Ve yeşerdik, yeşeriyoruz işte, ah demek yok artık bize bu dövüşte. Simurg’u öldürebilir mi kimse? Ateşten kadınları durdurabilen olmuş mu geçmişte? Akbabalar düşçe peşimize gökyüzünde eksilir miyiz sizce?
Merhaba sevgili dostlarım, kız kardeşlerim, yoldaşlarım. Sizi, “Jin, Jiyan, Azadî” meşalesini taşıyan, meşalelerin bizatihi ateşi olan kadınları, haber bültenlerinin satır aralarında duydum, gördüm.
O günden bugüne, size ruhta, duyguda, zihinde ulaşmış olsam da sesimi bir şekilde duyurmak, sesinize ses olmak için ne yapmalı diye, kibrit kutusu kadar göz önünde bırakarak düşünüp durdum sizi. Haber bültenlerinin satır aralarına sığmayacak kadar büyük olan siz kadınlara yapılanlar ve hâlâ da yapılmakta olanlar, susmaya ve durmaya sığmayacak kadar birbirine eşit.
Size deli gibi bakanlar, size Ah Ahu adına bilim, akademi derken; Tahran Üniversitesi meydanındaki o asiliği, o ateşten yüreği bedenine taşan insanın yüzü ne güzeldi…
Selam olsun sana, deli kadın Werise Muradi, Paxşan Azize, Zeynep Celaliyan.
O duvarları çatlatan, köhnemişlerin bedeninde patlayan, açlığa ve ölüme yatan, ateşten özgür bedeniniz…İsyanınız ne muhteşem öyle!
Selam olsun size Ah, Parsa Ahmadi.
“Dans edemeyeceksem, bu devrim benim değildir” diyen Emma’nın ruhunu dirilten sahnede;
“Şarkı söylemeyeceksem, bu ülke benim değil” diyen, o susmayan dilinize, durmayan elinize, kısılmayan sesinize, cesaretinize… Örtülere inat kapanmayan özgür kara saçlarınıza, zapt u rapt edilmeyen bedeninize, yüreğinize, bilincinize bin selam, deli kadınlar. Tanıyorum sizi. Siz, o gidip de ateşle bir, bir de ateş olan kelebeklersiniz. Tanıdım, siz O’sunuz.
Hani o “en günahsız olanınız taş atsın” diyen Magdalalı Meryem’siniz. Tanıdım, siz O’sunuz… Cavdan, Zenabia, Jem Dare, Mahsa, Arya, Seva’sınız…Bendensiniz, sizim, sizdenim…İsyan ateşi, bedenlerinize yüzyıllık kadın olanın zarafeti mahiyetinde deli gömleği, kara çarşafı, beyaz kefeni giydirdi bu namus, erkektir. Onlar giydirdi bizi, onlar soydu bizi, onlar bizi pay etti, onlar bizim payımıza düşeni söyledi:
“Ah budur benim payıma düşen,
Budur benim payıma düşen.
Benim payıma düşen, bir perde asılmasının
Benden aldığı gökyüzüdür.
Benim payıma düşen, terk edilmeyip
Merdivenlerden inmek ve ulaşmaktır bir şeylere.
Yürüyüşe, gurbete…
Benim payıma, anılar bahçesinde hüzünlü ölmek düşmüştür.
Ellerimi bahçeye dikiyorum.
Yeşereceğim.
Biliyorum, biliyorum, biliyorum.” (Firuz)
Ve yeşerdik, yeşeriyoruz işte, ah demek yok artık bize bu dövüşte. Simurg’u öldürebilir mi kimse? Ateşten kadınları durdurabilen olmuş mu geçmişte? Akbabalar düşçe peşimize gökyüzünde eksilir miyiz sizce?
“Tepemde bir akbaba
hırsla ölmemi bekliyor
ben ise düşünüyorum
nasıl bir tuzak kurayım ki
bana yaklaşsın da
onu vurayım
soluk almak için
oturmaya kalksam
işte yıkıldı diye
saldırıyor yüzüme
onu vurmak için
anlayınca fırsat beklediğimi
hızla dönüyor gökyüzüne
kuşaktan kuşağa
onca insanlar öldü
yem olarak, şu ihtiyar akbabaya
deneyimlerim sesleniyor ki
bitimindeyiz zamanın
yaklaşan bir sonu var
ya senin, ya ihtiyar akbabanın
bu cadı, bu kocamış
leş yiyenin yazgısı, sana bağlı
başaramazsan eğer
sıran geldi demektir
tepemde bir akbaba
hırsla bekliyor ölmemi
vay eğer
fırsatı ben kaçırırsam
dökülüyor suskunluğuna akşamın
ezanın ayak sesleri
kent akşamının hayalinde yanıyor
altın ormanları düşlerin
ve odamın suskunluğunda
cuma akşamıyla uğraşıyor
ezanın ayak sesleri
benim elimde kitap
cuma akşamı sessiz
kopuk kopuk geliyor kulağıma,
ezan
kime söylüyor
ne diyor
…”
(Furuğ Ferruhzad)
Şirin Elamhali’yi tanır mıydınız? O da Akbabalarla girişmişti büyük bir kavgaya, o da eksildi mi ? Şirinler daha büyük daha cesur gelmediler mi bugünlere? Şimdi onun durduğu yerde siz varsınız dostlarım, kardeşlerim ve siz kız kardeşlerim. Çıplak bedeninizde direnişe yatırdığınız bedenlerinizle en utanç olanın, en büyük suçun, boyundan geçen yaşlı urgan, giydirilen deli gömlek, kör göz, duymayan kulak olduğunu bir kez daha haykırdınız bizlere.
Bu dünyada öldürerek “kahraman” olur da bu erkeklik. Kadın öldükten sonra mı, kimileri için “kahraman”, kimileri için doğuştan “mağdur” olur?
Sevmem, pankartlarda katledilen kadınların resminin taşınmasını. Çünkü bilirim o donmuş an’ın karesinde gülen gözler görmeyecek tüm olup bitenleri. Ben seni, ey Ahu, ben seni ey Pexşîn, Werice, Zeynep, Perisu yaşarken ve bu yaşam için savaşırken, özgürken ve bu özgürlük tutkusuyla tüm dünya kadınlarına ulaşmaya çalışırken seviyorum.
Jin Jiyan Azadî’yi sizlerle bir şarkı gibi söylemeyi ve şarkıyla sizlerle özgürlüğü tam tadında yaşamayı, dünyayı hep birlikte daha yaşanır kılmayı seviyorum. Sizleri sloganlarla anmak değil gayem, sizlerle birlikte en güzel özgürlük şarkıları söylemektir, esas özlemdir.
Yaşayalım! Yaşayalım ki umutlar çoğalsın, hayaller kurulsun, çirkinlikler kurusun, karanlık ve kara giyinen adamlar kendi karanlıklarına boğulsun, Ehriman ve Ahura Mazda’nın tohum attığı topraklarda, kadınlar “tarla” diye değil, yaşam ve özgürlük diye yaşam sürsün.
Baba-oğul, kutsal ruh üçlemelerle kurulan tüm eril erkekliklere inat… Jin Jiyan Azadî …üçten otuz, otuzdan üç yüz Simurg doğursun.
Bize yarattığınız güzelliklere kastedenler yanacak, bize dost eliyle uzananlar estetik ve muhteşemliklerle dolu dünyamızda yer bulacak, kanmayacak ve kandırılmayacağız. Güzel sözlerle celladının verdiği gülün, ömür gün mezarına konan çiçek olduğunu bilerek büyüteceğiz.
Narinlerimizi Sılalarımız Rojîn ve Gülistanlarımızla
Yaşayalım dostlarımız, çünkü biz yaşadıkça başka bir dünya mümkün ve yaşanılır olur.. Biz azaldıkça da işte !…böyle olur.
Umudumuzu kaybetmeyin, unutulduğunuzu zannetmeyin. Unutanların sayısı çoğunlukta olsa da, unutmayan ve asla da unutmayacak olanlar da var burada.
Aslında mektubum sizi duymayanlara belki satırları hiç okumayacak olan âmâlara, okusa da kendini çaresiz sayanlara ….
Yeşeren ellerinizde o mor yüreklerinizden, o yasaklı saçlarınızdan, kahkahalarınızdan, dirençle, umutla, hasretle öperim.
Sevgil Paxşin, Sevgil Ahu (veya Abu), Sevgili Werice, sevgili Seynep, Sevgili Perisu ve nice özgür ruhlu kadın ve kız çocukları …