AKP iktidarı klasik bir faşist yönelimle toplumu bir bütün olarak dönüştürmeye çalışırken, kendi doğası gereği LGBTİ+’ları görünmezleştirmeye yer altına itmeye çalışıyor. Tam da kadınların özgürleşme adımlarının önünü kesmek için boşanmayı zorlaştırma, evdeki erkek şiddetini meşrulaştırmaya çalışması gibi. Tam da bu nedenle evdeki erkekliği güçlendirmeye ve erkek şiddetini hukuki koruma şemsiyesi altına almak için önce İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesi gibi. Kadınları ve LGBTİ+’ları önce aile içinde sindirmeyi ve susturmayı hedefliyor
Bu yazının yayımlanacağı 30 Haziran günü, 32. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nın yürüyüşü yapılacak/yapılmaya çalışılacak. Bu sene ki tema “Hatırlıyorum, Hatırlıyor musun?” olmuş. Geçen hafta yapılan 10. Trans Onur Yürüyüşü’nü engellemek için sabahtan itibaren Taksim’e giriş çıkışlar kapatılmıştı. Bu hafta boyunca da tüm kapalı salon etkinlikleri yasaklandı engellendi, hatta polisin yetmediği yerlerde İslamcı faşist çeteler işbaşındaydı, pankart yazan LGBTİ+’lara saldırdılar. İstanbul Pride, X hesabında yayımladığı açıklamada “Görünürlüğümüzü kamusal hayattan silmeye çalışan muktedirlere sesleniyoruz: Bizler azgın azınlık, ayrık otları olarak, betonu deleriz çatlakları sezeriz, gerekirse zamanı bükeriz. …Hayatın her alanında ayrımcılığa maruz kalan bizler yılmayanlarız unutmayanlarız, vazgeçmeyenleriz” diyor. Ve evet, 2015’teki ilk yasaktan beri direnen lubunyalar, sokaklardan geri çekilmedi.
Tüm dünyada aşırı sağın yükselişe geçişiyle, heteronormativitenin içinden politik söylemlerle LGBTİ+ karşıtlığı, akademi ve medya başta olmak üzere körükleniyor, devletler nezdinde yasaklar devreye sokuluyor. Brezilya’nın önceki devlet başkanı Bolsanaro, Macaristan’da yine önceki devlet başkanı Orban ve şu anda Arjantin’de devlet başkanı olan Milei (Kamu istihdamındaki trans kotasını uygulamıyor) LGBTİ+ların kazanılmış haklarını gasp ettiler. Rusya’da anti-LGBTİ+ yasası yürürlüğe girerken, kürtajı her durumda yasaklayan Polonya’da LGBTİ’lara yönelik nefret söylemi de artışa geçmiş.
Tüm bu sayılan ülkelerdeki iktidarlar açık, kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalarla iktidara geldiler. AKP ise [tabii ki takiyeciliğinden sebep] ilk on yılında açıktan kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalarla seçim kampanyası yürütmedi. 2015’te 7 Haziran seçimlerinde birinci parti olamayınca, açıktan baskı ve şiddet rejimini, faşizmi inşa etmeye karar verdiğinde, LGBTİ+ yürüyüşlerini de yasaklamaya başladı. Taksim Meydanı’nı 1 Mayıs’a kapattığı yıl patlayan Gezi İsyanı’nın ardından on binlerce kişi Gezi’nin en görünür kolektif siyasal bileşenlerinden biri olan LGBTİ+ hareketi ile Onur Yürüyüşü’nde buluşmuştu, keza 2014’te de aynı şekilde on binler yürümüştü.
2015’ten itibaren adım adım LGBTİ+ hareketin sokak eylemlerine yönelik yasak ve baskılar artarken, kapalı salon etkinlikleri, üniversitelerdeki eylem ve etkinlikler de polis şiddetiyle karşı karşıya kaldı. Sık sık İslamcı faşist çetelerin sosyal medyadan yürüttükleri saldırı kampanyalarına rağmen az sayıda meczup İslamcı ile paramiliter kadrolarının dışında herhangi bir kesimi harekete geçiremediler, geçen yıl Fatih’te örgütlemeye çalıştıkları miting bir fiyasko oldu. Toplumsal siyasal olarak bir hegemonya kuramamış olmalarına rağmen, Meclis muhalefetinin de ısrarla dini muhafazakârlık zincirlerini zorlamaması nedeniyle, devlet şiddetini artırabildiler. Meclis’te az sayıda feminist ve sosyalist arkadaşımızın dışında LGBTİ+’lara yönelen baskı maalesef sokaktaki sesiyle yansımasını bulmuyor.
Erkek egemenliğinin en kesin çizgilerle inşa ettiği homofobi ve transfobinin, dindar seçmeni ürkütmemek adı altında yükselişe geçmesine seyirci kalınıyor. Açıkçası bütün demokrasi güçlerinin, toplumsal muhalefetin, LGBTİ+larla dayanışmasının önemini “sıra bize de gelir” diye açıklamayı zül saymak gerekir. Keza ‘hümanist’ bir bakış açısıyla bireysel olarak şiddete maruz kalmalarına karşı çıkmakla sınırlı bir yan yana geliş de politik açıdan çok eksik ve sorunlu. LGBTİ+ hareket ezilen bir toplumsal grubun-kesimin kolektif siyasal temsilcisi olarak toplumsal muhalafetin bir bileşeni olarak görülmeli ve politik dayanışma ilişkisinin çerçevesi buna göre oluşturulmalı.
AKP iktidarı klasik bir faşist yönelimle toplumu bir bütün olarak dönüştürmeye çalışırken, kendi doğası gereği LGBTİ+’ları görünmezleştirmeye yer altına itmeye çalışıyor. Tam da kadınların özgürleşme adımlarının önünü kesmek için boşanmayı zorlaştırma, evdeki erkek şiddetini meşrulaştırmaya çalışması gibi. Tam da bu nedenle evdeki erkekliği güçlendirmeye ve erkek şiddetini hukuki koruma şemsiyesi altına almak için önce İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesi gibi. Kadınları ve LGBTİ+’ları önce aile içinde sindirmeyi ve susturmayı hedefliyor.
Tüm bunlarla birlikte faşizme karşı mücadeleden, Taksim’i 1 Mayıs’a, İstiklal’i feminist gece yürüyüşüne açmaktan bahsediyorsak, İstiklal’in, tüm sokakların ve kampüslerin yeniden LGBTİ+ harekete açılmasını da savunmak, politik olarak LGBTİ+ hareketle açıktan yan yana durmak gerekiyor. İstanbul Onur Yürüyüşü örgütlenmesi “Hatırlıyorum, Hatırlıyor musun?” dedikleri çağrıda, yaşadığımız topraklardaki tüm özgürlük mücadelelerini, baskı ve şiddetin muhatabı olan tüm toplumsal kesimleri içeren bir çerçeve ile bu yılın temasını belirlemiş. Tüm ezilenlere, politik dayanışmanın önemini ve dönüştürme gücünü bilenlere yaptıkları çağrıda, kayyumları, devlet eliyle katledilen çocukları, erkek şiddetiyle ölen transları, açlığı yoksulluğu, kadın cinayetlerini, Filistin’i, Rojava’yı, Roboski’yi, depremi, mültecileri, KHK’lıları, LGBTİ+’lara kimliği ve yönelimi nedeniyle iş vermeyen patronları, seks işçiliğini meslekten saymayanları ve katledilmeye çalışılan sokak hayvanlarını “hatırlıyoruz” demiş.
30 Haziran’da yürüyüşte buluşmak üzere…
Hatırlıyorum, sen de hatırlıyor musun aşkım?
* https://x.com/istanbulpride/status/1790311076094992386