Bu konferansla da, hem kürsünün diliyle hem konferansın patriyarka ve sömürgeciliğe karşı politik meydan okuyuşuyla, önümüzdeki dönem feminist hareketin ve kadın hareketinin politik dayanışmayla inşa edeceği mücadelenin ağırlıklı olarak “Kürtçe konuşacağı” görüldü…
Kadınların dayanışma duygusu hissetmesi için farklılıkların ortadan kalkmış olması gerekmez. Ezilmişliğimiz karşısındaki mücadelede eşitlenmek için ortak bir ezilmişliği paylaşıyor olmamız gerekmez. …Ortak çıkarlarımız ve inançlarımızla, farklılıklarımızın kıymetini bilerek, mücadelemizde birleşip cinsiyetçi baskıya son vererek, politik dayanışmada birleşebiliriz. (bell hooks*)
Jîna (Mahsa) Amini’nin polis karakolunda öldürülmesinin ardından İran’da başlayan kadın isyanı, AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarına meşruiyet sağlamak için sıklıkla İslami referanslar vermesi nedeniyle burada da yansımasını buldu. Siyasal İslam’ın Ortadoğu coğrafyasında patriyarkanın en güçlü müttefiki/temsilcisi olması, başörtüsünde cisimleşen patriyarkal dini baskının Türkiye’de de her gün güç kazanması, Jîna Amini’den sonra başlayan isyanla dayanışmayı AKP iktidarına yönelik mücadelenin bir parçası haline getirdi. Aslında aylar öncesinden örgütlenmesi başlayan TJA Kadın Konferansı’nın, tam da İran’daki kadın isyanıyla dayanışmanın yükseldiği günlere denk gelmesi, geleceğe yönelik umutları güçlendiren bir duygu yarattı.
24-25 Eylül’de Batman’da gerçekleştirilen 4. Olağan TJA Konferansı’nın ilk gününde, Kürt kadın hareketi kendi içinde tartışmalarını yürütürken, ikinci gün için hem uluslararası** katılımcılar hem de Türkiye feminist hareket ve kadın hareketinden katılımcılar ile örgütlenme ve siyasal mücadele üzerine fikir alışverişini mümkün kılan bir toplantı tasarlanmıştı. Kürdistan’ın farklı parçalarından ve farklı siyasal yönelimlerinden, örgütlerinden gelen kadınların konuşmaları ve gönderilen mesajlar, Kürt kadın hareketinin tüm Ortadoğu’yu kapsayan bir kadın kurtuluş mücadelesi örgütlediğini bir kez daha gösterdi (Geçen yıl da Lübnan’daki İkinci Ortadoğu ve Kuzey Afrika Kadın Konferansı’nda bu duruma tanıklık etmiştik.)
2016’da OHAL sürecindeki kayyum atamaları, kadın örgütlerinin kapatılması (Selis, Gökkuşağı, KJA vd.), belediyelerin açtığı kadın danışma merkezlerinin, kadın birimlerinin ve müdürlüklerinin kapatılması, Kürt halkı ile kadın hareketinin bağlarını koparmayı hedefliyordu. Belediye eş başkanların ve milletvekillerinin hapsedilmeleri, KJA/TJA kadrolarının sistematik olarak gözaltına alınması ve tutuklanması, AKP iktidarının Kürt kadın hareketinin örgütlenmelerini tümüyle dağıtabileceğine inanarak hayata geçirdiği sömürge politikalarının sonucuydu. Ve tabii ki AKP’de cisimleşen patriyarkanın, Kürt kadın hareketinin yıllar içinde adım adım yarattığı örgütlenme ve toplumsal dönüşüme yönelen saldırıları, bir süre sonra yansımasını, İstanbul’daki 8 Mart feminist gece yürüyüşlerinin yasaklanması, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesi ve nafaka hakkının gaspı girişimiyle gösterdi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış sürecinde onlarca ilde yapılan eş zamanlı eylemlerin ardından özellikle Diyarbakır gibi Kürt kadın hareketinin en güçlü direniş gösterdiği yerlerde faaliyet gösteren arkadaşlarımızın gözaltı ve tutuklamalara maruz kalması da sömürge hukukunun farklı işleyişini ispatlar nitelikteydi. Bu dönemde bir dizi TJA kadrosu arkadaşımız gibi TJA sözcüsü Ayşe Gökkan’ın sadece ve sadece kadın mücadelesine ilişkin açıklamaları nedeniyle yargılanıp 30 yıla mahkûm edilmesi de hukukun Kürt kadın hareketi söz konusu olduğunda nasıl işlediğinin somut göstergesiydi.
AKP’nin geri adım atmaksızın baskı rejimini tahkim ettiği bu süreçte, neredeyse tüm toplumsal muhalefet seçimlere endeksli bir siyaset izelerken, TJA, örgütlediği konferansla erkek devlete ve bir bütün olarak erkek egemen siteme karşı mücadeleyi seçim süreçlerine sıkıştırmamasıyla, kadın kurtuluş mücadelesinin dinamiklerinin farkının altını bir kez daha hepimiz adına çizmiş oldu. Kürt kadın hareketinin yıllardır maruz kaldığı devlet saldırılarına rağmen değişik illerden ve siyasal faaliyet alanlarından yüzlerce kadının biriktirdiği deneyim ve tartışmalar konferansa taşınmıştı. TJA çok belli ki aylar süren konferans hazırlıklarını bir örgütlenme, siyasal hat oluşturma süreci olarak değerlendirmiş, konferansın ilk gününde sonuca ulaştırmış ve ikinci gün çıkardığı sonuçları yan yana yürüdüğü feminist hareket ve kadın hareketi ile tartışarak hayata geçirmek üzere bir başlangıç yaptı.
Konferansın ikinci gününe yansıyan konuşmalar kadın emeğinden, ekoloji mücadelesine tutsak kadınların özgürlüğünden tecrit politikalarıyla mücadeleye bir dizi başlığa vurgu yapıyordu. Ancak gerek günün başındaki video gösterimi gerekse kürsünün ve konuşmacıların vurguları, erkek- devlet şiddeti ve kadın dayanışmasıyla bu şiddete direnişi ana gündem olarak öne çıkardı. Jîna Amini’den Pınar Gültekin’e, Nadira Kadirova’dan İpek Er’e, Garibe Gezer’den Emine Bulut’a, Hevrin Xelef’ten Deniz Poyraz’a erkek -devlet şiddeti nedeniyle kaybettiğimiz çok sayıda kadının fotoğraflarının salondaki geziş anı hem duygusal hem de politik olarak birlikte mücadelenin önemini ve yakın dönemdeki eksenini ortaya koydu.
Konferansın ikinci gününde dört dilde simultane çeviri yapıldı (Türkçe, Arapça, İngilizce, Kürtçe). Konferans divanı salonla neredeyse sadece Kürtçe iletişim kurarken sömürgecinin dilinden ve kültüründen değil kendi anadilinden kendi siyasal paradigmasıyla bir kadın kurtuluş mücadelesi örgütleyeceğini ifade etmiş oldu. Delegasyonundaki kadın arkadaşların büyük bölümünün ulusal giysileriyle konferansa katılması aynı yaklaşımın görsel ifadesi haline gelmişti.
Sonuçta duygulandıran, coşkulandıran umudu, direnişi ve dayanışmayı güçlendiren anlarıyla TJA Konferansı, önümüzdeki dönemde hem Kürdistan’ın tüm parçalarında kadın hareketleri ile ilişkilenecek hem de Türkiye feminist hareketi ve kadın hareketi ile birlikte mücadeleye devam edecek bir örgütsel ve siyasal hedefe sahip olduğunu somutça bir kez daha göstermiş oldu. Yeniden vurgularsak, kadın kurtuluş mücadelesinin, patriyarkanın en güçlü temsilcisi AKP’nin gidişini sağlayacak bile olsa, seçim siyasetine indirgenemeyeceğini ve esas olanın farklı toplumsal ve siyasal mücadelelerden kadınların dayanışma içinde erkek egemenliğine direnişini örgütlemek olduğunu vurgulaması açısından bu TJA Konferansı, gelecek yıllarda da doğru zamanda doğru politik adım olarak anılacak. Yaşadığımız yoksullukla, en çok evlerde maruz kaldığımız erkek şiddetiyle, direndiğimizde ve örgütlendiğimizde karşı karşıya kaldığımız [erkek]devlet şiddetiyle, yok sayılan ulusal kimliklerimiz ve anadilimizle, her daim karşılıksız kalan sömürülen emeğimizle, cinsel yönelimlerimiz ile cinsiyet kimliklerimize yönelen sistematik baskı ve nefret suçlarıyla mücadele için, tek başına seçimleri beklemek seçimlerden medet ummak düşünülemez. TJA Konferansı da, bir durgunluğa girmişken, İran’dan yayılan kadın isyanının rüzgârıyla yükselen feminist direniş umuduna yeni bir politik bir yol açtı, güç verdi.
Kürt kadın hareketi ile feminist hareketin ilişkisi/dayanışması yaklaşık 30 yıl önce hak ihlallerine karşı dayanışma ve barış vurgusuyla başladı. Son 15 yıldır birlikte örgütlenmeye çalışılan bir kadın barış mücadelesinin yanı sıra bir bütün halinde patriyarkaya karşı mücadele başlıkları sistemli yan yana gelişin zeminini oluşturdu. Özellikle son 6-7 yıldır, ülkedeki siyasal koşulların barış sesini duyulmaz kılması, erkek egemenliğinin başta erkek şiddeti olmak üzere, hayatın her alnında yaptığı saldırılar karşısında barış mücadelesi dışındaki başlıklardaki ortak mücadele öne çıktı. Özellikle 2015’ten beri yaşananlar barış umudunun, demokratik mevzilerin son kırıntılarının bile ortadan kalktığı koşullarda feministlerin/kadınların yıllardır elde ettiği haklara yönelik saldırıların da hangi boyuta geleceğini gösterdi. Tersinden patriyarkanın kadın kurtuluş mücadelesine yönelik saldırılarının bu kadar güçlü olduğu koşullarda herhangi bir barış ve demokrasi talebinin de yükselemeyeceğini gördük. Belki de bundan sonra, bu topraklardaki kadın barış mücadelesini sadece Kürt kadın hareketiyle dayanışma ve milliyetçiliğin kültürel yansımalarından sıyrılmakla sınırlı bir bağlamla ele almanın ötesine geçmek gerekiyor. Zaho’dan Afrin’e, Azeri- Ermeni savaşından Yunanistan ile süren adalar gerilimine, sınır ötesi her harekâtın ve tartışmanın kültürel bir milliyetçilik ve üniformalılarla sınırlı bir militarizm tespitinin ötesinde analiz edilmesi gerektiği artık daha net görülüyor. Bu yayılmacı savaş çizgisinin AKP sonrasında da devlet işleyişinin temel motifi olacağı düşünülürse kalıcı adil bir barışın inşa olmadığı toplumsal koşulların, patriyarkanın kendini güçlenerek yeniden üretmesine zemin oluşturacağını tespit etmek önemli. Bu anlamıyla bundan sonraki süreçte barış mücadelesi feminist hareketin Kürt kadın hareketiyle/Kürt halkıyla dayanışması ile sınırlı olarak değil bizzat sermaye-militarizm-savaş- patriyarka bağlantısı üzerinden, doğrudan feminist mücadelenin/kadın kurtuluş mücadelesinin bir başlığı olarak ortak örgütlenmenin konusu olmalı/olmak zorunda gibi görünüyor. TJA konferansı da hem tartışma başlıkları hem de özellikle ikinci gün tartışmanın örgütlendiği bileşim itibarıyla, barış mücadelesini bütünlüklü bir kadın kurtuluş mücadelesinin parçası olarak gören bir örgütlenmenin ilk adımı niteliği taşıyordu.
Konferansta da söylendi; uzun yıllardır hem Türkiye’de ve Kürdistan’da hem de tüm Ortadoğu’da sıklıkla kadın direnişlerinin dile geldiği slogan jin jiyan azadî oluyor; ki İran’da yükselen kadın isyanının öne çıkan sloganının da Jin jiyan azadî olması bu nedenle tesadüf değil. Bu konferansla da, hem kürsünün diliyle hem konferansın patriyarka ve sömürgeciliğe karşı politik meydan okuyuşuyla, önümüzdeki dönem feminist hareketin ve kadın hareketinin politik dayanışmayla inşa edeceği mücadelenin ağırlıklı olarak “Kürtçe konuşacağı” görüldü… Jin jiyan azadî!
* Feminist Theory: From Margin to Center, South and Press, sf.65
** Güney Kürdistan, Avrupa Özgür İttifakı ve Lübnan’dan bizzat gelen katılımcıların yanı sıra, Êzidî kadınlardan, Rojava, Afganistan, İran, Arjantin, Kolombiya, Sudan, Filistin, Batı Sahra ve Mısır’dan video mesajlar gelmişti.