Irkçılığın temel nedenlerinden birisi tekçiliktir. Romanlar bu ülkede eşit yurttaş olamadıkları sürece hayatlarının çok zor olacağı açıktır. Tabii en önemlisi, Romanların hem yerel politika hem de karar mekanizmalarında yer almak için örgütlenip güçlü bir mücadele yürütmeleri gerekmektedir. Onlar hakkında karar almak değil, onların kararlarının hayata geçirilmesi daha doğrudur
Tarihsel olarak birçok farklı kültür ve topluluğa ev sahipliği yapmış çok kimlikli bir coğrafyada yaşıyoruz. Ancak bu çeşitliliğin hak temelli ve eşit yaşayabileceği bir hayattan çok eşitsizliklerle cezalandırılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. Bu çeşitlilik içinde bazı gruplar, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda daha yoğun dezavantajlarla karşı karşıya bırakılmaktadır. Ve biliyoruz ki Türkiye’deki azınlık gruplardan biri de Romanlardır ve Romanlar en dezavantajlı konumda tutulan gruplardandır.
Romanların yüzlerce yıl önce Avrupa’dan gelmelerinden sonra başlayan ırkçılık ve ayrımcılığın hedefi olmaya hâlâ devam ettikleri görülmektedir. Bu durum, II. Dünya Savaşı’nda en üst noktaya ulaştı. Yüz binlerce Roman, Alman faşizmi döneminde Hitler’in emriyle Nazilerin ölüm kamplarında öldürüldü. Bu büyük katliamdan sonra, 8 Nisan 1971’de Londra’da toplanan Birinci Uluslararası Roman Kongresi, bu tarihin Dünya Romanlar Günü olarak kutlanmasına karar verdi. Her yıl 8 Ağustos, Roman soykırım günü olması nedeniyle anma etkinlikleri yapılır.
Öyle ki, Romanlar ötekiler arasında bile dışlanan, horlanan bir grup; yani ötekinin de ötekisi. Şimdi gelin, sorunların içinde neler olduğuna bakalım. Bu dezavantajların başında eğitim, istihdam, barınma, erken yaşta evlilikler, kadına yönelik şiddet ve yoksulluk gelir. Bunları sıraladığımızda, “şimdi geriye ne kaldı ki?” diyeceksiniz, haklısınız. Zaten bunlar Türkiye’de yaşayan çoğunlukların da sorunlarıdır diyebilirsiniz. Fakat Romanlar, herkesin yaşadığı sorunları en ağır biçimde yaşayanlar olmaktadır.
Önce toplumdaki algıdan başlayalım. Hepimiz en azından şu cümleyi duymuşuzdur: Çocuklarına “Bak, yaramazlık yapma, seni çingenelere veririm” ya da “Çingeneler seni çalar” gibi sözler… Çocuğun gözünde Romanları çocuk çalan kişiler olarak gösteren bu algı, daha küçük yaşta oluşturulmakta; tehlikeli, ömür boyu izi silinemeyecek bir kötülük olarak kalmaktadır.
Romanlar çocuk çalan, hırsızlık yapan, kazandığını aynı gün eğlenerek harcayan, düşünmeyen, sadece müzik yapıp eğlenen, sorgulamayan “esmer vatandaşlar” olarak damgalanır. Hatta vatandaş bile sayılmadıkları ima edilir.
Toplumda ayrımcılık yaşayan Romanlar, bunlar yetmezmiş gibi Selendi ve İznik’te yaşanan linç girişimlerinin de hedefi olmuşlardır. Romanların yaşadığı Manisa’nın Selendi ilçesinde, 31 Aralık 2009’da bir Roman, bir kahvede kahve sahibi ve akrabaları tarafından dövülmüştü. Bu olayın ardından şiddet tırmanmış, 5 Ocak 2010’da Selendi halkı Romanların evlerine ve mallarına saldırarak linç girişiminde bulunmuştur. AKP’nin “Roman açılımı” linçle son bulmuş, Romanlar ilçeden sürülmüş ve farklı yerlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Tabi bu linç sonrası toplumda yaşanan kaygı, korku ve travma da cabası. Bu olaylar, tıpkı Kürtler ve Alevilerde olduğu gibi, hafızalara kazınmıştır.
Bu kadar kalabalık bir toplum, çareyi ancak mahallelerde ve şehirlerde bir arada yaşamaktan bulmaktadır. Çünkü kendini güvende hissetmedikleri için dayanışarak aynı kültüre sahip olanlarla yaşamayı tercih ederler. Ayrımcılık ve nefret söylemi onları elbette birbirine yaklaştırır. Devletle ise bugüne kadar güçlü bir bağ kuramamışlar ya da buna ihtiyaç duymamışlardır.
2000’li yıllarda Roman sivil toplumunun oluşmaya başlamasıyla birlikte temsilcileri, STK’ları ve sorunları görünür olmaya başladı. Mesela bir anekdot: İHD yöneticisiyken bir Roman insan hakları savunucusuyla tanıştım. Roman hakları için çok uğraşan bu kişi, emekli bir üst düzey bürokrattı. Ancak emekli olduktan sonra Roman olduğunu çevresine ve eşine söylemişti. Hatta eşine Roman olduğunu çok geç söylediğini, eşinin ailesinin bunu hiçbir zaman bilmediğini ve eşine söylediğinde “Keşke bunu hiç söylemeseydin” cevabını aldığını aktarmıştı.
Türkiye’de birçok kentte Romanların en önemli sorunlarının başında barınma gelir. Çok kötü koşullarda, insani olmayan çadırlarda, barakalarda ya da gecekondularda yaşarlar ve çoğu mülk sahibi değildir. Üstelik yaşadıkları yerler genellikle tapusuz olduğu için, kentsel dönüşüm adı altında şehir dışına itilmekte, yerlerinden edilmektedirler. Örneğin, geçtiğimiz günlerde İzmir Torbalı’da yapılan Barış ve Demokratik Toplum buluşmalarında Romanların en temel şikâyetleri şöyle sıralandı:
- Kentsel dönüşüm bahanesiyle yaşadıkları yerlerden kovulma tehlikesi,
- Yerel yönetimlerle hiçbir bağlarının olmaması ve belediye meclis üyeliği gibi taleplerinin görmezden gelinmesi,
- Eğitim seviyelerinin düşük olması nedeniyle kamu kuruluşlarında çalışamamak, günübirlik ve ağır işlerde çalışmak zorunda kalmak,
- Sağlık hizmetlerinden yararlanmakta yaşanan zorluklar,
- Gündelik hayatta ayrımcılığa uğramak.
Roman kadınlarla İzmir ve Eskişehir’de yapılan toplantılarda ise kadınların şiddet mağduru oldukları, küçük yaşta evliliklerin yaygın olduğu, başlık parasının hâlâ devam ettiği ortaya çıkmıştır. Birçok Roman çocuğun ilkokuldan ayrıldığı, lise ve üniversiteyi bitiren kız çocuklarının ise çok az sayıda olduğu belirtilmiştir. Ekonomik durumu düzelmiş aileler bile yaşadıkları yerlerden ayrılmamaktadır. Çünkü gittikleri yerlerde de ayrımcılığa uğrayacaklarını bildikleri için kendi gettolarında yaşamaya devam etmektedirler.
Örneğin, Roman okullarında kimse çocuğunu okutmak istememekte; oraya yalnızca Roman çocuklar gitmektedir. Çocuklar erken yaşta okulu terk etmektedir. Bunun en önemli sebepleri arasında derin yoksulluk, çocuk işçiliği ve küçük yaşta evlendirilen kız çocukları yer alır. Ardından aile içi erkek şiddeti gelmektedir. Erken yaşta evlilikler, evden bir boğaz eksiltme düşüncesiyle birleşerek mevcut sorunları daha da derinleştirmektedir.
Romanların taleplerine bakıldığında son derece insani olduğu görülmektedir. Eğer devlet demokratik ve eşitlikçi ise, insanlar arasında ayrımcılık yapmıyorsa ve farklılıkları eşitlik olarak görüyorsa, yukarıda sayılan sebeplerin hiçbiri yaşanmamalıdır. Ancak öyle olmamakta; eğitimden istihdama, derin yoksulluktan barınmaya, kadına yönelik şiddetten ayrımcılığa kadar çok temel sorunlarla adeta boğuşmaktadırlar.
Irkçılığın temel nedenlerinden birisi tekçiliktir. Romanlar bu ülkede eşit yurttaş olamadıkları sürece hayatlarının çok zor olacağı açıktır. Tabii en önemlisi, Romanların hem yerel politika hem de karar mekanizmalarında yer almak için örgütlenip güçlü bir mücadele yürütmeleri gerekmektedir. Onlar hakkında karar almak değil, onların kararlarının hayata geçirilmesi daha doğrudur. Tüm bu yaşananların panzehiri, ezilenlerin bir arada güçlü mücadele etmesidir. Bu, yazıldığı kadar kolay olmasa da önyargılar ancak mücadeleyle yıkılır. Romanların Barış ve Demokratik Toplum çağrısı etrafında birleşip güçlenmeleri ve diğer ötekilerle ortaklaşmaları, bu ağır sorunlarla baş etmemize yardımcı olacaktır