Metin Yeğin'in grev filminden.
1910 grevi kadınların ve işçilerin toplumsal hareketini temsil etmesi açısından tarihte önemli yer tutuyor… Sol-sosyalist güçlerin etkisi pek bilinmiyor ama bir yansıma olduğu kabul ediliyor. Tabii ki daha önemlisi, bunun ilk kadın grevi olması
“Mahalleler arasında 30-35 kadar iplik fabrikası vardır. Her fabrika imalathane ve koza deposu olmak üzere iki binadan ibaret olup, işçi odaları gibi eklentiler de vardır. İmalathane, yani iş salonunda iki sıra çarklar vardır. Sıcak ve soğuk su dolu tavalar ve leğenler bulunur. Boydan boya geçirilmiş iki borunun her tava ve leğen hizasında muslukları vardır. Sular buralardan gelir. Her tava önünde bir işçi oturmuş, sıcak suya atılmış kozalardaki ipliği çözüp çarklara sarmaktadır. Sıcak suya dayanabilmek için, parmaklarını sık sık diğer leğendeki soğuk suya daldırır. İş salonunda pişen kozaların buharı ve kokuşması, işçilerin sağlığını tehdit etmekte; fakat fabrikatörler bu konuya hiç önem vermemektedirler. Köyden gelen işçilerin yattığı yerler karanlık ve rutubetlidir. Çalışma süresi, 13-14 saattir. Günde yarım saatlik paydosları vardır. Bu koşullarda bu kadar çalışmaya insan bedeni dayanamaz.”
Yukarıdaki satırları, 1909 yılında Bursa’ya gelen Doktor Şerafeddin Mağmumi yazıyor. “Bir Osmanlı Doktorunun Anıları, Yüzyıl Önce Anadolu ve Suriye” kitabında geçen bu gözlemler, ipek dokuma fabrikalarının işleyişi ve sağlık hayatı üzerindeki etkilerini yeterince açık özetliyor: İnsan bedeni dayanamaz!
Daha edebi bir anlatım ise Refik Halit Karay'ın 1909 tarihli 'Hakk-ı Sükut (Sus Payı) öyküsünde var: "Üç dört kuruşa karşı on dört saat kaynar suların başında, pis kokular, hasta nefesler emerek zehirlenen, tazeliğinden, kızlığından, gözlerinin parıltısından her gün bir zerre kaybederek toprak olan vücutlar (…) Bir gün kırmızı kurdelesinin süslediği ipek saçlar altında sevine sevine, neşeli, kuvvetli gelen yeniler, bir iki sene sonra güçsüz ayaklarını, nalçalı kunduralarını taş kaldırımlar üstünde zorla sürükleyerek kulübelerine çekilirlerdi. Ağrıyan başlarını, yanan göğüslerini dinlendirmek için yalnız altı saat süreleri vardı; gülmek ve konuşmak için değil! Kim bilir ertesi sabah bu hasta, yorgun gözler ne kadar güç açılır, her kemiği ayrı sızlayan bu zavallı vücutlar, fabrikanın düdüğüne ne zorlukla uyardı? Kim bilir bu hastalıklı sabahlar ne kadar gözyaşları döktürürdü, bu halsiz vücutları sürüklemek ne zordu?"
İpeğin ve sömürünün başkenti
Bursa’dan söz ediyoruz. 29 Ekim'de gösterime giren Metin Yeğin’in filminde anlatılan kadın grevinden… 1900’lü yılların başı, hatta yirmi yıl öncesinden başlayarak, Osmanlı’da sanayinin gelişmeye başladığı yıllardı. Pek çok kentte fabrikalar ve atölyeler kuruluyordu. Özellikle II. Meşrutiyetten sonra, sermaye sahiplerini teşvik eden önlemlerle ülkeye makine getirilmesi süreci hızlanınca, bu durumdan etkilenen yerlerin başında da, ipek üretim merkezi Bursa geliyordu. Bursa, koza sayesinde bir işçi kenti olmuştu. Köylerde on binlerce aile kozalıkla geçinirken, şehirde de kozadan ipek çıkarma işlemini yürüten işletme ve fabrikalarda çalışan işçiler vardı.
19. yy ikinci yarısından itibaren kozadan iplik çekiminin, fabrika sistemi içinde gerçekleştirilmeye başlanması, ev zanaatçılığından geçimini sağlayan nüfusun işçileşmesini, dolayısıyla da istihdamın artmasını beraberinde getirmişti. Dokuma fabrikalarında kullanılan yeni iplik çekim teknolojisinin, eski mancınık tekniği ile iplik çekimine göre daha az kalifiye işgücüne ihtiyaç ortaya çıkarması ve yapılan işin mevsimlik olması itibariyle fabrika sahiplerinin ucuz işgücü tercih etmeleri, çıkrıkların başında çalışmak üzere çoğunlukla kadın işçilerin istihdam edilmesine yol açmıştı.
Dönemin İngiliz Konsolosu Maling'e göre 1873 yılında Bursa’da 154 işçi çalışmaktayken 1890’larda Bursa’da ipek dokuma fabrikalarında çalışan 4 bin 500 işçi vardı. 1900’lü yılların başında ise 10 bin civarında işçi olduğu tahmin edilmektedir. 1909 yılına gelindiğinde; Bursa yöresindeki fabrikalarda rekor sayıda, 19 bin işçi çalışıyordu ki, bu o tarihte Osmanlı dokuma fabrikalarında çalıştığı hesaplanan toplam 40 bin işçinin neredeyse yarısını oluşturuyordu ve bunların büyük çoğunluğu kadınlardan oluşmaktaydı.
Üç-beş kuruş için
1892 yılında gözlemcilere göre işçilerin günlükleri beceri ve yeteneklerine göre 3-6 kuruş kadar değişmekteydi. 1893 yılında Bursa’ya gelen Max Müller’e göre ipekçilik tamamıyla Rumların elindeydi. Bir Osmanlı yöneticisi olan Ali Asaf, fabrikalarda çalışanların çoğunun köylü kızlar olduğunu yazıyor: “Fabrika sahipleri, işgücündeki Rum tekelini kırarak emek arzını çeşitlendirmek istediler. Ermeni kadınların çalışabilmesini kolaylaştırmak için yerel piskoposlardan onay bile alındı. Ancak fabrika sayılarında görülen artış üzerine Ermeni kadınlar daha fazla ücret talep ettiler. Türk kadın işçilerin çalışmaya başlamasında bu olayın büyük bir rolü oldu. Genelde Türk ve Ermeni kadın işçilerin sayısı çok fazla değildi ve Rum işçiler ağırlıklı grup olarak çalışmaya devam ettiler. Ama bu yeni grupların iş gücüne katılması, fabrika sahiplerine, kritik düzeyde emek sıkıntısı çekmeden veya ücretleri kabul edilemez düzeye çıkarmadan üretimi arttırma imkânı sağladı. Artık daha çeşitli etnik ve coğrafi bir havuzdan gelen emek arzı bollaşmış oldu ve ücretlerde buna uygun bir şekilde düştü.”
Bu arada, fabrikalarda yoğun ücretli emek kullanımı, emek üzerine baskıları da beraberinde getiriyordu. İşçilerin uzun çalışma saatlerine rağmen, aldıkları ücretlerin düşüklüğü, deneyim ve performansa dayalı, mevsime ve mahsule göre değişen ücretlendirme sistemi yanında; emeğin hareketliliği üzerinde de sıkı bir denetimin kurulduğu görülüyor. Kentteki fabrikalar arasında bir çeşit tezkere sistemi uygulanması, bu denetimin en önemli aracı olarak öne çıkarken, bu tezkere sistemine göre, işçilerin bir fabrikadan diğerine, önceki işverenin onayı olmaksızın geçmesi yasaklanıyordu.
Böylece, aralarında çocuk işçilerin de bulunduğu kadınlar ipek atölyelerinde günde 15-16 saat çalışıyordu ve bu çalışmanın karşılığında aldıkları ücret tam bir sefalet ücreti düzeyini aşmıyordu. Hayatlarının baharında fabrikaya giren kadınlar, daha bir sene geçmeden ölüm döşeğine yatıyorlardı. Bursalı ipek işçileri hayatlarını şöyle anlatıyorlardı: “Biz o perişan çiçeklerdeniz ki baharı görmeden güz yapraklarına döneriz.”
İlk kadın grevi
Bursa kadın işçiler grevi işte bu koşullarda başlamıştı. Bu konuda bilinen belgelerden biri, Hüdavendigar Vilâyetinden Nafıa Nezaretine gönderilen 3 Eylül 1909 tarihli bir telgraftır. Telgrafta, Bursa'daki ipek fabrikalarında çalışan kadın işçilerin üçer kuruş ücretle günde on dört saatten fazla çalışmaya zorlanmalarının, sağlıklarını tehdit ettiği belirtilmekte; ipek fabrikalarındaki işçiler hakkında incelemelerde bulunmak üzere nezaretten bir memurun gönderilerek mesai saatlerinin değiştirilmesi talep edilmektedir.
Nafıa Nezaretine gönderilen 20 Şubat 1911 tarihli bir başka telgraf da, güç çalışma koşullarına karşı işçilerin tepkisiz kalmadığını, tepkilerini eylemsel olarak ortaya koyduklarını gösteriyor. Bu telgrafta, Bursa’daki ipek fabrikası işçilerinin uzun çalışma saatleri ve düşük ücretler nedeniyle başlattıkları bir iş durdurma eyleminden söz edilirken, iş bırakma eyleminin, Ağustos ayı ortalarında ve Bursa’dan önce Bilecik, Küplü, Adapazarı gibi yerlerde başladığı ve oradan Bursa’daki iplik fabrikalarına yayıldığı anlatılıyor. Başka belgelere göre de 1910 yılının Ağustos ayında Bursa’da 3 bin ipek işçisinin grevde olduğu kesin görünüyor.
Belgeye göre, Bursa’daki işçilerin istekleri arasında, çalışma saatlerinin azaltılması, ücretlerinin yükseltilmesi, ücretlerine % 20-25 oranında zam yapılması, ücretlerin 8-10 kuruşa çıkarılması, en az bir saatlik öğle yemeği molası, iş düzeninde değişiklik yapılması, işe alınmalarda kolaylık gösterilmesi, sertifika göstermeden çalışabilmeleri gibi konular yer alıyor.
Grevin bitişi ve anlamı
Buna karşın fabrika sahipleri, hasadın kötü olmasını, hammadde yetersizliğini ve başka fabrikalarla rekabet gücünün ortadan kalkacak olmasını gerekçe göstererek bu istekleri reddetmişler; ancak bu isteklerin, devlet tarafından bütün Hüdavendigar Vilâyeti dâhilinde kabulü halinde, kendileri tarafından kabul edileceğini bildirmişlerdir. Belgeye göre, sonuçta bu eyleme, İttihat ve Terakki Kulübünün arabuluculuğu ile 27 Ağustos’ta son veriliyor, daha sonra da üretim sezonu sona erdiği için atölyeler 28 Ağustos’ta kapatılıyor.
Sonuçta, kadın işçilerin bu eylemi ağır koşullarda istenilen değişiklikleri pek sağlamış gibi görünmüyor ama 1910 grevi yine de kadınların ve işçilerin toplumsal hareketini temsil etmesi açısından tarihte önemli yer tutuyor. Eylemde, o dönem Osmanlı topraklarında da filizlenen sol-sosyalist güçlerin etkisi pek bilinmiyor ama bir yansıma olduğu kabul ediliyor. Tabii ki daha önemlisi, bunun coğrafyamızdaki ilk kadın grevi olması.
* Derlemenin hazırlanmasında, Uludağ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Seher Boykoy'un "1908-1923 sürecinde Bursa'da koza üreticiliği ve ipekli dokumacılık sektörü" başlıklı çalışması esas alınmış, ayrıca değişik kaynaklardan da yararlanılmıştır. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/272208