Savaş sonrası kadın kurumlarına yönelik kapatmalar ve uygulamalar ile kamusal hizmetlere erişimdeki kısıtlar, kayyumlar tarafından yönetilen yerel kurumların bütçelerinin cinsiyetçi tutumları ve mor bütçelemenin kaldırılması yapabilirlikten yoksunluk bağlamında kadın yoksulluğunu ortaya çıkarmakta ve kadınların iş gücü piyasasına girişinin engellenmesi sonucunu doğurmaktadır
Barış halinde, savaşın zorla bıraktığı miras ile ne yapacağız? Bu soru, toplumsalın zamansal ve mekânsal ilişkisini yeniden tanımlayan ve siyasetin bir aracı niteliğinde yürütülen savaşı temsilleriyle birlikte okumayı gerektiriyor. Bu noktada yaşamsal ve duygusal olarak var olagelen ile miraslaştırılan alanlar arasında bir ayrım yapmak zorundayız. Çatışmalı süreç ile kentsel sosyal yaşam, gündelik pratikler, kültürel kodlar değişir ve sosyoekonomik eşitsizlikler derinleşir. Savaşın ürettiği değişim ve eşitsizlikleri toplumsal cinsiyet ilişkileri üzerinden okuyan Cockburn’e göre toplumsal cinsiyet ilişkileri savaşın başlangıcında, gelişmesinde ve devamında, sınıf ilişkileriyle ve etnik-ulusal ilişkilerle kesişmekte, bu ilişkileri karmaşıklaştırmakta, hatta bazen onlara üstün gelmektedir.[1] Ben de bu yazıda, zorla miras alanında savaşın cinsiyetçi boyutlarını konuşmak neden önemlidir? sorusunu tüm heterojenlikleriyle birlikte, genişleyen kesişimsellikleriyle ortaya çıkarmaya çalışacağım.
Savaş, cinsiyete dayalı hiyerarşiler üretir ve süreklilik kazanır. Bu süreklilikler içerisinde şiddetin tanımları da çoğalır. “Galtung şiddeti tanımlarken farklı şekilde kategorize eder. Şiddet üçgeni adını verdiği bu teorisi; Doğrudan şiddet, yapısal şiddet ve kültürel şiddet olarak üçe ayrılır”[2]. Yapısal şiddet dediğimiz savaşın kendini kurumsallaştırdığı, failin belirsizleştiği, eşitsizliklerin yaratıldığı şiddet biçimidir, ekonomik eşitsizlikleri içerir. Yapısal şiddetin politik düzenleyici mekanizmalarından biri de kadın yoksulluğudur. Bu noktada, “Sadece gelirden değil, gelir yaratan kaynaklardan da uzak olmak anlamında toplumun bölünmüşlüğünün çok boyutlu katmanlarını yoksulluk tanımına sığdırmak “yoksulluğun kadınsılaşması” kavramı konusunda bir sorun olarak karşımıza çıkar. [3]
2015 yılında “12-14 Ağustos öz yönetim talebiyle başlayan düşük yoğunluklu savaş ile 90’larda yaşanan zorunlu göç hali bir bakıma tekerrür etti”.[4] Kent savaşının merkezi haline gelen Sur, kentin yıkımı ve çok sayıda ölümle sonuçlandı. Çatışmalı süreç boyunca kadınlar savaş bağlamında özgün ve ikircikli bir rol yüklendiler. Günümüzde hala, Sur savaş mirasının somut ve soyut olarak varlığını sürdürdüğü bir yer, kültürel miras tanımının ötesine geçerek hakikat rejiminin yeniden kurgulandığı bir alandır. Ekonomik yoksullaşma konusunu ele alırken, bir yandan mikro ölçekte yaratılan sınıfsal farkı ele alırken öte yandan makro ölçekte de eşitsiz coğrafyaların inşasını kadın yoksulluğu üzerinden okumak önemlidir.
2015 sonrasında kadınların kent deneyimlerine bakıldığında, Sur’da savaş sonrası kamusal alanda korku, güvenlik ve gözetim arasında gezinme günlük yaşamın “normal”i haline getirilmiştir. Sayısı 200’ü geçen metruk yapıların varlığı ve mekânsal kullanımı kriminalize edilmenin bir aracı haline gelmiştir. Bu mekanlar en çok da kadınları şiddetin başlıca öznesi haline getirmektedir. Bu kapsamda, Amartya Sen’in çalışmasında ortaya koyduğu “yapabilirlikten yoksun olma”[5] yaklaşımından hareketle, yoksulluğu mutlak yoksulluk yerine göreli yoksulluk üzerinden tekrar analiz ettiğimizde, gelirin nasıl dağıtıldığını sormak durumundayız.
Savaş sonrasında Suriçi’nde kriminalize edilen alanlara karşılık sosyomekansal kopuşların gerçekleşmemesi için gelir nasıl dağıtıldı? Bir yandan Suriçi’nde soylulaştırma ve mülksüzleştirme politikaları kapsamında ticarileştirilen alanlar, kentsel dokuya aykırı yapılar cinsiyete dayalı tasarıma dayanarak, kadınların tasarım dışı hissetmesine neden oluyor. Kadınların kamusal alanı deneyimleme şekli kadın yoksulluğunu derinleştiriyor. Yeni yatırım alanları ve yoksullaştırılan mahalleler arasında gelir dağılımı eşitsizliği mekânsal ve toplumsal ayrışmayı yaratarak kadınların yoksullaşmasına neden oluyor. Kadınların çoğunlukla hane içi işlerde çalışması ve herhangi bir ücret veya sosyal güvenceye sahip olmaması yoksulluğu derinleştiriyor. Bir diğer yandan, kadınlara kamusal alanlara koşullu ve kontrollü erişim sağlama gerekliliğini sunan bir güvenlik söylemi üretiliyor. Kadınların gündelik yaşam pratiklerini ve boş zaman fırsatlarını engelleyen bir yerden zamansal olarak cinsiyetlendirilmiş bir kurgu ortaya koyuyor. Bu süreçte, kadınlara yönelik şiddet, dar bir şekilde kendiliğinden şiddet olarak tanımlanıyor. Bu dar algı, kadınların evlerinde hareket kabiliyetlerinin kısıtlanması şeklinde karşılaştıkları günlük yapılandırılmış şiddeti göz ardı ediyor.
Kentsel alanların cinsiyetlendirilmiş kullanımı en temelde cinsiyete dayalı iş bölümüne dayandırılır. Cinsiyete dayalı ilişkiler ile kadının ikincil pozisyonu sürdürülmeye çalışılır. Kadın evin sınırlarına hapsedilerek hareket alanı daraltılır, ev içi emeği görünmez kılınır. Kadınlar, ev mekânında yaşlılarla ilgilenmek, çocukları büyütmek ve ev içi emeği örgütleme durumunda bırakılır. Dolayısıyla, savaşın cinsiyetçi kentsel müdahalesi ile kadınların gündelik yaşamı, ekonomisi ve özgürlüğü bu zihniyet ile yeniden tayin edilir, toplumsal roller dağıtılır. Bu süreçte, Sur özelinde zorla miras olarak bırakılanlardan biri de aslında kadınlar arasında kolektif olarak inşa edilen dayanışma ve dirençlilik ilişkilerine hasar vererek cinsiyetçi sosyal çevrelerin yaratılmasıdır.
Öte yandan savaş sonrası kadın kurumlarına yönelik kapatmalar ve uygulamalar ile kamusal hizmetlere erişimdeki kısıtlar, kayyumlar tarafından yönetilen yerel kurumların bütçelerinin cinsiyetçi tutumları ve mor bütçelemenin kaldırılması yapabilirlikten yoksunluk bağlamında kadın yoksulluğunu ortaya çıkarmakta ve kadınların iş gücü piyasasına girişinin engellenmesi sonucunu doğurmaktadır. Kayyum öncesi dönemde açılan mahalledeki çamaşırhanelerin ve tandır evlerinin kayyum döneminde kapatılması bu durumun somut bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaşın getirdiği yıkımın yanı sıra, kadınlar çözüm araçlarından da yoksun bırakılmış ve yalnızlaştırılmışlardır.
Kayyum sonrası dönemde ise, yeniden kadınların kamusal hizmetlere erişimini güçlendirme, hukuki ve psikolojik destek ve dayanışma mekanizmalarının kurulması ile ilgili çalışmalar yürütülmektedir. Bir yandan savaş sonrası zorla bırakılan miras alanların yarattığı kültürel ve sosyolojik bir çözülmenin aracı olan cinsiyetlendirilmiş mekân ve toplumsal alan konseptinin temsilleri varlığını sürdürürken diğer yandan kamusal alandaki bu çalışmalar “sömürgesizleştiren pratikler” olarak okunabilir. Mekânsal aidiyeti tahrip eden denetim araçlarının yoğunlaşmasına karşılık kadın birimlerinin inşa edilmesi ve katılımının teşvik edilmesi tasarlanan erkek egemen ilişki ağlarını çatırdatmaktadır.
Bununla birlikte, tüm bu eşitsizlikler sarmalı veri adaletsizliği ile kendini doğallaştırır. Sur ilçesi günümüzde hala kentte derin yoksulluğun yaşandığı bir alan olmasına rağmen gelişmişlik endeksine göre üst sıralarda yer alabiliyor. Bu çelişkili durum yoksulluğun ve eşitsizliğin görünmezliğine neden olduğu gibi “veri adaletsizliği” sorununu da gündeme getirmektedir. Kent literatüründe sıklıkla kullanılan yaratıcı yıkım alanları verilerin çarpıtılmasına neden olarak, özel savaş politikasını ve faili gizlemektedir. Dolayısıyla, eril bir merkezle üretilen bir bilgi üretimi söz konusudur.
Suriçi sokakları kadınlar için paradoksal bir ikiliği temsil ediyor-hem aidiyet hem de yabancılaşmanın olduğu, dahil olma arayışının sürekli yerinden edilme duygularıyla karşılandığı bir yer. Dolayısıyla, kadın yoksulluğu meselesi savaşın bir ilintisi olarak değil yalnızca sermayenin bir sonucu olarak görünüyor ve eşitsizlik sınıfsallaştırılarak normalleştiriliyor. Bu bağlamda kadın yoksulluğu piyasadaki güç ilişkilerinin yanında sosyal ve siyasi hayattan bağımsız değerlendirilmemelidir. Bu değerlendirmeye ilişkin olarak, Birgit Sauer, bu durumu devletin “erkekliği” olarak tanımlar. Sauer, “devletin içerme ve dışlamayı –örneğin eğitime, sağlığa, işe, refah hizmetlerine, konut hakkına ya da politik katılıma erişim gibi- organize ettiği yöntemlerin hem patriarkal hem de aynı zamanda şiddete dayalı olduğunu öne sürer.[6]
Yapısal şiddetin politik düzenleyici mekanizmaları ile Suriçi’nde kadınlar, toplumsal-kamusal alanda yeniden konumlandırılıyor-yeniden tanımlanıyor. Dolayısıyla kadın yoksulluğu yerine “kadını yoksul bırakma veya yoksullaştırma” savaşın politik bir aracı olarak kendini yeniliyor. Kadınlar kent yaşamından dışlanarak sağlıksız ve güvencesiz ortamlarda ucuz iş gücü olarak kullanılmaktadır. Düşük ücretle, kayıt-dışı ve fason işlerde çalışmak, kadın istihdamının temel özelliği haline getirilmektedir. En ucuz yoksul işgücü olarak bir kadın nüfusu üretilmektedir. Kadınlar kötü çalışma koşullarına “razı” gelerek sermayenin ihtiyaçlarını düşük ücretle karşılamaktadır. Yapısal şiddet sarmalı içerisinde, ucuz ve kontrol edilebilir biçimde ‘ücretsiz işçi’ kategorisinde kadınlar hem hane içinde hem de hane dışı kayıtdışı işlerde çalışmaktadır. Böylece farklı mekânsal dokulardaki benzer gündelik-mekânsal pratikler üzerinden yeniden ve yeniden üretilmekte, gündelik-mekânsal ilişkilerde kadın emeğinin görünmezliği pekiştirilmektedir.
Sonuç olarak savaş, birbirine sızan, gözenekli bir kesişimsellikler sarmalı üreterek kadın yoksulluğunu kısır bir döngüye çevirir. Bu döngü, kadın yoksulluğunu savaşın inceltilmiş stratejileri üzerinden analiz etmeyi gerekli kılmaktadır.
[1] Cockburn, C. (2009). Buradan Baktığımızda, Kadınların Militarizme Karşı Mücadelesi (F. Özlen, Çev.). İstanbul: Metis.
[2] Demir, Ezgi Sıla (2022). Kurumsallaşan Yapısal Şiddet, Jin Dergi
[3] Köse, E. (2015). “Yoksulluk” Kavramının Cinsiyetlenmesine Dair Kısıt ve Olanaklar. İDEALKENT, 6(16), 258-282.
[4] Ekinci, Karadaş Esra, (2023). Feminist Etnografi: Zorla Yerinden Kadınların Kent Deneyimleri & Stratejileri: Diyarbakır, AĞ-DA Eren Deniz Tol Araştırma ve Savunuculuk Desteği Final Raporu
[5] SEN, Amartya (2004), Özgürlükle Kalkınma, Çev: Yavuz Alogan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
[6] Harders, C. (2018). Toplumsal Cinsiyet, Şiddet ve Çatışma Dönüşümü. Toplumsal Cinsiyet ve Barış, 23-71.