1838 yılında yayınlanan fermanla Osmanlı’da başlayan pronatalist/doğum artışını sağlayan politikalara cumhuriyet döneminde de devam edilmiştir. Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan doğum seferberliği kürtaj ve gebelik kontrolü yasakları ve vergi muafiyetleri, madalya gibi teşviklerle desteklenmiş
Patriyarka; erkeğin, kadının bedeni ve emeğinin ürünlerine sahip olduğu, toplumunda erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünü kabul ettiği, normlarını ve yasalarını bu tahakkümü yaşatmak, korumak, pekiştirmek için oluşturduğu bir sistem. Tarihte ortaya çıkan ilk eşitsizlik olan kadın erkek eşitsizliğiyle ortaya çıkan patriyarka, ardından gelen tüm hiyerarşik, sınıfsal tahakkümlere örnek olarak onlarla iç içe geçerek egemenliğini sürdürmektedir. Toplumların eşitlik, özgürlük ve kendi kendilerini yönetmek için verdikleri tüm mücadeleler bu temel eşitsizliğin sorgulanması nedeniyle patriyarkal ilişkileri zayıflatır. Eşitsizlikleri arttıran iktidarlar, partiler de; kadınları eşit ve özgür yapan haklara, saldırarak, yaşamlara müdahale ederek, erkekleri kadınların, kadın bedeninin sahibi yapacak ilişkileri düzenleyerek erkekleri yanlarına alırlar. Erkeklerin kadınlara sahip olmasıyla başlayan eşitsizlik, sonrasında gelen erkekler arasında gibi görünen ama tüm toplumu etkileyen başka eşitsizlikleri, sınıfları, egemenlikleri meşrulaştırır. Kadınları doğum yapmaya zorlamak, zorlama hakkını kendinde bulmak, bulabilmek de bu eşitsizliğin/patriyarkanın önemli tezahürlerinden biridir.
Sezaryen doğum 2012 yılına kadar dünyada en çok Türkiye’de yapılıyordu. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre doğumların yüzde 15’i sezaryen ameliyat gerektirirken Türkiye’de sezaryen doğum oranı yüzde 58 idi ve dünya sıralamasında birinci durumdaydı. Bu çok yüksek orana nasıl gelindiğine baktığımızda tıbbın ve devletin biyo-politikasının patriyarkal niteliği ile karşılaşırız.
Kapitalist ulus devletler kabaca kapitalist oldukları için ucuz ve çok emek gücüne, milliyetçi oldukları için de kendi dışındakileri düşman/sömürülecek unsur görürler ve kalabalık ordulara ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle kapitalizm öncesi ilişkilerde geçerli olan egemenin “öldürme ya da yaşamaya bırakma” politikasının yerini “yaşatma ya da ölüme bırakma” politikası almıştır. Osmanlı da batılı ülkelerde başlayan nüfus politikalarını uygulamıştır. 1838 yılında yayınlanan fermanla Osmanlı’da başlayan pronatalist/doğum artışını sağlayan politikalara cumhuriyet döneminde de devam edilmiştir. Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan doğum seferberliği kürtaj ve gebelik kontrolü yasakları ve vergi muafiyetleri, madalya gibi teşviklerle desteklenmiş ve sağlık sisteminin göreli iyileştirilmesinin etkisiyle nüfus hızlı biçimde artmıştır.
1923’te 13 milyon olan nüfus 1955’te 24 milyona yükselmiştir. 1950-60 yılları arasında gerek dünyada gelişmiş ülkelerin üçüncü dünya ülkelerinin nüfus artışının azaltılmasını teşvik eden politikalara yönelmesi, gerek ortaya çıkan pek çok sorun nüfus artışını sorun haline getirmiş ve doğum ve gebeliğin önlenmesine yönelik yasaklamalar kaldırılmıştır. 12 Eylül askeri darbe döneminde 1983 de çıkarılan 2827 sayılı “Nüfus planlaması Hakkında Kanun”la da hamileliğin ilk on haftası içinde isteğe bağlı düşük/kürtaj eşin onayı alınmak koşuluyla serbest bırakılmıştır. Aile planlaması uygulaması ile kadınların istedikleri zaman istedikleri ya da yönlendirildikleri kadar (2-3) çocuk yapmalarının önü açılmıştır. Doksanlı yıllardan itibaren tüp bebek uygulamaları da artarak, daha çok çiftin çocuk sahibi olması da sağlanmıştır.
1923’ten sonra sağlık hizmetlerinde başta bulaşıcı hastalıklarla mücadele olmak üzere önemli gelişmeler ortaya çıkmıştır. Üreme sağlığı açısından gelişmeler şöyledir: Bir yandan erkek hekimler tarafından geleneksel ebeler gözden düşürülmüş doğum yaptırmaları yasaklanmış ve hızla sayıları azalırken diplomalı ebe sayısı ise günümüz dahil hiçbir zaman yeterli sayıya ulaşmamıştır. Kırdan kente göç kadınları eve Kırdan kente hakkında kadınların deneyim birikimiyle oluşan kadim bilgisinden yararlanamamışlar, 12-36 saat arasında süren doğum eylemi sırasında annelerinin yaptığı gibi birbirleriyle dayanışmaları da genellikle mümkün olamamıştır. Gebelik süreci uzunca zaman hiç takip edilmemiştir. Doğumun evde yapılması da çok sıktır. Gebelerin takip edilmesi ve doğumların tamamen hastanede gerçekleşmesi ancak 2000’li yıllarda mümkün olabilmiştir.
Hastaneler, doğumevleri genellikle gerek yatak gerek eleman yetersizliğinden kalabalıktır. Doğumhaneler kalabalık, özensiz ve bakımsızdır. Hastanelerde 12-36 saat sürebilecek olan doğum eylemine/travay uygun koşullar ve yeterli ebe sayısı hemen hemen hiç olmamıştır. Bugün dahil Gebelerin takip edildiği birinci basamak sağlık kuruluşlarıyla doğumların yapıldığı hastanelerin arasında ilişki kurulmamış hastanede doktorlu doğuma ulaşmak çoğunlukla muayenehaneye uğramakla mümkün olabilmiştir. Bu nedenlerle doğumevlerinde doğum yapanlar genellikle yoksul kadınlar olmaktadır. Gelir durumu iyi olanlar ya da sağlık güvencesi olanlar muayenehanelerde hekim kontrolünde takip edilmiştir. Bu yönelim ise gebe kadını ebeler tarafından verilen gebelik, normal doğum, lohusalık bilgilerinden yoksun bırakarak hekimin belirlediği koşullarda doğumun yapılmasına yöneltmiştir. Bu durumda gösteriyor ki pronatalist politikalara bağlı olarak büyük merkezlere doğumevleri açılması yeterli olmamış, kürtaj ve gebelik önleme yasağıyla kadınlar sürekli gebe kalarak ve yaşamlarını kaybetme pahasına doğurarak nüfusun artmasını sağlamışlardır. Doğuma bağlı anne ölümleri de uzun yıllar çok fazla olmuştur. Bebekler yaşatılırken anneler ölmeye bırakılmışlardır.
Hekim sayısı giderek artsa da kamuda çalışan uzman hekim sayısı hep düşük kalmıştır[1]. Mezuniyet sonrası mecburi hizmet uygulaması bu nedenle getirilmiştir. Ücretlerin yakın zamana kadar çok kötü olması nedeniyle uzman hekimlerin kamudan kaçma eğilimi hep vardır, bu nedenle kamuda çalışan hekimlere part-time çalışma hakkı tanınmış, yani kamu- devlet hastaneleri yanı sıra özel sektörde de çalışmalarına izin verilerek kamu sektöründen ayrılmaları engellenmeye çalışılmıştır. 2003 yılına kadar tam gün kamuda çalışan uzman hekim oranı tüm branşlarda %10 civarındadır. Tüm bu yıllar içinde uzman hekimler Ankara İstanbul, Bursa gibi büyük şehirlerde, gelir durumu iyi olanların sayısal olarak fazla olduğu şehir ve bölgelerde yoğunlaşmışlardır. İlçe ve köylerde, başta doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesi olmak üzere doğuya doğru gidildikçe uzman sayısı azalmaktadır. Bu durum kadın hastalıkları doğum uzmanları için de aynıdır.
Özel hekimlik çalışma tarzı kamu hekimleri tarafından da uygulanarak kamu hastaneleri konumuz özelinde doğum evleri özel hekimin ameliyatını yaptığı hastane gibi çalıştırılmıştır. Muayenehanesi olan hekim gebe kadını muayenehanesinde kabul etmekte ve izlemekte, özel hastane ile anlaşarak hastasını yatırarak, ameliyatını yapmaktadır. Ancak doğum işlemi 12-36 saat sürebilen bir işlem olmasına rağmen özel hastanelerde bu sürecin sağlıklı geçmesini sağlayacak mekan, donanım ve ebe istihdamı yoktur.[2] Özel hastaneler hekim merkezli çalışmakta, ebeler gebe takibi sürecine dahil edilmemektedir. Bu nedenle gebe güven ilişkisi hekimle sürebilmekte ama her an gerçekleşebilecek olan doğum eylemi için hekimin zaman ve çalışma koşulları uygun olmamakta, sürenin uzunluğu nedeniyle de başka hastaları beklerken bir hastası için bu kadar süreyi ayırmak istememektedir. Bu nedenle planlanabilen bir doğum şekli olarak sezaryen işlemi vajinal doğum yapmasında engel olmayan gebelere de neredeyse muayenehane ya da özel hastaneye giden her gebeye önerilmektedir. Uzman hekim sayısının artmasına rağmen vajinal doğum yerine sezaryen doğumun sorun edilmemesi dönemin anti-natalist/doğumları azaltan, doğum sınırlayıcı politikalarına hizmet edebilmesi nedeniyledir.
Sezaryen doğum, gebeliğin sonunda doğum başladığında ya da başlaması gereken zamanda fetusun kasık hizasında yapılan kesiyle rahmin kesilmesi ve çocuğun rahim dışına alınması, göbek bağının kesilmesi, plasenta/eşin temizlenmesini içeren bir ameliyat işlemidir. Bunlar yapıldıktan sonra rahim ve üzerindeki deri dikilerek kapatılır. Kesi yerlerinin iyileşmesi normal doğum yapılmasını güçleştirir. Bir kez sezaryen doğum yapıldıktan sonra kadınlar ancak bir kez daha sezaryen doğum yapabilirler. Üçüncü gebelik ve doğum kadının ve fetusun hayatı için çok önemli riskler oluşturur. Bu nedenle iki sezaryen doğum yapmış kadınlar üçüncü çocuğa gebe kalamazlar, sezaryenle de olsa doğuramazlar.
Genellikle “ağrısız doğum” diyerek gebelere önerilen sezaryen işlemi, bir ameliyattır. Bir ameliyatın tüm risklerini taşımaktadır. Vajinal doğumda zorluk, uzun süren ağrı ve kasılmalar nedeniyle doğum öncesindedir. Doğum gerçekleştikten sonra anne çok kısa sürede, saatler içerisinde hayatına devam edebilmektedir. Tarlada doğum yaptıktan sonra eve yürüyen kadınların hikayelerini hepimiz biliriz. Sezaryen işleminden sonra ise kesi yerinin ağrıları, karına müdahale nedeniyle sindirim sistemi sorunları ve anesteziden çıkış sorunlarına ortaya çıkmaktadır. Sezaryen sonrası iyileşme ayağa kalkma kendi ve bebeğin işlerini yapabilme 1 haftadan sonra gerçekleşmektedir. Doğum şekli olarak kadınlara seçim gibi sunulsa da ilerleyen zamanlarda çocuk edinme isteği bu operasyon nedeniyle sınırlanmaktadır.
Ne yazık ki sağlık bakanlığı sağlık istatistiklerini yayınlarken hem personel hem de hastalar için cinsiyete göre dağılım yapmayarak sağlık sistemindeki eril hegemonyayı gizlemektedir. Ama internetten hastanelerin ve doğumevlerinin kadın hastalıkları ve doğum kliniklerine bakıldığında erkek uzman hekim sayısının çok fazla olduğu hemen göze çarpmaktadır. Kadın sağlığı ve doğum işlemleri kadın hekimler tarafından bile değil patriyarkal egemenliğin sürdürücüsü erkek hekimler tarafından kararlaştırılmakta ve sürdürülmektedir. Kadını bir kişi olarak değil, erkeğin çocuğunun, ulusun geleceğinin taşıyıcısı olarak gören bu yaklaşım nedeniyle hekim kararları gebe kadınla konuşarak olası tüm seçenekleri ve sonuçlarını yansız biçimde aktarmamakta, kendisine uygun gelen seçimi dayatmaktadır. Uzman hekimlerin sayısının hızla arttığı dönemde askeri cuntanın hep olduğu gibi kadınları dışlayarak uygulamaya başladığı anti- natalist politikalarla sorunsuz örtüşme patriyarkal kesişim nedeniyledir. Bu kesişmeye göre kadın sağlığı gerekli özeni hak etmediği için bu dönemde doğum oranı-sayısı azalmasına rağmen doğumhane koşulları iyileştirilmemiş, serbest bırakılan kürtajın yapıldığı bölümler de aynı özensizlikle çalışmışlardır. Yönetici ve uygulayıcı olan erkek hekimlerin de düzeltmek için çabaları olmamıştır.
Ağrısız doğum seçenekleri ise çok geç devreye girmiş, doğum süresini kısaltmaya hizmet etmediği için sezaryen doğumun yerini alamamıştır. Suda doğum, ayakta doğum gibi vajinal doğum yöntemlerine uygun sağlık personeli ve hasta ne donanımı ise hiç olmamıştır. Gebe kadınların travay sırasında ailelerinden, arkadaşlarından destek almasına olanak tanıyan doğumhaneler yoktur.
Bu üçüncü ve daha fazlası çocuğun doğurulamaması sezaryeni cumhur ittifakının en az üç çocuk, daha daha çok çocuk politikasına engel olan bir uygulamaya dönüştürmektedir. Sezaryen doğumla ilgili ilk kısıtlama 2012 yılında yapılmış ve sezaryenin ancak normal doğumun mümkün olmadığı koşulda uygulanması, bu gerekçe dışında uygulanmasının yasak olması şeklindedir. Kamu hastanelerinde çok katı biçimde uygulanan yasa nedeniyle, daha önce sezaryen doğum yapanlar ikinci gebeliklerinde normal doğum yapmaya zorlanmışlardır, sezaryene uygunluk kararlarında gecikmeler yaşanmıştır. Doğumhane ve ameliyathanelerin mekansal uzaklığı nedeniyle de sezaryen kararının geç uygulanması bebek ve annede sorunlara yol açmaktadır. 2012’den itibaren sezaryen doğum yasağı, kürtaj ve gebelik kontrolü sağlayan malzemelere erişimin azalması, cepten ödenir hale getirilmesi ile pronatalist politikalar bir kez daha kadın sağlığı gözetilmeden, sağlık hakları korunmadan uygulanmaya başlamıştır.[3] Halen anne ve bebek açısından gerekli olmayan sezaryen uygulamaları oldukça fazla yapılmaktadır. Sezaryen doğum oranı 2022 de%60’ın üzerindedir. Çünkü, her ne kadar sosyal güvenlik kurumu normal doğuma sezaryen doğumdan daha çok ödeme yapsa da normal doğum için gereken koşulların hazırlanması/malzeme, insan gücü, gerek ihtiyaç duyulan süre açısından rantabl/verimli değildir. Türkiye’de özel sağlık sektörü büyümüş ve kamu hastaneleri de işletmeye dönüşmüşlerdir. Kapitalist işletmelere dönüşen sağlık sisteminde de doğum en rantabl şekilde sezaryenle yapılmaktadır.
Muhafazakar milliyetçi politikalar, erkeği insan, toplumun/milletin bir üyesi sayarken kadını erkeğin aşağısında, eksik, erkek tarafından tamamlaması gereken olarak görür. Bu nedenle kadın ancak en az üç çocuk doğurduğunda (önceden 3 erkek çocuktu) tamamlanmış kabul edilir, ailesi içinde saygın bir konuma ulaşır. Kendisi hakkında, çocukları, ailenin diğer bireyleri, malı, mülkü, çalışması çocukları hakkında karar yetkisi yoktur. Politik karar yetkisi de yoktur. Milliyetçi, muhafazakar politikacılar kadınların politik haklarına en çok direnen politik gruplardır. Erkek olmak onları aklı kullanan yapar ve erkekler bu akılla kadınlar hakkında en doğru kararları vermeye muktedir kabul edilir. Kadınlar da canları ve hayatları pahasına bu karalara uymak zorundadırlar. Uymadıklarında da şiddet ve ölümle cezalandırılabilirler. Erkeğe kadına şiddet uygulama ve öldürme hakkını tanıyan bu anlayış aileyi koruma güçlendirme politikalarıyla kadını anne olmaya, çok çocuk yaparak yalnızca anne olmaya, başka bir şey olamadığı için şiddet, zulüm gördüğü evden çıkamamaya mahkum etmek istiyor. Erkekler de bunun çok çocukla mümkün olduğunu biliyorlar bu nedenle bir futbol erkek takımı maç sahasına doğum sayısını kısıtlayan sezaryen doğuma karşı çıkan pankartla gururla çıkıyor.
Evet, “Benim bedenim, benim kararım”. Kaç çocuk istediklerine, ne zaman istediklerine kadınlar karar verir. Hangi koşullarda nasıl doğum yapacaklarına kadınlar karar verir. Özel hekimliğin daha çok kazanmasını mümkün kılan değil, gebe kadına ve fetüse en uygun doğum yapılmalıdır. Suda doğum, ayakta doğum, gibi farklı doğum biçimleri ile ilgili olarak bilgilendirilmek, seçim yapma haklarımızın koşulları sağlanmalıdır. Bir anestezistin de doğuma eşlik etmesini gerektiren spinal anestezi ile doğum yapmak için gereken personel ve donanım olanakları tüm hastane ve doğum evlerinde sağlanmalıdır.
Tüm bunlar, kadınları ilgilendiren konularda biz kadınların karar vermesi ile mümkün olacaktır. Kadınların eşitliği kadın özgürlükçü perspektifle, parlamentoya %50 cinsiyet kotasının uygulanmasıyla, kadınlarla ilgili kararları veto etmemizle… Kısacası politik olmakla, mücadele etmekle var olacağız, kendimizi, toplumu yaşamı özgürleştireceğiz.
[1]Türkiye’de hekim sayıları 60’lı yıllardan sonra çok hızlı artmıştır. 1950’de toplam 6895 hekim, 3647 uzman hekim; 1960’ta toplam 8214 hekim, 4181 uzman hekim varken; 1970’te 13843 hekim, 8818 uzman hekim; 1980’de 27241 toplam hekim, 16690 uzman hekim; 1990’da 50659 toplam hekim, 24900 uzman hekim; 1999’da 81989 toplam hekim, 36864 uzman hekim olmuştur. 2020’ye gelindiğinde 177259 toplam hekim, 88127 uzman hekim, 33372 uzman olmaya hazırlanan asistan hekim vardır. 1999’da uzman hekimlerin dörtte biri 8497’si özel sektörde çalışmaktadır. 9156 uzman hekim İstanbul’da çalışmaktadır. 2000 yılında sağlık bakanlığında çalışan uzman hekim sayısı 13837’dir. İstanbul’da kamuda çalışan uzman hekim sayısı 2509 dur. 2011 yılında toplam 66064 uzman hekimin 20347’si özel sektörde çalışmaktadır. (https://dosyasb.saglik.gov.tr/Eklenti/23521/0/2000-yili11pdf.pdf?_tag1=462BFC732C304204DB0CC7DDD94D8831D9134A3F)
[2]https://www.tmftp.org/files/bildiriler/turkiyede-sezaryen-oranlari-paneli-sonuc-bildirisi-15112018.pdf.1918 TÜRKİYE MATERNAL FETAL TIP VE PERİNATOLOJİ DERNEĞİ 11. ULUSAL KONGRESİ PANEL BİLDİRİSİ: TÜRKİYEDE SEZARYEN ORANLARI: NEDEN ARTIYOR? NASIL DÜŞÜREBİLİRİZ? 02 Kasım 2018 yılında yapılan panelde sezaryen doğum yapılmasının nedenleri konuşulmuştur.
[3] ( ocak 2017 https://www.istanbulsaglik.gov.tr/w/anasayfalinkler/belge/ekutuphane/kadin_hastaliklari_ve_dogum_bransi_komisyon_calismalari.pdf) Mevcut Durum: Bölgedeki kadın sağlığı ve doğum hizmeti veren doğumhanelerin optimal şartlara uygunluğunu sağlamak ve klinik uygulamaların yerinde değerlendirilmesini sağlamak hizmet kalitesinin arttırılması için önem arz etmektedir. Asgari doğumhane standardına uymayan kurumlara izin verilmemesi gerekmektedir. Böyle bir yaptırım ile karşı karşıya kalmayan hastane eksiklikleri giderme gayretinde bulunmayacak, eksik donanım, personel vb. durumlarla karşı karşıya kalan hekimin ise hukuki kaygılar ile savunmaya dayalı tıp uygulaması ve malpraktis yapmasına neden olacaktır. Ülkemizde doğumhanelerin fiziki şartları, personel, donanım ve tıbbi teknolojik imkânları bakımından asgari standartlarını belirleyen kesin bir mevzuat düzenlemesi bulunmadığından mevcut doğumhanelerin bölgenin gereksinimlerine ve gebelerin beklentisine uygun olarak yeniden yapılandırılması, yeni kurulacak doğumhaneler için belirli standart ve kriterler konulması, uygulamada tersiyer merkezlerin belirlenmesi ve tersiyer merkezlere sevk edilecek riskli gebenin transfer şartlarının belirlenmesi, dolayısıyla tescil işlemleri bakımından ülke genelinde birlik sağlanması ve bu iş ve işlemlerin yazılı kurallara bağlı olarak yürütülmesi sağlanmalıdır