumlanması gerekiyor ama bu başka bir yazının konusu… Şimdilik işyeri şiddetine karşı dünya ölçüsünde bir standart getirmesine, Türkiye’de de bazı sendika ve konfederasyonların bu sayede 25 Kasım'ı gündemlerine almasına sebep olduğu için kendilerine bir miktar teşekkür borçlu olabiliriz. Yani bu devirde borçlu olmayan mı var?
Buradan sendikalı kadın hareketine de epey bir ekmek çıkar esasında, 25 Kasım bildirilerinde sözleşmeyi imzalamayan hükümete “ILO 190’ı imzala” demenin ötesine geçip, tüm sendikaların, tüm kadın birimleri bir araya gelip ortak bir kampanya düzenleyebilirler mesela; Torba yasada olduğu gibi… Bu parça pinçik eylemlerle bölünmüşlüğü iyice açığa çıkan sendikalar için de bir ortaklaşma zemini olabilir. Bizden söylemesi….