Kadınların, hiyerarşik ve tahakkümcü nitelikleri sebebiyle erkek egemen ve kapitalist dünyanın görünmezlik, kader ve cezasızlık çıkmazında tutulması karşısındaki eylemlerinin hemen hepsi bilerek ya da bilmeyerek sivil itaatsizlikle buluşur
Demokratik ya da demokrasi eğilimindeki toplum düzenlerinde hayata geçebilir dediğimiz toplumsal sözleşme, düşünmek ve eylemek gibi politik edimleri gerçekleştirebilme kabiliyeti taşıyan iki odak üzerinden kendini sürdürür. Bunlardan ilki bireylerden oluşan toplum diğeri ise yönetim mekanizmasıdır.
Modern ve kapitalist sistemlerin ulus devlet şeklindeki mekanizmalarında ya da inşasına giriştiğimiz demokratik ulus/demokratik toplum sisteminde benzer bir ikilik söz konusudur, olacaktır. Bu ikililikte toplumu oluşturan bireyler, iradelerini hayata geçirmek için yönetim mekanizmasına kendi nam ve hesaplarına hareket etme ve karar alma yetkisi verirler. Ancak bu yetki temelde özgürlük, eşitlik, barış gibi koşullarla varlığını sürdürmek için verilir. Ahlaki ve toplumsal ölçülerle kullanılması beklenir.
Sözleşme aynı zamanda toplum içindeki farklı birey ve grupların birbirleriyle ve yönetim mekanizmasıyla olan çatışmalı ilişkilerini müzakereci paradigma ile çözme aracı olarak da görülebilir. Üstelik bu yöntem, farklılıkların yok edilmesini değil, tarafların birbirlerinin varlığını kabul ederek ve ortak ölçülerle oluşturduğu bir çeşit çoğulculuğa işaret eder.[ii]
Söz konusu rıza ve çoğulculuk elbette ki sonsuz bir barış ortamını korumaya yeter bir ölçü olarak değerlendirilemez. Rızanın ve çoğulculuğun sürekliliğinin sağlanması sözleşmenin meşruiyetini oluşturur, korunmak zorundadır. Ancak insanların bedenlerinin, zihinlerinin ve yaşadıkları coğrafyaların sınırlarla çevrildiği modern dünya modelinde, gücün ve zor aygıtının kullanım alanları büyüdüğünden, toplumun bütünü için kurulan düzen, bazı insanların menfaatine yönelme ve ahlaki değerlerden uzaklaşma zaafını taşır. Bu şartlarda dâhi sözleşme hâlâ varlığını korumaktadır ancak bozulma halindedir ve demokratik siyasetin çözüm gücüne ihtiyaç duyar.
Toplum ve yönetim mekanizması arasındaki demokratik ilke; iktidar ve tahakküm pratikleriyle toplumsal sorunlar yaratmaya başladığında, ötekiler ve bazen de ötekilerin bakış açısını anlama ve onlarla dayanışma eğiliminde olanlar, ötekilerle birlikte, bozulmaya sebep yasa ya da uygulamalara karşı itiraz ederek aslında siyaseti yeniden üretir. Bilgiye dayalı zihinsel yoğunlaşmalarımız, ideal olana dair ahlaki eğilimlerimiz, yaşadığımız dünya ile aramızdaki duygusal bağlar birbiriyle yakından ilişkilidir. Kimliklerimizi, isteklerimizi, fikirlerimizi ve hayattaki diğer tatminlerimizi inşa eden bu sarmaldır ve en güçlü motivasyonunu duygulardan alır.[iii] Bununla ifade etmeye çalıştığımız sırf öfke ve kıskançlık gibi duygular değil; mutluluk, huzur ve güvende hissetme gibi olumlu yaratım sağlayacak duyguları da içine alacak bir bütünselliktir.
Haksız bir yasa ya da uygulamaya maruz kalındığında bireyleri ve toplulukları harekete geçiren gücü, bu duygulardan bağımsız ele alamayız. Çünkü duyguların inşası da aslında tıpkı fikirlerin ve kültürün inşası gibi deneyimlerden çıkar. Ne için üzülüp sevineceğimizi, neyin korkutup güven duygumuzu zedeleyeceğini bilişsel, ahlaki ve duygusal gelişimimiz belirler. Bu bütünsellik bireyi, düşünene ve eyleyene dönüştürmeye başladığında, bir de toplumdaki diğer bireyleri görmeye ve onlarla bir araya getirmeye yettiğinde siyasal nitelik taşıyan toplumsal hayata dahil oluruz.
Sivil itaatsizlik de tam bu noktada devreye girer, diyebiliriz. Çünkü tanımı, ilkeleri ve hedefleri açısından demokratik siyasetin çözüm gücüne dayanan oldukça spesifik bir itiraz biçimidir. Sözleşmeye atfettiğimiz özgürlük, eşitlik, adalet gibi değerler üzerinden başlaması, göze aldıkları ve nihayetinde de hem eylemcilere hem de yönetim mekanizmasına ölçü kazandırması bu eylemi diğerlerinden ayırır. Ancak ne olduğu, nasıl tanımlandığı birçok düşünür tarafından ele alınmış, dar, geniş ve yaygın tanımlamalarla hangi eylemin sivil itaatsizlik olup olmadığına dair ön açıcı tartışmalar yürütülmüştür.
Sivil itaatsizliğin dar tanımlarından birini, Nicalous Fleisch, ‘Sivil itaatsizlik, devlet gücü sadece uygulananlarda değil diğer başka kişilerce de haksız bir edim olarak algılandığında, buna karşı olarak, kaba güç kullanılmadan ve kamuya açık gerçekleştirilen bir protestodur.’ şeklinde yapar.[iv] Jürgen Habermas ise ‘Sivil itaatsizlik, sırf kişilerin inançları ve çıkarlarıyla temellendirilemez. Önceden ilgili mercilere bildirilmiş, bilhassa polisler tarafından sonuçları öngörülebilir olan ve kamuya açık alanlarda gerçekleştirilen, hukuk sisteminin yıkımı gibi iddiaları olmayan, normu kasti olarak çiğneyen ve bu eylemin sonuçlarına katlanmaya rıza gösterenlerin şiddet araçlarını kullanmadan hayata geçirdiği sembolik bir eylemdir.’ demektedir.[v]
Tanımın giderek ayrıntılandırılması eğiliminin en belirgin örneğini Hans de With’de görürüz. Hans De With, ‘Sivil itaatsizlik eylemi, evrensel olan ahlaki ve siyasi ilkeleri savunmalıdır çünkü devletin gücü ve etkisi dikkate alındığında gerçekleştirdiği haksızlık, kişiler arası özel ilişkilerden doğan haksızlıklardan çok daha ağır ve aleni özelliktedir. Haksızlığın giderilmesi için bütün yasal yollar denenmiş olmalıdır. Eylem, şiddet içermemeli, önceden duyurulmalı ve adillik/hakkaniyet ilkelerine uygun olmalıdır. Bu eyleme katılan herkes en başından itibaren maddi, hukuki vd. müeyyidelere katlanmaya razı olmalıdır. Sivil itaatsizlik bir hak değildir; ancak eylemcinin iyi niyeti ve kamusal yarar için harekete geçmiş olması bu eylem yargılandığında da dikkate alınması gereken hususlardır.’ şeklindeki çok yönlü sıralaması ile sivil itaatsizliğin sınırlarını belirlemeye çalışmıştır.[vi]
Kavramı, dar tanımlara göre daha kısıtlı unsurlar üzerinden değerlendirerek daha fazla eylem biçimini kapsayacak şekilde ifade eden geniş tanım bilhassa eylemin söz konusu yasaya ya da uygulamaya bilinçli olarak aykırı olması, kamuya açık gerçekleştirilmesi, eylemcinin özel bir motivasyonla harekete geçmesi ve devrim vb. niyeti olmayıp var olan sistemi dönüştürme gayreti taşıması öğelerini içerir. Yaygın tanım ise geniş tanıma şiddet aracının kullanılmamasının ilave edilmesi yönündeki eğilimle açığa çıkar. Hugo Adam Bedau ve John Rawls yaygın tanım konusunda mutabık gibidir. Hugo Adam Bedau, ‘Yasaya aykırı, vicdani, şiddetsiz ve kamuya açık olarak, bir hükûmet politikasının ya da uygulamasının engellenmesi ya da bunlara itiraz edilmesi, sivil itaatsizliktir.’ der. John Rawls, ‘Yasaların ya da hükûmet politikalarının değiştirilmesi için aleni olarak gerçekleştirilen, şiddetsiz, vicdani ama yasal olmayan politik bir eylem’ olarak tanımlar, sivil itaatsizliği.[vii]
Teorisyenler tarafından dar, geniş ve yaygın diye ifade edilen tanımlar yapılırken ortaya çıkan farklılıklar temelde bu eylemlerin sivil ve sistem içi tutulmasına dönük tartışmalardan doğar. Dar tanım, itaatsizliğin çok öğeli olması sebebiyle bu tip edimlerin azının sivil olarak anılması sonucunu doğurur; ancak sivil nitelemesini, askeri ya da askeriyeye içkin olmama şeklinde sınırlandırabiliriz. Geniş tanımlarda ise öğeler azaltılarak hukuk devletinin ilkelerini koruyan, barışçıl olma ve başkalarının daha üstün hakkını çiğnememe anlayışı belirginleşir. Son olarak yaygın tanım ise vicdan kurallarına vurgu yapar ve buna aykırı yasa ve uygulamaların engellenmesi amacı üzerinde durur.
Hannah Arendt’in tanımı ise sivil itaatsizlerin cinsiyetsiz bir toplam olduğu fikrini aştıracak kapıyı aralar. Sivil itaatsizliğin anlamlı sayıda yurttaşın artık itirazları duyulmuyorsa ya da hükümet yasal/anayasal meşruluğu olmayan bir politikada ısrar ediyorsa ortaya çıkacağını söyler.[viii] Yani yasa adaletsizse, gayrimeşruysa ama ısrarla uygulanıyorsa buna bir araya gelerek itiraz etmek yasal olmayabilir; ancak son derece meşrudur. Peki anlamlı sayıda yurttaş, nüfusun yarısı olan kadınların büyük bir çoğunluğu olabilir mi? Olur. Nitekim Antigone anlatısından Rosa Parks eylemine, Ayşe Gökkan’ın sınır eyleminden, kadınların camilere girmek için verdikleri mücadeleye, fiili eşbaşkanlık uygulamalarından mecliste kadınların pantolon giymesine, kürtaj yasaklarına karşı hekimlerin kürtaj olmak isteyen kadınlara bu hizmeti gayrı resmî vermelerine değin birçok yerel ve uluslararası eylem elbette sivil itaatsizlik eylemleri olarak ele alınmalıdır. Diğer taraftan occupy(işgal) eylemlerinin özel mülkiyete, yoksulluğa, ayrımcılığa karşı duruşları, bu eylemlerin en önünde hep kadınların olması sivil itaatsizlik ve kadın mücadeleleri arasındaki bağlantıya dair de düşünmeye alan açar. Aynı zamanda Plaza de mayo, cumartesi anneleri, barış anneleri eylemleri bu denklemden bağımsız değildir.
Kadınların, hiyerarşik ve tahakkümcü nitelikleri sebebiyle erkek egemen ve kapitalist dünyanın görünmezlik, kader ve cezasızlık çıkmazında tutulması karşısındaki eylemlerinin hemen hepsi bilerek ya da bilmeyerek sivil itaatsizlikle buluşur. Nitekim bir eylemin sivil itaatsizlik sayılabilmesi için ortaya konan koşullar; özgürlük, eşitlik, adalet gibi temel değerlerin aykırılığında açığa çıkmış yasanın olması, bu yasaya aykırı eylemin gerçekleştirilmesi, bu eylemin kamuya açık olması, şiddetsizlik, ahlaki ve politik güdülenme ve elbette eylemcinin eyleminin hukuki ve siyasi sonuçlarına katlanma iradesidir.
Yukarıda saydığımız ve yüzlerce başka kadın eylemi örneğiyle arttırabileceğimiz deneyimler, tam da öne sürülen koşullar sebebiyle sivil itaatsizliktir. Tuz yürüyüşünden ya da vergi ödememekten daha az değillerdir. Ölmemek, öldürülmemek, şiddet görmemek için, ürettiklerinin değerine sahip çıkmak, sömürülmemek, yok sayılmamak için yaptıklarıdır. “Biz Şeyh Sait Meydanında olacağız”, “Galatasaray’da buluşuyoruz” demek mecbur olmasalar da bildirdikleridir. Silahsız gidip bedenlerini, mekanları sivil itaatsizlik performansına dönüştürdükleridir. Tutuklanmak, cezalandırılmak, polis şiddeti gibi sonuçlar kadınların da göze alarak mücadele ettikleridir.
Çünkü toplumsal sözleşme bozulmuştur. Kadınları yok saydığı için bozulmuştur. Sözleşmeye geri dönmek ise demokratik siyasetin öznesi olan kadınların tüm bu eylemleriyle ortaya koydukları iradenin hem parçası oldukları toplum hem de toplumun oluşturduğu yönetim mekanizmalarınca tanınması, statü kazanmasıyla mümkün olur. Statüsüzlük ile sistemin, kararların dışında bırakılabilmesi, kadınlar üzerinden denenenin tüm topluma da uygulanabileceğinin riski, göstergesidir. Bu risk karşısında demokrasinin de demokratik siyasetin de kadın garantisinde örgütlenmesi sözleşmenin de garantisi haline gelir.
Sonuç yerine;
Kadınların ve tüm diğer ötekilerin arzulanan düzeyde katılamadığı, karar verici bir hale gelemediği sistemlerle karşı karşıya olsak da sivil itaatsizliğin devlet örgütlenmelerindeki dönüştürücü etkisi azımsanmayacak kadardır. Çünkü devletin, bir tarafında kural koymanın diğer tarafında da bu kuralları icra etmenin bulunduğu yapısallığı, bu edimlerin hangi amaçla yapıldığı ve bu amacın toplumla ilişkisinin ne olduğu açısından demokrasi tartışmalarını içinde taşır. Haliyle Arendth’in sözleriyle iktidarın ancak insanlarla birlikte var olabileceğini, ortak bir amaç için bir araya gelerek eyleyenlerin ortaya çıkaracağı gücün, iktidar anlamı taşıdığını akılda tutmak gerekir. [ix]
Bu bağlamda demokrasiyi, sadece seçim yöntemleri, karar alma biçimleri ve parlamentonun varlığı üzerinden değil, içinden çıktığı toplumun gerçekliğini istismar etmeyen, sürekli toplum denetiminde olmayı kabul eden ve toplumsal değerleri koruması gerektiğini bilen bir yönetim sisteminin yöntemi olarak inşa etmek, karşı durduklarımızı dönüştürürken en etkili araçlardan olabilir.
Demokratik olduğunu iddia eden bir sistem içinde haksızlığa itiraz eden, toplumsal çağrısı olan, kamuya açık, şiddetsiz ve politik bir eylem olarak sivil itaatsizlik; halk egemenliği ve demokrasi içinden çıkan bir güçtür. İnsanların ortak bir amaç için bir araya gelmesi, bu durumun iktidarı oluşturması sırf nicel çoklukları ile açıklanamaz. Birbirleriyle konuşmaya, birbirlerini dinlemeye başlamalarıyla insanlar politik bir dönüşüm içine girer ve ortak amaç da böylelikle politik olarak zenginleşir. Toplumun çoğunluğuna haksız görünmeyenin daha az bir topluluk için haksız görülmesi sorununda sivil itaatsiz çoğunluğa çağrıda bulunur.
Yasayı oluşturan çoğunluğa sivil itaatsizlik eylemleri iki şekilde yönelir; haksızlığı duyurarak bütün toplumun gündemine taşır ve kendileri dışındakilerin bu haksızlık üzerine yeniden düşünmesini sağlar. Demokratik hukuk devleti olduğunu belirten yönetim mekanizmalarında çoğunluk kararı ile ortaya çıkan yasanın, kötülük amaçladığı başka hiçbir dayanağı yoksa gerçekçi bir iddia niteliği taşımaz ama neticesi itibarıyla haksızlığa sebep olmak kötü olmakla ilgilidir. Bunun düzeltilmesini amaçlayan sivil itaatsizlik eylemi, toplumsal çağrı niteliğiyle çoğunluk olarak yönetenlerin, azınlığı da görmesini ve aldığı kararları azınlığı yok saymadan vermesini talep ederek demokratik yönetimin gelişimini sağlar.
* Bu yazı “Sivil İtaatsizliğin İlkesel Özellikleri ve Meşru Dayanakları Bağlamında Hevsel Vakası İncelemesi” isimli tezimin ilk bölümünden derlemeler ve kadın odaklı eklemelerle oluşturulmuştur. Tezin tamamı için; https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp
[ii] Chantal Mouffe, Siyasal Üzerine, Çev. Mehmet Ratip, Üçüncü Basım, İletişim Yayınları, İstanbul,
2015, s.21; Chantal Mouffe, Dünyayı Politik Düşünmek Agonistik Siyaset, Çev. Murat Bozluolcay,
Birinci Basım, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015, (“Dünyayı Politik Düşünmek”), s. 23-24
[iii] James M. Jasper, Ahlaki Protesto Sanatı, Çev. Senem Öner, Birinci Basım, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul, 2002, (“Ahlaki protesto Sanatı”), s.174
[iv] Hayrettin Ökçesiz, “Sivil İtaatsizlik”, s.130
[v] Jürgen Habermas, Sivil İtaatsizlik, Çev. Hayrettin Ökçesiz, Birinci Basım, AFA Yayınları,
İstanbul, 1995, (“Sivil İtaatsizlik”), s.9
[vi] Hayrettin Ökçesiz, “Sivil İtaatsizlik”, s.132
[vii] John Rawls, “Kamu Vicdanına Çağrı”, s.57
[viii] Hannah Arendt, “Kamu Vicdanına Çağrı”, s.98
[ix] Fatmagül Berktay’ın, Arendt değerlendirmeleri için ayrıca bkz. Fatmagül Berktay, “Politikanın
Çağrısı”, s.53 vd.