Artık susma zamanı değil, ses olma zamanıdır. Barış bir temenni değil, örgütlü bir iradeyle kurulan bir inşadır. Ve o inşanın tuğlaları kadınların direnişiyle, halkların ortak emeğiyle, gençliğin umuduyla döşenecektir
9 Temmuz 2025… Kürtler için yalnızca bir gün değil, yüreğin çarptığı, gözlerin dolduğu, tarihin yeniden yazıldığı bir gündü. Tam 26 yıl sonra, milyonlarca insanın hasretle beklediği o ses, bu kez görüntüsüyle birlikte yankılandı. Abdullah Öcalan, 19 Haziran 2025’te İmralı’da kaleme aldığı tarihi çağrısını, ilk kez videolu bir mesajla halkına ulaştırdı. Bu görüntü, Kürt halkının yüreğine işleyen derin bir özlemin, direnişle yoğrulmuş onlarca yılın ve barış umudunun bir anda vücut bulmasıydı.
Bu yalnızca bir liderin konuşması değildi. Bu; halkına adanmış bir ömrün, özgürlük ve barış uğruna verilen mücadelenin, tarihsel bir kavşakta dile gelişiydi. Öcalan’ın her kelimesinde yılların deneyimi, sesindeki kudrette inancın direnci, bakışındaki kararlılıkta halkının yüzyıllık hakikat yürüyüşü gizliydi. Bu çağrı, sadece Kürt halkını değil, tüm Ortadoğu halklarını kapsayan bir yeniden inşa iradesiydi.
Kürt halkı için bu görüntü, yalnızca bir hasretin sona erişi değil, aynı zamanda yeni bir sürecin başlangıcıydı. Önderliğini görmek, sesini duymak; mücadele azmini tazeleyen, politik iradeyi büyüten, umudu çoğaltan bir gelişmeydi. Söz artık yeniden özgürlüğün, barışın ve halkların ortak geleceğinin sözüdür.
Kürt halkının mücadelesi, yalnızca bir politik direniş değil, aynı zamanda onuru, kimliği, dili ve varlığı için sürdürülen derin bir yaşam kavgasıdır. Bu kavga, en ağır bedellerle, en çetin yollardan geçerek bugünlere ulaştı. Ve bu yolun öncüsü, taşıyıcısı ve kurucu aklı olan Abdullah Öcalan, 50 yılı aşan bu tarihsel yürüyüşün her anında halkıyla birlikte direndi, düşündü ve yol gösterdi.
Öcalan’ın 9 Temmuz 2025’te açıklanan videolu çağrısı, 1970’lerin sonlarından bugüne kadar gelen bir özgürlük çizgisinin, yeni bir evreye taşındığını ilan etmektedir. “Kürdistan Devriminin Yolu” olarak adlandırılan tarihsel devrimci perspektif, bu çağrıyla birlikte “Demokratik Toplum Manifestosu”na evrilmekte; artık silahların değil, sözcüklerin, toplumsal sözleşmelerin ve siyasal aklın zamanı gelmektedir.
Bu bir son değil; aksine halkların yeni bir birlik ve ortak yaşam arayışının başlangıcıdır. Abdullah Öcalan’ın bu yeni manifestosu, yalnızca Kürt halkı için değil, Ortadoğu’nun kadim halkları için de bir davet niteliğindedir. O, bu çağrısıyla Kürt halkına sadece bir görev değil, aynı zamanda bir umut vermektedir: Birlikte yaşanabilir, demokratik ve özgür bir geleceğin mümkün olduğu inancı…
Yoldaşlığa, mücadeleye ve dayanışmaya vurgu yapan ifadeleri, bu çağrının sıradan bir politik açıklama değil, derin bir toplumsal tahayyülün sonucu olduğunu gösteriyor. Öcalan, yılların deneyimini ve felsefi birikimini, halkının yarını için yeniden kuruyor. “Silahın değil, siyasetin ve toplumsal barışın gücüne inanıyorum. Ve sizi de bu ilkeyi hayata geçirmeye çağırıyorum,” derken, onun sözleri sadece bir örgüte değil, bir ulusa, bir bölgeye, hatta insanlığın vicdanına hitap ediyordu. Artık silahların susmasını, diyalog ve barışın konuşmasını istiyordu. Bu, sadece bir strateji değişikliği değil; bir zihniyet dönüşümünün, bir umut arayışının manifestosuydu.
“Son günlerde bölgede yaşanan gelişmeler, attığımız bu tarihi adımın önemini ve aciliyetini açıkça teyit ediyor,” dediğinde, Öcalan’ın sesinde kararlılık netti. Bu kararlılık barışa olan inancın tükenmez ateşiydi. Bu sözler, Ortadoğu’nun kaotik atmosferinde, savaşın gölgesinde filizlenmeye çalışan bir zeytin dalı gibiydi. Bu bir dönemin kapanışını ve yeni bir başlangıcın müjdesini veriyordu.
Yeni sürecin kapısını aralamak: Demokratik toplum ve gönüllü geçiş
Tarih, bazen bir halkın yazgısını değiştiren anlarla hatırlanır. Abdullah Öcalan’ın videolu çağrısı da böylesi bir andı. Sadece geçmişe dönüp bakan değil, geleceği kucaklayan, mücadeleyle yoğrulmuş ama barışla taçlandırılmak istenen bir süreçti bu. Öcalan’ın sözleri, sadece siyasal değil, derin bir ahlaki, felsefi ve toplumsal yük taşıyordu. Ve çağrısının merkezinde, “gönüllü geçiş” vardı.
Öcalan, örgütsel mirası inkar etmeden, onu reddetmeden; aksine onurlandırarak, halkın mücadelesini başka bir aşamaya taşımayı önerdi. Silahlı mücadelenin yerini artık siyasal mücadele almalıydı. Savaşarak var edilen kimlik, şimdi barışarak yaşamı inşa etmeliydi.
“Yapılan silahlı mücadele aşamasından demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiştir. Bu bir kayıp değil, tarihi bir kazanım olarak değerlendirilmek durumundadır.”
Bu sözlerde korku değil, güven; tereddüt değil, kararlılık; geri çekilme değil, ileriye doğru açılan bir yol vardır. Bu geçişin gönüllü olması gerektiğini özellikle vurgularken, dayatılmış barışlara değil, halkın iradesiyle örülen barışlara inandığını bir kez daha açıkça ortaya koyar.
Abdullah Öcalan’ın çağrısında en çok yüreğe işleyen, derinden sarsan cümlelerden biri şuydu:
“Ben hiçbir zaman kendi özgürlüğümü bireysel bir sorun olarak görmedim. Felsefi olarak da kişi özgürlüğü toplumdan soyut olamaz. Birey özgürleştiği oranda toplum, toplum özgürleştiği oranda birey özgür olabilir.”
Bu sadece bir düşünce değil; bir yaşam biçiminin, bir mücadele ahlakının ve halkına adanmış bir ömrün manifestosudur. Öcalan burada kendini değil, halkını merkeze koyuyor. Kendi özgürlüğünü talep ederken bile bunu bireysel bir çıkar olarak değil, halkların ortak geleceği içinde anlamlı bir yere oturtur. Bu, kendinden önce halkını düşünen bir vicdanın konuştuğu andır.
Bu tarihi çağrı, öfkeye değil sağduyuya, şiddete değil barışa, ayrışmaya değil ortak yaşam iradesine dayanmaktadır. Yılların savaşından süzülen bir bilgelikle, halkların yeniden inşa sürecine yaptığı çağrıyla Öcalan, yeni bir yolun taşlarını döşemektedir. Bu yol, dikenli olsa da halkın iradesiyle yürünecek bir yoldur. Barış bir suskunluk değil; sözle, mücadeleyle, yoldaşlıkla örülen bir hayattır.
Kürt halkı bu çağrıyı gözyaşlarıyla, umutla, heyecanla karşıladı. Çünkü bu ses; zindanların direnişiyle, dağların sesiyle, sokakların inadıyla büyüyen bir sesti. Bu çağrı; yıllardır süren bir mücadelede, “şimdi birlikte yeniden kurma zamanı” diyen bir vicdandı. Ve bu vicdan, halkın kendi vicdanıdır.
Bu çağrı, sadece bugünü değil, geleceği de tarif etmektedir. Komünalist yoldaşlık, halklar arası dayanışma, kadın özgürlüğü, ekolojik toplum ve doğrudan demokrasi, bu inşanın temel direkleridir. Bu yönüyle Öcalan, mevcut sistemin çürümüşlüğüne karşı alternatif bir yaşamın mümkünlüğünü hatırlatmaktadır. Bu çağrı; halklara bırakılan bir miras, mücadele edenlerin yüreğinde yeniden çarpan bir direniş çağrısıdır. Bu çağrı, savaşların ve yıkımların ortasında, barışa olan inancımızı diri tutan bir sestir. Yıllardır susturulmak istenen bir halkın, görmezden gelinen bir öncünün sesi yeniden yankı buldu.
Tarih yeniden yazılıyor ve bu kez halkların elleriyle, kadınların kalbiyle, gençlerin cesaretiyle… Öcalan’ın “Benim özgürlüğüm değil, toplumun özgürlüğü önemlidir” sözüyle sadece bir yaşam felsefesi değil, yeni bir yol çizildi. Bu yol; komünalist yoldaşlığın, halk meclislerinin, kadın öncülüğünün, doğayla barışık bir yaşamın yoludur.
Bugün bizlere düşen, bu çağrının hakkını vermektir. Artık susma zamanı değil, ses olma zamanıdır. Barış bir temenni değil, örgütlü bir iradeyle kurulan bir inşadır. Ve o inşanın tuğlaları kadınların direnişiyle, halkların ortak emeğiyle, gençliğin umuduyla döşenecektir.
Ey bu sesi duyan herkes!
Barışa adım atmanın vakti geldi. Mücadelenin halkla bütünleştiği, kardeşliğin sınırları aştığı bu yolda yürümek hepimizin görevidir. Öcalan’ın çağrısı bizlere yalnızca geçmişi değil, geleceği de emanet ediyor.
Bu emanet, omuzlarımızda bir onurdur. Onurla yürümek, direnişi büyütmek ve barışı kazanmak için şimdi daha fazla kenetlenmenin zamanıdır.
Barışın adı mücadeledir, yolun adı komünalist yoldaşlıktır. Ve bu yol, halkların yoludur.