Atiq Rahimi'nin filmi The Patience Stone, Afganistan'da savaşın ortasında adı olmayan güçlü bir kadını anlatıyor. Öğretilenin dışında başka bir hayatı görmesine izin verilmeyen kadınların, kimliğini aramaktan vazgeçmediğini
Savaşlar, binbir türlü şekilde anlatılıyor ancak kadınlar ve çocukların bu savaşlardan nasıl etkilendiği fotoğrafın daha az görünen yüzü. Evin salonuna kadar düşen bombalar, çığlıklar, çıldırışlar, açlık, susuzluk, kayıplar ve her an ölebilme tedirginliği. Hepsinin ötesinde de biraz hayatta kalma mücadelesi…
Afganistan da tüm bunların yaşandığı yerlerden. Yerini şimdilerde tamamen Taliban yönetimine bırakmış, yıllardır hükümet ve Taliban arasında yaşanan çatışmalarda en çok kadınların ve çocukların ezildiği, öldüğü ve yoksulluk çektiği, çekmeye devam ettiği bir yer.
İşte tam olarak böylesi bir durumu anlatıyor The Patience Stone/Sabır taşı filmi. Atiq Rahimi'nin aynı adlı romanından yine Rahimi tarafından çekilmiş 2012 yapımı bir film. Rahimi, Sabır Taşı’nı 2005'te, 25 yaşındayken kocası tarafından öldürülen Afganistanlı kadın şair Nadya Encuman anısına yazmış. Afganistanlı kadınlar için bir söyleşisinde ise, “Afgan kadınları hakkında hep aynı söylemleri duymaktan bıkmıştım, ezilen, kurban olan kadınlar. Oysa Afganistan'a gittiğimde son derece dirayetli kadınlarla tanıştım" diyor.
Yıkık dökük bir kent
Film, yıkık dökük bir kentle sahneyi açıyor. Sonra bir mahalle, burası Afganistan. Savaş sürüyor ancak gündelik hayat da sürüyor. Karakterlerin adı yok çünkü onlar herhangi birinin ailesi, ablası, kardeşi, eşi ya da başka herhangi bir şeyi. Daha doğrusu bu kadın karakter, bulunduğu coğrafyada yaşayan her kadının bir portresi.
Savaş ortamında bir mahremiyetin kalmadığını anlatır gibi evlerin penceleri olmadığını, hepsinin perdeyle kapatıldığını görüyoruz. Bu bizi sürekli tedirgin hissettiriyor. Tehlikenin nereden, ne zaman geleceğini düşünerek filmin sonuna kadar ilerliyoruz.
Yine yıkık dökük bir evde otuzlu yaşlarında bir kadın, hareketsiz yatan, ondan yaşça büyük olan eşine bakıyor ve başında dua ediyor. Kadın bir yandan da hareket etmeyen sadece nefes alan bu erkekle sohbet ediyor. Hatta dışarı çıkıp temel ihtiyaçları için alışveriş yapması gerektiğinde bile bu hiç hareket etmeyen adamdan izin istiyor.
Söz arasında bu erkeğin "Allah için" savaştığını kadının ağzından övgüyle duyuyoruz. Bulunduğu bir ortamda annesine karşı edilen küfür nedeniyle kavga edip başına mermi yediğini ve tekrar yürüyüp konuşabileceğini öğreniyoruz.
Kadının yaşamı ateş hattında geçiyor. İki çocuğu ve komşularıyla birlikte saldırı başladığında bodrumda saklanıyor ve bombardıman bittiğinde koşarak eşinin hayatta olup olmadığını öğrenmeye çalışıyor. Bu savaş ortamından çocuklarını korumak isteyen kadın, onları şehrin daha güvenli bölgesinde bulunan teyzesinin yanına götürüyor. Teyzesi, genelevde çalışan bir seks işçisi. Kadının teyzesiyle, korkuları ve endişeleri üzerine yaptığı sohbet artık bir fark edişe dönüyor.
***
Onu "savaşçı" olan erkekle değil, onun hançeriyle evlendiriyorlar. Yaşadıkları coğrafyadaki bütün kadınlarda olduğu gibi onun da tek görevinin çocuk yapmak ve eşini "memnun etmek" olduğunu fark ediyor. Yaşadıkları şeyin bir ilişki olmadığını anlıyor ve teyzesinin de anlattığı "Sabır taşı" öyküsünden güç alıyor. Bu öykü Hz. Muhammed ve eşi Hatice'nin yaşadığı bir olay üzerinden gelişiyor. Teyzenin söylediği söz ise bu filmin ana problemine ayna tutuyor: "Belki de Muhammed yerine Hz. Hatice peygamber olmalıydı."
Artık eve gittiğinde bu hareketsiz adamı sabır taşı olarak görmeye başlıyor. Yaşamını, sıkıntılarını, endişelerini, korkularını anlatıyor. Bazen de yaşamı için tehlikeli itiraflarda bulunuyor. Kadın, hareketsiz olan bu erkekle ilk defa dertleşiyor.
Erkeğin çocuğunun olmadığı için kadının kayınvalidesi tarafından işkence gördüğünü, bu sebeple başka bir erkekten çocuk yaptığını öğreniyoruz. Babasının kumar borcu yüzünden de bu "savaşçı" erkeğe parayla satıldığını…
Bir gün evleri iki silahlı asker tarafından basılıyor. Kadın, bu savaşçılar tarafından tecavüze uğramamak için yalnız yaşayan bir seks işçisi olduğunu söylüyor. Bu garip yöntemin daha sonra ne kadar mantıklı olduğunu ise teyzesinden öğreniyoruz: Dini kuralların hüküm sürdüğü toplumlarla erkeklerin, seks işçilerine değil bakire kadınlara tecavüz etmekten "zevk aldıklarını" çünkü bunun onlar için bir güç gösterisine dönüştüğünü söylüyor.
***
Bu film bize savaşın ortasında adı olmayan güçlü bir kadını anlatıyor. Savaşların, çatışmaların, penceresiz evlere düşen bombaların ardında kadınların verdikleri yaşam mücadelesinin bir perdesi oluyor. Öğretilenin dışında başka bir hayat görmesine izin verilmeyen, kadınların kimliğini aramaktan vazgeçmediğini söylüyor.