Karadenizlilerin şiveleri ile mizah unsuru olarak işlenmesi, Ermenilerin en iyi durumda “zanaatçılıktan” ibaret, Yahudilerin “tefeci” figürüne indirgenmesi, medya aracılığı ile üretilip desteklenen imajlardandır ve açıkça ırkçıdır
Uçlara vardığı durumda hakiki amaç ve kaygıdan kopan her şey gibi, medya da öncelikle açık haber ve enformasyon nedeni ile varoluş gerekçelerinden uzaklaşıyor. Artık toplum, haberlere erişemediğinden değil, haber ve enformasyon enflasyonu sebebi ile gerçeklere ulaşmıyor.
Diğer yandan, medya alanındaki tekelcilik düzeyi/derecesi sistemin ideolojik hegemonyasının yaygınlığına işaret ediyor. Yazılı, basılı, dijital, görsel biçimleri ile çeşitli haber, yayın seçeneği sunuyor görünse de gerçekte sunulan aynı ideolojik paradigmanın farklı versiyonlarıdır. Sistemin tekelindeki medya, ağırlıklı olarak sistem içi kodlar üretiyor. Bu kodlar çoğunlukla acık değil ve “toplumun normalleri” olarak sunuluyor. Toplum uzun süre maruz bırakıldığı fikirler, görüntü ve imajları -yanı sıra uyarıcı faktörlerden de yoksunsa- soğurur ve benimser. En temel uyarıcı faktör elbette bilincinde olmaktır. Eleştirel bilinç, sunulanı sorgulama yetisi, demokratik kültürle bağlantılıdır. Demokrasi kültürü zayıf toplum ve bireyler, kolaylıkla yönlendirilebilir, yönetilebilirler. Bu sebeple sistemin en temel dayanaklarının başında, dün olduğu gibi bugün de medya bulunmaktadır.
Toplumun hakim medya aracılığıyla maruz kaldığı ideolojik, politik ve kültürel saldırılara karşı konumlanan medya, basın ve yayın geleneğinin her dönem varlığı toplumsal doğanın kendisini savunma mekanizmalarından biri olsa gerek. Bununla birlikte bugün bir dereceye kadar muhalif medyayı da kapsayan basın ve yayıncılıkta kullanılan dil ve söylemin sistem etkisinden, onun ideolojik hegemonyasından kaçınmadığı, yeterince tartışılmayan ve açığa çıkarılmayan yayıncılık sorunlarından biri sayılabilir. Çoğunlukla siyasi sansürün, otosansüre dönüştüğü, otosansürün ise bir aşamadan sonra “sistem ideolojisine katılmaya” vardığı örnekler az değildir. Bu açıdan bakılırsa Türkiye’de liberal dil ve yayıncılığın, medya alanının en geniş sınırlarını belirlediği iddia edilebilir. Nitelikte az olsa da mevcut ideolojik savrulmalara karşı direnen özgür medya ve yayıncılığın, dönemin tüm yükünü omuzladığını şerh düşerek öne sürüyoruz iddiamızı.
Sistem paradigmasının temeli olan cinsiyetçi, ırkçı, sınıfçı, mezhepçi kodların açık veya kapalı işlenmesi, dil ve söylemde bu kadarı, imajların üretilme düzeyi, biçimi iktidar eleştirisini aşıp aşamadığı ve siyasi tablo sayılan kavram ve konuları dile getirip getirilmemesi, kıstas olarak ortaya konulabilir. Bunların içinden özel olarak Kürt sorunu, savaş ve işgal politikalarının Türk medya ve yayıncılığınca 8-10 yıl içinde görünmez kılınması bu konular bağlamında geniş yelpazede yer alan basın-yayıncılıkta kullanılan dil, benimsenen söylem, demokratik zeminde bir anlık bakışla dahi görülebileceği gibi, kolonyalisttir ve açıkça sömürgeci iletişim politikalarla örtüşmektedir. Yine Kürtler başta olmak üzere azınlıklara dönük söylem ve dilin, bu dönemde ırkçılık ürettiğini ve gündelik iletişime eklendiğini söyleyebiliriz. Bu dil, kaba-açık biçimde biyolojik ırk ayrımına vurgu yapmaz. Hatta çoğunlukla etnisite vurgulamalarına, “ırkçı” olduğu gerekçesiyle karşı çıkar. Tam da bu noktada, yani “tek ırk” düşüncesine yaslandığı için ırkçıdır. Fakat bu gerçek ancak örtük biçimde, “öteki”yle ilgili inşa edilen imajda açığa çıkar.
Medyada Kürtler, azınlıklar imaj ve “yeni ırkçılık”
Nazizm sonrası, biyolojik kökene odaklı ırkçılık teşhir olmuştur. Ardından gelen biyolojik ırk yerine kültürel üstünlük üzerine kurulu ırkçılık, Wallerstein ve Balibar tarafından “yeni ırkçılık” olarak tanımlanıyor. Balibar bu görüşünü “biyolojik mitten kültürel mite geçiş” biçiminde ifade ediyor.
Hatice Çoban Keneş̧’e göre, “yeni ırkçılık özellikle öteki olarak nitelenen gruplara karşı duyulan önyargının örtük olarak yapılandığı bir ırkçılıktır” ve “geleneksel değerleri savunmak, kültürel farkları abartmak ve/veya bu farkları mahkum etmek” bu tür ırkçılığın dayanaklarıdır. Yine aynı çalışmaya göre, yeni ırkçılık günümüzde; iletişim ideolojisi, haberleşme performansı ve kendini ifade değerine dönüşmüş durumda.
Medya, basın ve yayıncılık alanında, Türkler dışındaki halkların, etnisite ve azınlıkların nasıl yansıdığına “yeni ırkçılık” tezi üzerinden bakarak bolca analiz malzemesi elde edilebilir. “Hepimiz bir milletiz”, “Etle tırnak gibiyiz” biçimindeki cümlelerin alt metinlerinden biri; “hepimiz aslında Türk’üz” dür. Yine farklı etnisitelerin haklarından söz edildiğinde “biz de eziliyoruz, onların koşulları bizden daha iyi” vb. söylem, farkın inkarına dönüktür.
Çok daha önemli bir olgu, farklı etnisitelere dönük oluşturulan imajdır. Bu imajların alıcısının yalnız ideolojik olarak ırkçı olanların değil, toplumun tüm kesimlerinin olması “yeni ırkçılığı” biyolojik ırkçılıktan daha tehlikeli kılmaktadır. Kürtlere dair dil, söylemle birlikte oluşturulan imaj, bu yanıyla dikkate değerdir. 20 yıl önce Kürt imajı; poşulu, bıyıklı, uzun burunlu bir erkek-eşkıya, maraba biçimindeydi. Son iktidardan bu yana ise Kürt kültürü olarak sunulanlar, mütemadiyen halay çeken, şarkı söyleyen, köylerde yaşayan yaşlıların öz yaşam öykülerinden ibaret belleğe sahip coğrafya, tarih, politikadan kopuk, bağlamsız imgelerden oluşuyor. Bu yanıyla özellikle görsel medyadaki Kürt imgesidir. Bu yalnız Kürtlerin dışındakilere “Kürtler budur” demek değil, aynı zamanda Kürtlere de “böyle olun” demektir. Medya bu imajı sürekli üretmektedir. Gerçekte de böyle bir “Kürtlük” yoktur. Bu sömürgeci tarafından madun için üretilen imgedir. Gerçek yaşayan, tarihte ve zamanda yol alan Kürt ve kültürü yasaklanan, dili engellenen Kürt bu medyada yoktur. Anne, baba, çocuk, torun, kuşaklar boyu, binlercesi zindanlara doldurulan Kürt yoktur. Zindanlardaki, dağlardaki çocuklarını bekleyen binlerce, on binlerce Kürt anne, kardeş̧, baba yoktur. Aşiret düğünleri vardır, kan davası vs. vardır. Son 50 yılda değişen, politikleşen kadınlar yoktur, köylerde TV. programlarına yöresel yemek yapan kadınlar vardır, Kürtlerde. Siyasetteki Kürtler, otomatik olarak “terör”le yaftalandığı için onlar Kürt olarak işaretlenmiyor zaten. Okuyan, yazan, savaşan, mücadele eden Kürt… bunların hiçbiri yokmuş̧ gibi yazan, haber yapan film yapan medya, basın-yayın dünyasının varlığı, üstelik yalnız iktidar medyası ile sınırlandırılmayacak kadar geniş̧ medya/basın-yayın alanın kapsamını, ırkçılığın yaygınlığını ve derinliğini gösterir.
Kürtler dışındaki halklar açısından da medyada dil, söylem ve imaj benzerdir. Zizek’in “ötekileştirmenin mantığı aynıdır” belirlemesine uygun işlemekte süreç. Karadeniz halklarına, Ermenilere ve Yahudilere ilişkin yaygın algı da bu şekilde, medya aracılığı ile oluşturulmuştur. Karadenizlilerin şiveleri ile mizah unsuru olarak işlenmesi, Ermenilerin en iyi durumda “zanaatçılıktan” ibaret, Yahudilerin “tefeci” figürüne indirgenmesi, medya aracılığı ile üretilip desteklenen imajlardandır ve açıkça ırkçıdır. Karadeniz halklarının tek bir tipte (Temel) karakterize edilmesi, küçümseyici olmanın ötesinde, bölgede birbirinden farklı etnisitelerin varlığını örtme işlevi gördüğünü belirtmemiz gerekir. “Türklerden başka halk yoktur. Bir tarihleri, dilleri sosyolojileri yoktur. Hepimiz aynıyız.” demenin örtük biçimidir. Medya aracılığı ile verilen mesaj ya da üstü örtülen, görülmesi istenmeyen gerçeklerdir.
Cinsiyetçilik medyada en çok görünür olan, ayrım dilinin ve söyleminin en yaygın üretildiği olgudur. Esasında sömürgecinin etnisiteye yaklaşımı ile erkeğin kadına yaklaşımı arasında büyük benzerlik vardır. Bunlardan en çok ciddiye alınması gereken marjinalleştirmedir. Özelde mevcut cins ayrımcılığına karşı çıkan kadın figüründe dikkat edelim, “feminist kız” imgesi, aracılığı ile, koca bir toplumsal sorun; komik, çocuksu, hoş görülebilir bir haylazlık derecesine çekilir, böylece marjinalleştirilir. Dil ve söylemde imajda en çok teşhir edilmesi gereken boyut, cins mücadelesinin, bu tür imajlarla gayrı ciddi hale getirilerek etkisizleştirilmesidir.
Son olarak medyanın toplumu giderek daha fazla şekillendirme gücüne eriştiği koşullarda, özgür medyacılığın, basın ve yazının, dil, söylem ve iletişim politikalarıyla gerçek bir alternatif olarak ısrarının, toplumu korumada hayati bir yer tuttuğunu belirtelim. Sistemin ideolojik aygıtlarından biri ve özel savaş aracı olabilen medya, toplumu çürütürken, özgür medya; faşist ırkçı, cinsiyetçi dili, söylemi açığa çıkararak, demokratik iletişim politikalarıyla, hakikat savunuculuğu ile toplumu koruyacak bir güç olma imkanına sahip.
Sistem medya aracılığı ile sömürdüğü, ezdiği toplulukların bireylerin kendini temsil etme hakkını elinden alır. Özgür yayıncılık ise toplumun kendini temsil etme olanağı bulacağı olan demektir.
Son Not:
-Yeni Irkçılığın Kirli Ötekileri Kürtler Aleviler Ermeniler, Hatice Çoban Keneş
– Yaramız Derindir Hafıza Sahası ve Sömürgeci Afazi, Özgür Sevgi Göral
– Özgür Yaşam Diyalogları