Anadili bilmemek coğrafyanda lâl olmak gibidir. Konuşacak, anlatacak çok şeyin vardır ama susarsın. İlkokulda sırf Türkçe bilmediği için susan çocuklar, hastanede Kürtçe bilmiyor diye meramını dile getiremeyen insanlar, Türkçe ifade veremediği için eve dönen ve evli olduğu erkek tarafından Fatma Altınmakas'ın, kendi coğrafyasında lâl olmasının resmidir
Esma Kaya Ceylan
Geceleyin karanlık bir odanın kapısını araladığında içeri sızan ışık misalidir anadil, içindeki kara bulutu sıyıran güneş gibidir. Bir ırkın, bir yaşamın, acının, zulmün, sevdanın sözcüğü onla canlanır, onla hayat bulur. Her dili öğrenirsin ama kendi dilinde çocukluğuna seyahat edebilirsin. Çoşkulu neşesiyle ücretsiz bir seyahat. Sabah çiğ düşmüş çimlerde yürür gibi, yeni sağılmış bir sütün sıcak köpüğünü sıyırır gibi, şafak vakti güneşe inat eden esen serin bir yel gibi, akşamları şehir merkezinden dönen köy arabasının sevinci gibi, gizli bir sırrı sunar gibi, başını yaslayıp gittiğin memleket arabaları gibi tüm yorgunluğa rağmen mutlu karşılamaların olduğu. Düşününce içinde bir sıcaklık uyandıran geçmiş gibidir anadil. Eline kalbine koyduğunda hissettiğin ince bir sızıdır.
Bir lâl olarak hayal ederim kendimi bazen. Konuşanların dünyasında bir ses olmak oldukça zordur. Lâl olmayana anlatmak, anlaşılmak fazlasıyla zordur. Anadili bilmemek coğrafyanda lâl olmak gibidir. Konuşacak, anlatacak çok şeyin vardır ama susarsın. İlkokulda sırf Türkçe bilmediği için susan çocuklar, hastanede Kürtçe bilmiyor diye meramını dile getiremeyen insanlar, Türkçe ifade veremediği için eve dönen ve evli olduğu erkek tarafından Fatma Altınmakas'ın, kendi coğrafyasında lâl olmasının resmidir. İlkokulda öğretmenin görevlendirdiği kişiler vardır, evde Kürtçe konuşan arkadaşlarını diğer gün öğretmenine şikayet eden. Diğer gün şikayet yüzünden dayak yenirdi, işte o yanağa yenilen tokadın ya da avuç içine vurulan sopanın sızısıdır anadil. Gizliydi, korkulandı, utanılandı kimi zaman ama en çok tasvir eden oydu.
Yabancı bir dilden sıyrılıp, yeni bir dilde yaşamı adlandırmayı nenemle öğrendim. Hem de kullandığım her sözcüğün bu yeni dilde birden çok anlamı vardı ve bu dilde her nesne farklı bir değer taşıyordu. Bu dili öğrenince ona daha yakın oluyordum. Köyümü, geçmişimi daha yakından tanıyordum sanki. Şimdi koca metropolde Kürtçe’yi konuşan birilerini gördüğümde nenemi ilk tanıdığım zamana, çocukluğuma, 7 yaşıma gidiyorum. Zaman ötesine yolculuğa çıkıyorum. Sobanın etrafında toplanmışız, nenem bize Kurmançkî çiroklar anlatıyor. Masalsı bir dünyaya götürüyor bizi yeni bir dilde ama daha çok hissederek.
Bir düşün anlayabildiklerinin mi acısı büyük olur yoksa anlayamadıklarının mı? Anlayamadıklarını öğrenmeye çalışırsın ve sonra için acır. Kendinden olmaktır anadil, tanıdık hissetmektir.
Anladığımız, bildiğimiz kadar konuşuruz. Kürtçe’nin iki lehçesini de az bilmeme rağmen ben bile en sevindiğim, üzüldüğüm, kızdığım zamanlarda ya da en sevdalı, en yalnız hallerimi bu dille ifade ederim. Çünkü hayatıma örnek göstereceğim en büyük zulümleri, en güzel aşk hikâyelerini bu dilde dinledim. Çocukluğum nenemin masallarıyla bu dilde büyüdü.
Anam her acısında bu dilin ağıtlarıyla gözyaşı döktü. Ben bu dilin melodilerini yakaladım ve bu anları bir fotoğraf misali beynime nakşettim. Sonra farkettim ki kanayan sözcükleriyle benim hayatımı isimlendiren dil Kürtçe'ymiş. Ben Türkçe büyümüş olsam da içime, çocukluğuma yolculuğum Kürtçe ile olmuş.
15 Mayıs baharın ortası, dilim çiçeklenir içimde ve çocukluğum çiçekler içerisinde yol alır bahara…