bizim bugün, “emperyalizme karşı olmak, kendi ülkesinin emperyalist politikalarına da karşı çıkmaktır”, “iktidarın kürtlere açtığı savaşa karşı çıkmadan iktidara karşı çıkılmaz” diyen bir barış hareketine ihtiyacımız var…
barış ünlü’nün türklük sözleşmesi kitabını okurken dikkatimi çeken bir şey olmuştu. ünlü, kitabında osmanlı ve türkiye cumhuriyeti’nin kuruluş dönemlerine dair çok önemli ve ilginç tarihsel gerçekleri aktarıyor. buna karşılık yakın tarihle ilgili bilgilerde eksiklikler var. öncelikle, türklük sözleşmesi ve buna bağlı olarak türklük krizi tanımlarına dayanan paradigmayı akademisyenler, aydınlar ve siyasal örgütlenmeler üzerinden okuması yanıltıcı.
türkiye’de, 1990’lı yıllardan beri, çeşitli barış hareketleri oldu, bunların çoğu kadın barış hareketleriydi ve örgütleyicileri genellikle kürt olmayan kadınlardı. kürt partilerinin, kürtlerin taleplerini dillendiren partilerin önemi tabii ki büyüktür; ismail beşikçi -bugün durduğu noktadan bağımsız olarak- bir köşe taşıdır ama barış akademisyenlerine çıkan yolu, entelektüel faaliyetler değil, “arkadaşıma dokunma”dan “barış için kadın inisiyatifi”ne uzanan barış hareketleri, vicdani ret kampanyaları açtı ya da en azından en çok onlar açtı.
türkiye’de barış hareketlerinin genellikle kadınlar tarafından örgütlenmesi bir tesadüf değil; 1990’lı yıllardan itibaren dünyanın pek çok yerinde ortaya çıkan kadın barış hareketleri, feminist bir barış mücadelesinin politik hattını çizdi. bu hat kadınların tabiatları gereği barış yanlısı, anne oldukları için merhametli oldukları gibi klişeleri dışlar. taciz ve tecavüzün, özellikle etnik temizlik süreçlerinde, bir savaş yöntemi olarak kullanıldığı, ikinci dünya savaşı sonrası savaş ve çatışmaların, ordular ve sivil halk arasında cereyan ettiği, sivil halkı kadınlar ve bakmakla yükümlü oldukları çocukların oluşturduğu ve sömürge veya yeni sömürge bir ülkede yaşayan bir kadının, bir savaşta ölme ihtimalinin emperyalist bir orduda askerlik yapan bir erkekten daha fazla olduğu gibi tespitlere dayanır.
geçtiğimiz otuz yılda dünyada gelişen kadın barış hareketlerine baktığımızda, iki farklı odak görüyoruz. bunlardan birincisinin en önemli örneği, yugoslavya’nın dağılması sürecinde ortaya çıkan siyahlı kadınlar hareketidir. başka ülkelerde de bu adla örgütlenen kadın barış hareketleri oldu ama özellikle sırp kadınların örgütlediği grup çok önemliydi. bu kadınlar başta bosna olmak üzere yugoslavya’nın her parçasında tecavüze uğramış, tecavüze uğrama riski yaşayan kadınlara el uzatmakla kalmadı, belgrad da dahil olmak üzere birçok kentte düzenli gösteriler yaptılar ve kendi hükümetlerinin militarist savaş politikalarına karşı çıktılar. özellikle belgrad’da yapılan gösteriler, milliyetçilikle zehirlenmiş insanların saldırılarıyla karşılaştı; taş attılar, tükürdüler, zaman zaman vurdular ama siyahlı kadınları vazgeçiremediler. onlar, aynı devletin vatandaşları arasındaki “kardeş kavgası”na karşı çıkmaya devam etti.
ikinci bir model, abd’deki codepink. 17 kasım 2002’de kuruldu; ilk eylemi o günden 8 mart’a kadar, beyaz saray önünde abd’nin ırak işgalini protesto etmek için 4 ay boyunca tutulan nöbet oldu. 8 mart günü, onlara 10 bini aşkın insan katıldı. codepink o zamandan beri mücadeleye devam ediyor, abd’nin yayılmacılığını ve başka ülkelerdeki savaşlara verdiği desteği protesto ediyor.
tekrar altını çizeyim: siyahlı kadınlar ülke sınırları içindeki çatışmada barış talep ederken codepink kendi devletinin emperyalist siyasetini protesto ediyor.
bugüne kadar türkiye’de gelişen kadın barış hareketleri, odak olarak siyahlı kadınlar’la paralellik taşıyordu ve bu bence de doğru bir tutumdu.
ancak akp iktidarıyla birlikte türkiye’de savaş ve militarizm bir iç mesele olmaktan çıktı. türkiye cumhuriyeti bugün, suriye’nin, libya’nın iç işlerine müdahale eden, işgalci bir konumda, afganistan’da abd’nin işlevine talip oluyor!
kadın barış hareketlerine çok fazla ihtiyaç duyduğumuz bir döneme girdik. ancak şunu unutmamak gerek. bugün bu topraklarda oluşacak bir barış hareketi sadece kürt özgürlük hareketi’yle adil bir barış talep etmekle yetinemez, aynı zamanda türkiye cumhuriyeti'nin emperyalist, işgalci siyasetine de karşı çıkmak durumunda ki bölgenin mevcut durumunda bunlar epeyce iç içe geçiyor.
türkiye’de milliyetçilikle hesaplaşma genellikle tarihsel meseleler üzerinden yapılıyor. oysa bu güncel siyaseti aklayan, ana muhalefet partisini iktidarın arkasına hizalayan milliyetçilik, gücünü sadece tarihten almıyor; ülkenin çıkarının işgalle elde edilecek servette olduğu fikrine dayanıyor. yeni osmanlıcılığın temel fikirlerinden biri olan bu iddia, o servet uğruna canından olacakları hesaba katmıyor; kendi ülkesinden canları dahi!
bizim bugün, “emperyalizme karşı olmak, kendi ülkesinin emperyalist politikalarına da karşı çıkmaktır”, “iktidarın kürtlere açtığı savaşa karşı çıkmadan iktidara karşı çıkılmaz” diyen bir barış hareketine ihtiyacımız var; barışın vicdani, ahlaki temellerinin yanı sıra, halkın açlığı, işsizliği ve sefaletiyle bu politikalar arasındaki bağı kuracak, silah sanayini teşhir edecek, gençlerin canının, hepimizin emeğinin değersizliğini ortaya koyacak hattı izleyecek bir harekete.
kadınlar olarak, hayatımıza, toprağımıza sahip çıkmanın bir yolu da buradan geçiyor.