Türkiye’de de sosyalist sol ya da sınıf örgütleri açısından her daim bir mesafe, eleştiri hatta düşmanlıkla anılan feminist hareket, aslında tam da ücretli-ücretsiz emek kıskacını görerek sınıf mücadelesinin parçası oluyor
Kadın emeği kavramının ev içi emeği de içerecek şekilde algılanır oluşu tümüyle feminist hareketin mücadelesinin ürünü. İkinci dalga feminist hareket ile kadınların ev içinde yaptıkları işlerin (çocuk ve yaşlı bakımı, erkeklere hizmet, yemek, çamaşır vd.) karşılığı ödenmeyen bir emek olduğuna ilişkin maddeci analiz, ilk kez feministler tarafından yapıldı. Yani bugün kadınların ev içinde karşılıksız emek harcamasından kimin çıkar sağladığı tartışması –sermaye mi evdeki erkekler mi- dahi feminist mücadelenin ürünü. Bir politik makale ile yazılı ilk analizi yapan Margeret Benston(1969), kadınların ev içinde yaptığı işlerin sermayenin karlılığını artırdığını ve vazgeçilmezliğini anlatıyordu. Marksist feminizm diye adlandırılan bu çizgi ilerleyen yıllarda, Dalla Costa, Selma James, Federici gibi isimlerin çağrıcısı olduğu ev işlerine ücret kampanyası ile, [kendi deyimleri ile] “ev işlerinin iş olduğu” gündemleştirilmişti. Christine Delphy, radikal feminizm diye adlandırılan akım içinden, patriyarkal üretim tarzının bir sonucu olarak erkeklerin kadınların emeğini sömürmesinin ev işlerini kadınların karşılıksız yapmasıyla mümkün olduğunu anlatır. İkili sistem kuramı ya da sosyalist feminizm diye anılan feminist çizgi ise, ev işlerini kadınların karşılıksız yapmasından esas olarak erkeklerin çıkar sağladığını ve kadınların ev içindeki bu ikincilliklerinin ücretli emek gücüne katıldıklarında da sermaye tarafından daha fazla sömürülmelerine neden olduğunu ifade eder. Sonuçta kadınların ev içinde yaptıkları ve ailenin yaşamını sürdürmesini sağlayan karşılığı ödenmeyen işlerin maddeci analizi feministler arası tartışmanın ürünüdür. (Yani bugün ev işlerinden sermaye çıkar sağlıyor diyerek feminizmden azade sağlam bir Marksist analiz yaptığını düşünenler feci halde yanılıyorlar!) Marx ve Engels 1875 yılında kadın ve erkek işçilerin eşit işe eşit ücret talebinin sermaye karşısında önemli bir mücadele başlığı olduğunu söylüyorlardı.
Lenin 1899’da kadınların işçi sınıfına katılmasına ve ev dışında ücretli çalışmalarına itiraz etmenin feodal bir kalıntı olduğunu vurgularken, Ekim Devrimi’nden hemen sonra ise sosyalizmi başarıya ulaştırmak için kadınların ev işlerinin boğucu ortamından kurtulup işçi sınıfının parçası haline gelmelerinin kaçınılmazlığını anlatıyordu. Sonuçta hiçbirinin doğrudan ev içindeki karşılıksız kadın emeğinin maddeci analizi üzerinden bir önerme yaptıklarını görmüyorduk. Ancak ev içi emeğin maddeci analizinin yapılmamasını bir eksiklik vurgusu ya da eleştiri amacıyla söylemiyorum. 1800’lerden 1900’lerin ilk elli yılına değin patriyarka ile sermaye arasındaki gerilim kadınların işçi sınıfının parçası sayılıp sayılmayacağına, ücretli emek gücüne katılıp katılamayacaklarına ilişkindi. Elbette kadınlar çok daha düşük ücretlerle ve örgütsüz olarak işçileştikleri için sermaye kadınları [ve çocukları] çalıştırmayı tercih ediyordu. Elbette işçi sınıfından kadınlar ev dışında ücretli çalışalar da ev içindeki işlerden sorumlu olmaya devam ediyorlardı ama patriyarkanın temel kurumu olan aile sarsılıyor ve çözülmeye başlıyordu.
Rusya gibi, İngiltere, Almanya gibi emperyalist ülkelere göre köylülüğün çözülüşünün ve işçi sınıfının çoğunluk haline gelişinin tamamlanmadığı bir ülkede de tüm kadınlar işçi sınıfına katıldıklarında bile kadınların evde karşılıksız emek harcamalarının, devam edeceğini öngörmek –bir sistem olarak patriyarka analizi olmadığı için- mümkün olamazdı. Ki yaşanan sosyalizm deneyimlerinde bakım emeği diye adlandırdığımız çocuk ve yaşlı bakımı, büyük oranda kamusal hizmet haline gelmiş olsa bile çocuk bakımının eve uzanan kısmı ve en önemlisi erkeklerin işlerinin görülmesi kadınların yükümlülüğü olmaya devam etmişti. (Bunu da sosyalizm deneyimlerinde uzmanlaşma, verimlilik baskısı, bürokrasi gibi başlıklarla birlikte, cinsiyete dayalı iş ve meslek ayrımını tartışarak ayrıca ele almak gerekir kuşkusuz.) Özellikle birinci paylaşım savaşı ile ikinci paylaşım savaşının sonrasındaki yaklaşık otuz yıllık dönem, sermaye ile patriyarkanın, feminist mücadelenin kazanımları karşısında yeni bir denge/uzlaşma bulmasına neden oldu. Kadınları ucuz emek olarak istihdam etmek isteyen sermaye ile kadınları işçi sınıfından dışlamaya çalışan patriyarka arasındaki uzlaşma noktası, cinsiyete dayalı iş ve meslek ayrımının sabitlenmesi ile belirlendi. Yani kadın işi olarak belirlenen işlerde çalışan kadınlar, işin gerektirdiği nitelik ne olursa olsun erkeklerden daha düşük ücretlerle çalışırken, sınıf örgütlenmelerinin de büyük oranda dışında bırakılıyorlardı. Sermaye ile patriyarkanın bir ikinci uzlaşma noktası, özellikle ikinci paylaşım savaşından sonra kadınları aileye döndürmek, doğurganlığı artırmak için uygulamaya konulan “aile ücreti”ydi. Böylece erkeklerin eve ekmek getiren ailenin reisi olmaları sınıf ilişkilerince tescillenmişti ve kadınların esas görevi olarak aile işlerinin ücretsiz emekçiliği belirlenmişti. Ve tüm bunlar ikinci paylaşım savaşından sonra özellikle Batı metropollerinde etkili bir sendikal örgütlenmeye sahip olunmasına rağmen sınıf hareketince sorgulanmamıştı, ikinci dalga feminist harekete kadar…
Eşit işe eşit ücret 1975’te İngiltere’de kadın işçilerin grevli direnişleriyle yasallaşırken, eş değer işe eşit ücret talebi de bizzat feminist hareketin sermaye karşındaki mücadelesiyle gündeme geldi. Çünkü kadın işi erkek işi ayrımı, kadınların ev işlerinin uzantısı sayılacak işlerde çalıştırılmaları ve “kadın işlerinin” ücretlerinin düşüklüğünden doğrudan sermaye çıkar sağlarken, evdeki erkekler gibi ev dışında da mesai yapmalarına rağmen daha düşük ücret almaları, kadınların ailede erkeklerle eşitsizliğini sabitleyerek, patriyarkanın da kendini yeniden üretmesini mümkün hale getiriyor. Ezcümle ücretli ücretsiz- emek kıskacı dediğimiz bu gerçeklik sermaye ve patriyarkanın ittifakını güçlendirerek kendini yeniden üretmesini sağlıyor.
Türkiye’de de sosyalist sol ya da sınıf örgütleri açısından her daim bir mesafe, eleştiri hatta düşmanlıkla anılan feminist hareket, aslında tam da ücretli-ücretsiz emek kıskacını görerek sınıf mücadelesinin parçası oluyor. Ekonomik kriz dönemlerinde artan işsizlik ya da düşen reel ücretler karşısında, kadınların ev içindeki iş yüklerinin artışını (daha az hazır gıda ve hazır çocuk bezi kullanmaktan, daha ucuz alışveriş için daha fazla çarşı pazar gezmek gibi) sınıf siyasetinin güncel politikalarına dâhil etmeyip, feminist hareketi sınıf hareketinden uzaklıkla hatta karşıtlıkla değerlendirmek ise sınıf hareketinin erkekliğinin mücadelenin düzeyini düşürmesi olarak görülmeli aslında.
Kadınların işsizliği, ücretli emek gücüne katılırken özellikle çocuk bakımının yarattığı engeller, düşük ücretler, sınıf hareketinin kadınların yoğun olduğu işkollarında örgütlenmeyi önemsememesi ve bunun da düşük ücretleri kronikleştirirken bir bütün olarak sınıfın ücret ortalamasını düşürmesi, ev içindeki çocuk ve yaşlı bakım ihtiyacının kamusal hizmetlerle karşılanmaması, feminist hareketin/feminist sınıf siyasetinin her daim gündemi. Tüm bunlar sınıf hareketinin ve/veya sosyalist hareketin öncelikli gündemlerinden biri olamıyorsa, feminizmin sınıf hareketine uzaklığından değil, sınıf hareketinin erkek egemenliğinden bahsetmek doğru olur. Ki ücretli-ücretsiz emek kıskacına politikalarının merkezinde yer vermeyen bir sınıf hareketinin, özellikle neoliberalizmle birlikte ağırlıklı olarak kadın işçilerle özdeşleşen esnekleşmenin, güvencesizleştirmenin ve taşeronlaştırmanın sermaye birikim sürecinin temel unsuru haline geldiği bir dünyada, gerçekçi ve sermaye karşısında etkili bir sınıf siyaseti inşa etmesi mümkün değil.