Kurulmak istenen düzene karşı isyanın bu hamleden sonra dalga dalga yayıldığı söylenir. Bu isyana tarihte ‘Sorka Âlem İsyanı’ denir… Hawarlarına kimsenin koşmadığı, kimsenin umut olmadığı Kürt kadınları, direnişleriyle kendi umutlarını yaratmıştır
‘Tüm toplumsal sorunların kaynağında ve kökeninde cins çelişkisi yatmaktadır.’
Bu tespit bugün pek çok araştırma ve yeni paradigmasal arayış ve çıkışların esin kaynağı olarak güncelliğini korumaktadır. İktidarın var olma ve var kılınma zemini olarak devletli uygarlığın çıkışından günümüze kadar, ilk saldırılan ve müdahale edilen ana kadın düzeni, tanrıça yüceliği ve bilgeliklerin kültürü ve formu olmuştur.
Toplumsal ahlak ve politikanın alaşağı edilmesi ve yerine yeni kurulan sistemin arzu ve istemleri doğrultusunda şekillendirilen kadın varlığının temel görevi, her dönem ideolojisine göre hareket tarzı kazanmak ve bunu toplumsal sistem haline getirmektir. Bu saldırı, köleci, feodal, dini-dogmatik süreçlerin etkisinde şekillendirilirken, kapitalist modernitede düşürülüşün ve kendi olmaktan çıkarılışın zirvesini yaşamıştır. Dilsiz, itaat eden, boynu bükük, metafizik üretimden koparılmış ya da fahişe, cadı, şeytan olarak dışlanmış-direnen kadın gerçekleri bir nehrin iki ana kolu gibi tarihten günümüze akıp gelmiştir.
Tam da bu noktada eril-egemenlikli sistemin ‘ötekisi’ olmak, yüksek anlam değeri taşımaktadır. Verili sistem sınırlarının dışında seyretmek, özgürleşme kıyılarında seyretmeye yakın bir anlam taşır. Kendini tanıma-tanımlama-bilme-bilinçlenme süreçleri, erkek gerçeğini ve onun işgal ettiği tarihsel süreçleri bilince çıkarmakla bağlantılıdır. Türlü ideolojik operasyon ve manipülasyonlarla, kendinden ve kendi şahsında tüm bilmelerden uzaklaştırılan kadın varlığının, varlığıyla ve varlığını savunma gerçeğiyle güçlü buluşması, bu tarihsel süreçlerin onu mahkûm ettiği krizden çıkışla mümkün olabilir. Bu kriz alanı, her şeyden önce zayıflık teorisinden beslenmektedir. Bu teori her telden eylem alanlarıyla kadın varlığını öz-savunmadan düşürmeyi hedeflemektedir. Hedef ruhsal, düşünsel, fiziki savunmayı kırarak, kabullenilmiş roller yaratmaktır. Kabullenilmiş roller, öze yabancılaşmış bir kimlik yaratır. Kaba bir özcülük peşinde değiliz. Fakat varlığın kendi gerçeğine yabancılaştırılması, bu yabancılaşmayı olması gereken gibi görmesi, görmediği durumlarda da kanıksaması günümüz gerçeğinde zirveye çıkmış tarihsel bir sorun alanıdır.
Sistem tüm argümanlarıyla saldırırken, sorun ona karşı çıkmamak değil, karşı çıkacak gücü, enerjiyi görmemektir. Enerjiyi soğuran bu benimseme ya da kanıksama halidir. Bu hal çaresizlik, umutsuzluk, krizli bir kadın kimliği yaratmakta ve baştaki tespite dönersek tüm toplumsal çelişkilerin kaynağı olmaktadır.
Dolayısıyla öz savunma her alanda, kadın varlığının baş ihtiyacıdır. Düşünsel ve ruhsal anlamda erkek egemenlikli sistemin her türlü yönelimine karşı donanımlı olmak, fiziksel anlamda öz savunmayı da kendisiyle beraber getirir. Bu anlamda sistemin ‘Öteki’si olmanın her zamankinden daha mühim olduğu bir süreçten geçiyoruz. Ötekilerin hikâyesi, direnişi, varlık mücadelesi tarihin tüm dehlizlerinden bize gülümsemektedir.
Onların hikâyesi, içerikte farklılıklar içerse de, bir kadın direniş kültürü, karakteri yaratmıştır. Bu karakter, tarihsel akışın ikinci, yok sayılan kolunu ilmek ilmek örmüştür. Her türden direniş yöntemleriyle, yok sayanların korkulu rüyası haline gelmiştir. Felsefeyle, sanatla, savaşla, politikayla ve sayılamayacak türlü yöntemlerle, oyunbozan olmayı görev bilmiştir. Çizilen, ‘normal’ görülen yoldan yürümeyerek, kendi anlam dünyasını kurmuştur. Tarih bu anlamda sayısız örneklerle doludur.
İskender’in Zagros dağlarının ve halkının geçit vermezliği karşısında, Kürt kadınlarını, işbirlikçi rahip ve aristokrat Kürt erkeklerle anlaşıp, askerleriyle evlendirerek akrabalık sağlamak istediği rivayet edilir. İskender, 300 Kürt kızını komuta kademesindeki askerleriyle evlendirmek ister. Bu Kürt kadınlarının, Zagros dağlarında Zerdüşt tapınaklarının rahipleri ve önde gelen ailelerin kızları olduğu anlaşılmaktadır. Ancak özgürlüğe alışkın ruhları, işbirlikçi esarete teslim etmek öyle kolay değildir. Zagrosların asi kadınları, Zerdeştiliğin ve ana soylu düzenin gücüyle donanmıştır. Öz savunma, özgürlük, ahlak bu coğrafya için vazgeçilmezdir. 300 Kürt kadını sessizce örgütlenir. Düğün gecesi yanlarına aldıkları hançerlerle hem zorla evlendirildikleri askerleri hem de kendilerini öldürürler. Kurulmak istenen düzene karşı isyanın bu hamleden sonra dalga dalga yayıldığı söylenir. Bu isyana tarihte ‘Sorka Âlem İsyanı’ denir.
Başlarına bağladıkları kırmızı kuşaklardan kaynaklı isyana bu isim verilir. Hawarlarına kimsenin koşmadığı, kimsenin umut olmadığı Kürt kadınları, direnişleriyle kendi umutlarını yaratmıştır. Yiğitçe bir hamleyle kendilerinden önceki tüm direniş mirası gibi, geleceğe de umut olmuşlardır.
Sorka Âlem isyanı, kadın direniş tarihinin oldukça önemli bir durağıdır. Tıpkı kendilerinden önceki ve sonraki binlerce örnek gibi… Aslolan direniştir. Erkek aklının kurmak istediği dünyaya dur diyebilmektir. Aslolan kendine umut olabilmektir. Asya’da, Afrika’da, Avrupa’da, Ortadoğu’da, Kürdistan’da… Nerede ve ne şekliyle olursa olsun… Öz savunma dışında kadın varlığını ve toplumsallığını gerçek anlamda ‘var’ kılacak bir olgu yoktur. Nice mücadeleler sonucu kazanılmış bir hak olarak, yasalar, sözleşmeler bu konuda bir yere kadar olumlu bir rol oynayabilir. Onu da işler hale getirecek olan direniştir, öz savunmadır.
Binyılların akışından biliyoruz ki, biz bize umut olmazsak, biz bize direniş olmazsak, biz birbirimizle dayanışmazsak var olan olduğu gibi sürüp gidecek. Sorka Âlem’den, Olympe de Gouges’den, Cemile Bouhired’den, Xafse Xan’dan, Sara’dan öğrendiğimiz, kendine umut olmak, kendindeki umudu çağlayanlarca toplumsallaştırmak ve bu güçle donanmaktır.