Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Tecavüz Kültürü: Egemenliğin Beden Üzerinden İnşası

Hürriyet Doğan Hürriyet Doğan
22 Haziran 2025
Yazı
0
Tecavüz Kültürü: Egemenliğin Beden Üzerinden İnşası
0
SHARES
125
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Yaşadığımız coğrafyada tecavüz kültürünü besleyen en önemli unsurlardan biri de militarist kültürdür. Özel savaşın militarist mantığı, kadınları ve genel olarak gençliği öz kimliğinden ve toplumsallığından kopararak tehlike olmaktan çıkarmayı hedefler. Bu bağlamda fuhuş ve madde bağımlılığı teşvik edilmekte, tecavüz failleri ise cezalandırılmamaktadır

Konumuz tecavüz kültürü. Ancak baştan belirtmek gerekir ki “kültür” kavramını “tecavüz” fiiliyle yan yana getirmek, kültüre haksızlıkmış gibi geliyor insana. Zira kültür dediğimiz şey, insanın tüm yaratımlarını içine alan çok geniş bir kavramı ifade eder. Bu nedenle kültürü, insanın yaratıcılığını ve olağanüstü zekâsını çağrıştıran, dolayısıyla pozitif bir gerçeklik olarak değerlendirmek daha hakkaniyetli bir yaklaşım gibi görünmektedir. Ne var ki, tecavüz de insan eliyle gerçekleştirilen, tekil olayları aşan, toplumsal ve tarihsel bir boyut kazanan öldürücü bir şiddet eylemidir.

Kavramsal ve Tarihsel Arka Plan

Toplumsal tarihin ilk anlatı biçimleri olan mitolojilerde dahi birçok tecavüz örneğine rastlıyor olmamız, bu olgunun ne denli süreklilik kazandığını açıkça göstermektedir. Mitolojilerde görkemli anlatılara konu olan tanrıların çoğunun tecavüzcü olarak betimlenmesi, tecavüz eyleminin daha ilk çağlarda nasıl normalleştirildiğini ve hatta övünç sebebi sayıldığını gösterir. Örneğin; kurnaz Tanrı Enki’nin hem saldırgan tecavüzcülüğü hem de İnnana’nın ME’lerini çalarak uygarlığı ele geçirme çabası, tecavüzcülüğün güç ve iktidarla ne kadar iç içe geçtiğini ortaya koymaktadır. Bu, kadının çevresinde kurulan toplumsallığın zor ve şiddet yoluyla dağıtılması ve erkek ekseninde yeniden şekillendirilmesi anlamına gelir. Yine Yunan mitolojisinde en büyük tanrı olan Zeus’un tecavüz pratikleri adeta mitolojiye damgasını vurmuştur. Çarpıcı örneklerden biri, kuğu kılığına girerek kaçırdığı Europa’ya tecavüz etmesi ve bu eylemden Minos ile Rhadamanthys’in doğmasıdır. Minos’un bir adaya, Rhadamanthys’in ise yeraltına hükmetmesi ve Europa’nın Avrupa kıtasına adını vermesi, tecavüzün uygarlık anlatılarıyla ne denli iç içe geçtiğini gösterir.

Uygarlığın ilk çağlarında mitolojilere konu olan bu tecavüz pratiklerinin zor ve şiddet yoluyla uygulandığı görülmekle birlikte, kadınların bu saldırganlığa karşı çoğu zaman direndiği ve teslim olmadığı da anlaşılmaktadır. Ancak bu direnişe rağmen engellenemeyen erkek egemen kültür, egemenliğini pekiştirmek adına önce tapınaklar, ardından saraylar inşa ederek gücünü yeniden üretmiştir. Sarayda kral olmak tanrısallığın temsili sayılırken, çok sayıda kadına sahip olmak ise bu tanrısallığın kanıtı olarak sunulmuştur. Böylece, çok kadına sahip olmak bir halka hükmetmekten daha fazla arzulanan ve destanlarla övülen bir statü haline gelmiştir. Kral öldüğünde beraberinde yüzlerce cariyesiyle gömülmesi, hem gücün en büyük ifadesi olmuş hem de öbür dünyada da kral gibi yaşamanın garantisi sayılmıştır. Buradan yola çıkarak denilebilir ki, tecavüz kültürünü varsayılan öbür dünyaya taşımak, egemen erkek için en büyük arzularından biri olmuştur.

Bu ve benzeri sayısız örnekten anlıyoruz ki tecavüz kültürü, egemen erkeğin kadın iradesini kırma temelinde gerçekleştirdiği sistematik şiddet ve güç dayatımıyla şekillenmiştir. Diyalektik olarak baktığımızda, bir yerde kadın iradesi ne kadar kırılmışsa, o oranda tecavüz kültürü hâkim olmuştur. Ya da başka bir deyişle, tecavüz kültürü ne kadar yaygınlaştırılmışsa, kadın iradesi de o ölçüde yok edilmiştir.

Buradaki temel soru şudur: Egemen erkek neden tarih boyunca bu kadar şiddetli bir arzuyla kadın iradesini kırmaya ve üzerinde egemenlik kurmaya odaklanmıştır? Bu soruya birkaç cümleyle yanıt vermek elbette mümkün değildir. Bu durumu yalnızca cinsel arzuyla açıklamak, gerçeği görünmez kılmaya yönelik bir çaba olarak sıkça karşımıza çıkmaktadır. Aynı şekilde, “ahlaki düşkünlük” demek de meseleyi yeterince açıklamamaktadır.

Ahlak, toplumsal kültürün normlarını oluşturan temel değerlerin başında gelir. Ahlak yoksunluğu bir bakıma toplumsallığın yokluğu, bir başka ifadeyle toplumdan düşme hâlidir. Ancak tecavüz fiilini işleyen faile atfedilen ahlak yoksunluğu bu boyutta, yani insanlıktan çıkma olarak değerlendirilmemektedir. Tarihsel seyir içerisinde giderek daha da normalleşmiş bir hâl almıştır.

Örneğin, tecavüzcüsüyle evlendirme uygulaması, tecavüzü kolektifleştiren bir yaklaşım olmuştur. Benzer şekilde, tecavüz olaylarında genellikle erkekten çok kadının suçlanması, kadının susmaya, gizlemeye ve saklanmaya zorlanması, toplumu bu şiddet biçimine ortak eden ve onu kültüre dönüştüren unsurlar arasında yer alır. Böylece egemenlik ve zorbalık eylemi olarak ortaya çıkan fiilin, çaresiz ve ahlaki çöküntüye uğratılmış bir topluma dayatılması ve kabullendirilmesi gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu nedenle tecavüz kültürüne karşı mücadele tam da buradan başlamalıdır.

Erkek Egemen Sistem ve Kadının Mülkleştirilmesi

Tecavüz kültürünün temelinde yatan nedenlerden biri de mülkleştirme eğilimidir. İnsan düşüncesine, kendine ait gördüğü her şey üzerinde mutlak tasarruf hakkı olduğu yönünde bir algı yerleşmiştir. Egemenlik zihniyeti de tam bu algı üzerinden inşa edilmiştir. Tarihsel olarak görüyoruz ki kadının üretimlerini çalan ve kendine mal eden erkek egemen anlayış, aynı zamanda kadını da sahip olunacak bir nesneye indirgemiştir. Bir cinsin diğerini “mal” ya da “meta” konumuna düşürmesi, onun üzerinde her türlü tasarruf hakkını kendine tanıması anlamına gelir.

Dolayısıyla toplumsal doğada en büyük sapmanın bu noktada başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Tecavüz kültürü, bu mülkleştirme anlayışının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu süreç yalnızca kadınla sınırlı kalmamış, zamanla doğayı da kapsayacak biçimde genişlemiştir. İslamiyet’te geçen “kadınlar sizin tarlanızdır, dilediğiniz gibi ekin” ifadesi ya da Roger Bacon’ın doğayı “boyun eğdirilmesi gereken vahşi bir bakire” olarak tanımlaması bu anlayışın yansımalarıdır.

Toplumsal örnekler üzerinden değerlendirirsek, Hindistan’daki sati geleneği bu kapsamda değerlendirilebilir. Bizde de eşi ölen ya da başına herhangi bir felaket gelen kadının, bir ömür boyunca o eşin hatırasına bağlı kalmasının beklenmesi benzer bir anlayışın ürünüdür. Sati kültürü, eşi ölen kadının, bir daha dışarı çıkmamak üzere, diğer dul kadınlarla birlikte bir mekâna kapatılması geleneğidir. Bizde bu fiziksel kapatma olmasa da geleneksel bir zihinsel mahkûmiyet aynı sonucu doğurmaktadır.

Verdiğimiz örnekler, genelde kadına yönelik tecavüz kültürünü ifade etse de bu kültürün yalnızca kadınla sınırlı kalmadığını; doğaya, çocuklara, zayıf görülen erkeklere ve hayvanlara da dayatıldığını görüyoruz. Bu kültürde, sayılan tüm kategoriler özne olarak değil, sahip olunması gereken mülkler olarak algılanmaktadır.

Toplumun Sessizliği ve Tecavüzün Kolektifleştirilmesi

Tarihsel tespitlerden günümüze gelirsek diyebiliriz ki, bugünün toplumsal gerçekliğinde tecavüz kültürü, yaşamın anlamını ortadan kaldırmaya çalışan büyük bir saldırganlıkla üzerimize gelmektedir. Her sabah kadınlara, çocuklara, doğaya yönelik tecavüz haberleri ile güne başlamak, toplumsal bir travma içinde yaşamak demektir. Ancak bu felakete karşı gösterilen toplumsal reflekslerin oldukça zayıf kaldığı da ortadadır. Bu reflekslerin eksikliği ve tecavüz olaylarını saklama eğilimi, şiddeti artırmaktadır ve normalleştirmektedir.

Elbette tecavüz haberleri toplumun çoğunluğunda rahatsızlık ve tiksinti uyandırmaktadır. Ancak önleyici rol üstlenilmediği sürece, esas sorular sorulmadığı ve yanıtları aranmadığı sürece, toplumsal suç ortaklığı kaçınılmaz hâle gelmekte ve daha büyük felaketlerin önü açılmaktadır.

Günümüz Gerçekliği: Militarizm

Yaşadığımız coğrafyada tecavüz kültürünü besleyen en önemli unsurlardan biri de militarist kültürdür. Özel savaşın militarist mantığı, kadınları ve genel olarak gençliği öz kimliğinden ve toplumsallığından kopararak tehlike olmaktan çıkarmayı hedefler. Bu bağlamda fuhuş ve madde bağımlılığı teşvik edilmekte, tecavüz failleri ise cezalandırılmamaktadır. Kolluk güçleri tarafından tecavüze uğrayıp intihara sürüklenen kadın örnekleri de bu sistematik şiddetin boyutlarını gözler önüne sermektedir. İntihar vakalarının artması da tecavüz kültürüyle doğrudan ilişkilidir. Gençlere sistematik olarak dayatılan hastalıklı ilişkiler, nihayetinde şiddet üretmekte ve bu durum cinayet ya da intihar vakalarıyla sonuçlanmaktadır.

Çaresizliğe Karşı Örgütlü Toplum

Sonuç olarak, tüm bu gerçeklikler karşısında “Ne yapmalı?” sorusu bizim için en yakıcı sorudur. Öncelikle yapılması gereken, toplumun zihnine yerleşmiş olan çözümsüzlük algısını kırmak ve çaresizliği parçalamaktır. Çünkü tarih boyunca toplumun ahlaki ve politik ölçüleri, bireyini kötülüklerden korumak için şekillenmiştir. Bugün de başka bir tür koruma biçimi geliştirmek mümkün değildir.

Burada kastedilen, örgütlü toplumdur. Somut olarak belirtmek gerekirse; taciz, tecavüz, intihar ve kadın cinayetlerine karşı birçok kurum sorumluluk sahibidir ve birlikte çözüm üretme kapasitesine sahiptir. Yerel yönetimler, hukuk ve sağlık kurumları, kadın dernekleri, insan hakları örgütleri, ekoloji birimleri, kültür ve sanat inisiyatifleri gibi yapılar bu mücadelede güçlü ortak çalışmalar yürütebilir ve yürütülmelidir.

Aksi takdirde, kendilerini toplumsal özgürlüğü esas alan kurumlar olarak tanımlamaları inandırıcı olmayacaktır. Elbette bu yönde ciddi çaba harcayan kurumlar da vardır, ancak yeterince görünür ve bilinir değillerdir. Tüm bunların yanı sıra, esas olarak kendine güvenen, birlikte hareket eden ve kendi savunma mekanizmasını örgütleyebilen bir toplumsallık yaratmak en önemlisidir ve bu kesinlikle mümkündür. Bunu gerçekleştirecek olan ise, toplumsal duyarlılığı ve özgürlük bilinci olan her bireydir.

Etiketler: bedenin politikleşmesiEgemenlikFeminizmKadın DayanışmasıKadın MücadelesiKürt kadınlarÖzel savaş politikalarıSavaşSayı 121Tecavüz kültürü
Önceki İçerik

Demokratik Toplumu Düşünürken; Kuram-Eylem Olarak Sivil İtaatsizlik ve Kadınlar*

Sonraki İçerik

Bir Savaşın Gölgesinde, Bir Barışın Arifesinde: Tüm Yönleriyle Tecavüz Kültürü

Sonraki İçerik
Bir Savaşın Gölgesinde, Bir Barışın Arifesinde: Tüm Yönleriyle Tecavüz Kültürü

Bir Savaşın Gölgesinde, Bir Barışın Arifesinde: Tüm Yönleriyle Tecavüz Kültürü

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.