Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Zilan’ın Eyleminin Kadın Özneleşmesindeki Dönüştürücü Rolü

Zilan Yıldız Zilan Yıldız
29 Haziran 2025
Yazı
0
Zilan’ın Eyleminin Kadın Özneleşmesindeki Dönüştürücü Rolü
0
SHARES
113
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Kadınlar savaşlarda genellikle kaybeden tarafta olur: evladını, eşini, evini, köyünü, dilini kaybeder. Fakat Zilan, savaşın içinde kendini kuran bir kadındı. Savaşın merkezinde kendi sözünü, kendi eylemini, kendi kararlılığını örgütlemişti. Kendisini adadığı ideallerin yanında, kadın kimliğini de bir direnç biçimi olarak inşa etmişti. Bu, kadınlık hâllerine içkin edilgenliğe karşı “ben de varım” demenin en uç ama en sarsıcı biçimiydi

Adımı her söylediğimde yalnızca kimliğimi değil, aynı zamanda bir hafızayı da taşıdığımı bilirim. Zilan ismi, Kürt kadınlarının tarihsel direniş belleğinde özel bir yer edinmiş bir figürü hatırlatır: Zeynep Kınacı’yı.

Zeynep Kınacı, diğer adıyla Zilan, 1996 yılında bedenini bir manifesto hâline getirerek eylemini gerçekleştirdiğinde sadece bir askeri karakola saldırmamıştı; o, patriyarkanın kadın bedeni üzerindeki tasarruf hakkına, devletin inkâr ve imha politikalarına ve sessizlikle örülmüş kadınlık hâline karşı çok güçlü bir söz söylemişti. O söz ölümden değil, yaşamdan yanaydı; çünkü Zilan kendisini yok etmek için değil, bir halkı ve kadınları var etmek için bedenini bir anlam mekânına dönüştürmüştü.

Kürt kadının özneleşmesi; çoğu zaman suskunlukla, yok sayılmayla ve bastırılmışlıkla sınanmış bir süreçtir. Fakat Zilan, bu suskunluğu paramparça eden bir iradeydi. Onun eylemi sadece politik bir eylem değil, aynı zamanda epistemolojik bir kırılmaydı. Kadınların yalnızca savaşın nesnesi değil, tarih yazımının öznesi olabileceğini kanıtlayan bir duruştu.

Zeynep Kınacı, yani Zilan, bedenini politik bir deklarasyona dönüştürerek gerçekleştirdiği eylemle devletin inkâr politikalarına, erkek egemen sistemin kadın bedeni üzerindeki tasarrufuna ve kadınların edilgenliğe sıkıştırıldığı geleneksel rollerine karşı güçlü bir söz söyledi. Bu söz yalnızca bir silah sesi değil; aynı zamanda yeni bir kadınlık biçiminin ve özneleşme tarzının kuruluşuydu. Onun eylemiyle birlikte, kadınlar için “özne olmak” salt görünürlük kazanmak değil, politik karar alma ve bu kararı uygulama iradesini göstermek anlamına geldi.

Judith Butler’ın “eylemlilik” (agency) kavramı çerçevesinde, Zilan’ın gerçekleştirdiği eylem, bedenin toplumsal ve siyasal normlar içindeki yerini dönüştürme kapasitesini gözler önüne serer. Zilan, bedenini edilgenlikten çıkarıp kendi politik sözünün taşıyıcısı hâline getirerek “kadın”a yüklenen pasifliği radikal biçimde sorgulamış ve dönüştürmüştür. Ancak onun bu dönüşümde yalnız olmadığını; bireysel eylemin ardında bir kolektif tahayyülün, bir örgütsel kırılmanın, bir kadın özgürlük ideolojisinin yükseldiğini görmek gerekir.

Zilan’ın eylemi, Michel Foucault’nun “biyopolitika” kavramıyla birlikte düşünüldüğünde, devletin yaşamı düzenleme gücüne karşı bedenin direniş alanına dönüşmesini temsil eder. O, yaşamı kendi iradesiyle biçimlendirmiş ve iktidarın “ölme ve yaşatma” hakkına karşı “yaşamak için ölebilirim” diyen bir irade koymuştur. Öte yandan, Spivak’ın “Alt-kademedeki konuşabilir mi?” sorusu, Zilan’ın eylemiyle radikal bir biçimde yanıt bulur³. Sömürge öznesi özellikle de kadın olanı çoğu zaman temsil edilemeyen, kendi adına konuşamayan bir varlık olarak konumlanır. Zilan, bu sessizliği kırarak Kürt kadınının yalnızca anlatılan değil, anlatan bir özne olduğunu ortaya koyar.

Zilan’ın eylemi, özgürleşmenin en radikal biçimlerinden biri olarak okunabilir; ancak içerdiği şiddet, etik ve politik açılardan karmaşık bir gerilim yaratır. Bedenini direnişin bir manifestosu hâline getiren Zilan, sadece simgesel bir duruş değil, aynı zamanda hayatı hedef alan uç bir karşı-şiddet uygulamıştır. Bu durum, ezilenin şiddetinin meşruiyeti ve sınırları üzerine soruları zorunlu kılar: Baskıya karşı şiddet her zaman haklı mıdır, yoksa etik bir sınırı aşabilir mi? Zilan’ın eylemi, devletin inkâr ve yok sayma politikalarına karşı hayatı savunma adına ortaya konan bir “yaşamak için ölme” iradesidir. Judith Butler’ın bedenin yasını tutabilirliği üzerine düşünceleri, bu eylemin hem kendi bedenine hem de hedef aldığı karşıt bedenlere dair yeni bir etik-politik okuma gerektirdiğini gösterir. Dolayısıyla Zilan’ın özgürleşme tahayyülü, şiddetin araçsallığını aşan; aynı zamanda etik-politik sorumluluğu ve tarihsel bağlamı da içinde barındıran karmaşık bir mücadeledir. Bu eylem, sadece bir direniş biçimi değil, özgürlük mücadelesinde şiddetin anlamı ve sınırları üzerine derin bir sorgulamayı da beraberinde getirir.

Ancak burada sorulması gereken önemli bir soru daha vardır: Özneleşme her zaman politik şiddetle mi mümkündür? Zilan’ın eylemi, özneleşmenin en radikal ve uç biçimlerinden biri olarak karşımıza çıkar; fakat her özneleşme biçiminin şiddeti içermesi ya da meşrulaştırması gerekip gerekmediği üzerine düşünmek gerekir. Özneleşme, sadece mevcut tahakküm ilişkilerine karşı durmak değil, aynı zamanda bu ilişkileri dönüştürecek yeni yaşam biçimlerini kurma iradesini de içerir. Bu bağlamda, politik şiddet bir özneleşme aracı olabilirken, tek biçimi olarak kabul edildiğinde başka direniş biçimlerini görünmez kılma riskini taşır. Kadınlar için özneleşme, sadece iktidara karşı duruş değil; aynı zamanda yaşamı yeniden kurma, birlikte var olma ve farklı mücadele yollarını yaratma kapasitesini de barındırır. Dolayısıyla özneleşmenin sınırları, yalnızca eylemin radikalliğiyle değil, kurduğu etik-politik zeminle ve açtığı yaşamsal olanaklarla da belirlenir.

Bugün Amed’de, Şengal’de, Qamişlo’da ya da Van’da bir kadın belediye çalışanı, bir topluluk lideri, bir gençlik aktivisti ya da bir kadın savunma gücü üyesi, Zilan’ın bıraktığı mirasın farklı biçimlerini taşımaktadır. Onun adı yalnızca dağlarda değil; kampanyalarda, kadın meclislerinde, tarlalarda, mülteci kamplarında ve mahkemelerde de yaşamaktadır.

Ben de bir Kürt kadın olarak, adını taşıdığım bu kadının eylemine her dönüp baktığımda yalnızca trajik bir kaybı değil, onurlu bir yükselişi görüyorum. Zilan’ın eylemi bana, bedenin salt biyolojik bir gerçeklik değil; aynı zamanda bir politik alan olduğunu öğretti. Onun eylemi, kadın bedenini edilgenlikten çıkarıp tarihsel bir özneye dönüştürmenin somut örneğidir.

Öte yandan, kadınlar savaşlarda genellikle kaybeden tarafta olur: evladını, eşini, evini, köyünü, dilini kaybeder. Fakat Zilan, savaşın içinde kendini kuran bir kadındı. Savaşın merkezinde kendi sözünü, kendi eylemini, kendi kararlılığını örgütlemişti. Kendisini adadığı ideallerin yanında, kadın kimliğini de bir direnç biçimi olarak inşa etmişti. Bu, kadınlık hâllerine içkin edilgenliğe karşı “ben de varım” demenin en uç ama en sarsıcı biçimiydi.

Zilan ismini taşımak, benim için her zaman bir sorumluluk anlamına geldi. Onun adını sadece söylemek değil, yaşatmak gerektiğini öğrendim. Bu yaşatmanın yolu körü körüne taklitten değil; onun açtığı patikalarda kendi yürüyüşünü şekillendirmekten geçiyor. Zilan, bana “kadın” olmanın toplumun dayattığı bir kalıp değil, dönüştürücü bir güç olduğunu öğretti. Kendini var etmenin en güçlü biçiminin, kendi dilinle, kendi hafızanla ve kendi iradenle konuşmak olduğunu öğretti.

Bugün, sadece Zilan’ın adı anılmakla kalmıyor; aynı zamanda yaşamlarımızda yeniden kuruluyor. Onun bıraktığı miras, mezar taşlarında değil, bizlerin kelimelerinde, eylemlerinde, ısrarında yaşıyor. Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi, onun gibi sayısız kadının direnişiyle şekilleniyor. Ve bizler, bu mirası taşıyanlar olarak artık yalnızca geçmişe değil; geleceğe de sözümüz olduğunu biliyoruz.

Ben de bir Zilan olarak, onun adını taşımayı nostaljik bir yük değil, politik bir çağrı olarak algılıyorum. Zilan olmak, onun gibi ölmek değil; onun açtığı yolu bugüne taşımak, kendi bulunduğumuz her yerde özneleşme cesaretini göstermek demektir. Bazen yazıyla, bazen bir tartışmayla, bazen kamusal bir müdahaleyle… Ama daima onun açtığı irade hattında, sözümüzün sahibi olarak.

Son Not:

  1. Butler, Judith. Bodies That Matter: On the Discursive Limits of Sex. Routledge, 1993.

  2. Foucault, Michel. Society Must Be Defended: Lectures at the Collège de France, 1975–1976. Picador, 2003.

  3. Spivak, Gayatri Chakravorty. “Can the Subaltern Speak?” in Marxism and the Interpretation of Culture, eds. Cary Nelson and Lawrence Grossberg, University of Illinois Press, 1988.
Etiketler: Kadın haklarıKadın MücadelesiKürt kadın mücadelesiÖzel savaş politikalarıSavaşSayı 122Zeynep KınacıZilan
Önceki İçerik

Doğa Kırımına Karşı Ekolojik Yaşamı Savunmak

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.