Kadınların yaşamını elinden alabilme gücünü kendinde bulan erkek akla karşı hukuki olarak bir yaptırım uygulanmıyor oluşu, uygulansa bile kadınların ve kamuoyunun yoğun tepkileri ile söz konusu oluyor olması demokrasinin, hukukun donup kaldığı bir sistemin sonuçlarıdır
Hepimizin bildiği gibi kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı yapısal ve evrensel bir sorundur. Kadına yönelik şiddet sadece toplumsal cinsiyete değil birçok parametreye dayanır. Özgül niteliklere sahiptir. Kadına yönelik şiddet, kamusal ya da özel alanda erkek-eril, kişi ya da sistem fark etmeksizin fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik olarak gerçekleşmektedir. Gündelik yaşamda hayli can yakıcı bir sorun olmaya devam ederken bu yazıda biraz daha konuyu daraltarak göçmen kadınların, mülteci kadınların ya da zorunlu göç dışında farklı ülkelerde farklı gerekçelerle yaşayan kadınların maruz kaldığı şiddetten bahsedeceğim.
Son yıllarda yaşanan yoğun göçler -ki çoğu savaş ya da zorunlu olurken kimi de tercih olmakta- toplumsal yaşamın gerçeklikleri arasında. Özellikle Suriye, Afganistan vb. ülkelerde yaşanan savaş sonrası göçler bizler için en yakın örnek. En yakıcı örneklerinden biri de IŞİD’in Şengal’de binlerce Ezidi kadını maruz bıraktığı işkence, tecavüz, katletme ve seks köleliğidir. IŞİD’ın Ezidi kadınları maruz bıraktığı bu işkenceler ve tecavüzler yıllarca sürmüş ve kadınlar seks kölesi haline getirilerek pazarlanmış, kadınların bedenleri üzerinden ticarete dönüştürülmüştür. 8 yaşındaki çocuklara yüzlerce kez tecavüz edilmiş, defalarca satılmış, küçük kız çocukları dahil aylarca esir olarak tutulmuştur.[1] Ezidi kadınlara yapılan bu vahşet kuşkusuz IŞİD’ın ideolojisinden bağımsız değildir. Çünkü İŞİD ideolojisine göre tecavüz ettikleri kadınlar, IŞİD’in “malı”dır. Savaşın ve kaosun en yakın örneklerinden biri olan bu zorunlu göç, Ezidi birçok kadını göç yollarında, mültecilik ve göçmenlik koşullarında bu vahşetlere maruz bırakmıştır.
Savaş dışında eğitim gibi özellikle Afrika vb. ülkelerden gelen genç nüfus göçleri ve ekonomik gerekçelerle iş gücü olarak göçler söz konusu. Feminist çalışmalar, toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliklerin, baskıların, rollerin ve sorumlulukların kadınların göç kararlarını etkilediğini ve kadınların göçü erkeklerden farklı olarak deneyimlediklerini göstermektedir. [2] Bu deneyimler erkeklere göre kadınların daha geç sosyalleştiğini gösterirken, yine kadınların çok çeşitli şiddet biçimlerine maruz kaldığı ve kimi zamanda öldürüldüğü birçok örneği içermektedir. Türkiye’ye bakacak olursak bu göçler; coğrafi konumu, nispeten gevşek vize rejimi, kayıt dışı ekonominin yaygınlığı, üretim ve hizmet alanında, özellikle de bakım işi alanında ucuz göçmen kadın emeğine olan talep ile şekillenmektedir. Göçmen kadınlar, ev içi işler ve bakım işlerinde, tekstil ve imalat atölyelerinde, otel ve eğlence sektöründe çalışanlar, mağazalarda satış elemanları ya da fahişeler olarak karşımıza çıkmaktadır.[3] İş kolları bu alanlarda çeşitlenirken beraberinde birçok sorun ve sıkıntı da getirmektedir. Örneğin kadınların güvencesizlik, hukuksal durumu (belge vb.), göçmen kadınların sadece istendiği zaman işten çıkarılmalarını değil, sınır dışı edilme tehdidi ile taciz ve tecavüz riskini de beraberinde getirmektedir. Kadınlar toplumsal cinsiyete dayalı baskı, şiddet ya da rollerden kaçmak için, göç kararı alırken, göç ettikleri ülkelerde birden fazla şiddet biçimine maruz kalmaktadırlar.
Bu yaşanan şiddet biçimlerine iki ayrı örnek vereceğim. Bunlardan ilki geçtiğimiz günlerde yaşanan Filyos Çayı’nda şüpheli olarak ölü bulunan Gabonlu üniversite öğrencisi Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga. Dina’nın ilk önce cansız bedeninin bulunduğu sanki intiharmış gibi lanse edilen şüpheli ölümünün ardından soruşturma başlatıldı. Birçok kişi gözaltına alındı ve tutuklanma olmadı. Kadınların ve kamuoyunun baskısı ile ise bir şüpheli tutuklandı. Ardından birçok cinsel taciz mesajı, tehdit aldığı ve yine “çeteleşmiş” bir aklın ve grubun yabancı uyruklu öğrencilere karşı benzer yaklaşımların sistematikleştiği ortaya çıktı.
Bir diğer örnek ise 23 Eylül 2019'da Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) İstanbul Milletvekili Şirin Ünal'ın evinde ölü bulunan Nadira Kadirova’nın hala aydınlatılmamış şüpheli ölümü. Bilindiği üzere Özbekistan vatandaşı Nadira Kadirova, ölümü öncesi yaklaşık bir yıldır Şirin Ünal'ın Ankara'daki evinde bakıcı olarak çalışmış. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Kadirova'nın "intihar ettiği" sonucuna vararak, olayla ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermişti. Eğitim veya çalışma amacıyla gelen iki genç kadının akıbetleri hala bilinmezliğini koruyor.
Her iki şüpheli kadın ölümü basına yansıyan ve bu aracılıkla kamuoyunun öğrendiği olaylardır. Bilinen şüpheli ölümler kadar bilinmeyen, üstü kapatılan, basına yansımayan birçok şüpheli ölümün olduğunu biliyoruz. Özellikle göçmen kadınların içinde bulunduğu güvencesizlik durumunun duygusal ve psikolojik şiddete bir araç olarak kullanıldığı, sistematik bir şiddetin hedefi olduğu buna karşın herhangi bir hukuki girişimde sınır dışı edilme tehlikesi altında yaşamaktadırlar. Yine “yabancı kadınların” çoğunlukla cinsel arzu nesnesi, meta olarak algılanıyor olması ise kadınlara yönelik evrensel değişmeyen tarihsel bir olgu. İnanç ve etnisite olarak kendinden farklı olanı adeta bir meta olarak görme, “kendinden olmayanı” hür türlü cinsel şiddeti (taciz, tecavüz) yapabilme gücünü bulan eril-erkek aklının meşruluğunu nereden aldığı sorulması gereken önemli bir soru!
Göçmen ve mülteci kadınları fuhuşa sürükleme, küçük büyük fark etmeksizin çeteleşen bir aklın ve düşkünlüğün pervasızca hareket ediyor olması vicdani, ahlaki ve hukuki olarak kabul edilebilir bir durum değildir. Yine kadınların yaşamını elinden alabilme gücünü kendinde bulan erkek akla karşı hukuki olarak bir yaptırım uygulanmıyor oluşu, uygulansa bile kadınların ve kamuoyunun yoğun tepkileri ile söz konusu oluyor olması demokrasinin, hukukun donup kaldığı bir sistemin sonuçlarıdır. Ayrıca yetkiyi elinde bulunduran iktidarın göçmen politikalarını kendi çıkar anlayışı doğrultusunda biçimlendirmektedir. Bunun bir sonucu olarak insanca yaşamın yolları kapatılmakta, görmezden gelinmektedir. Oysaki hukuksal güvenceler, yaptırımlar güvenli bir ortamda yaşamın olmazsa olmazlarıdır. Yine toplumu temsil eden kişi ve kurumların kullandığı dil, göçmenlere, kadınlara ve dezavantajlı tüm gruplara yönelik ayrımcılığı, nefreti perçinlemektedir. Bundan dolayı kullanılan dil toplumsal yaşamı şekillendirmekte birçok olumsuz durumun önünü açarak meşrulaştırmaktadır.
[1] https://m.bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/199681-prof-kizilhan-ezidi-kadinlar-cok-guclu-bunun-sebebi-kusaklar-arasi-travma
[2]BKZ : AKT. Emel Coşkun (Kofman vd., 2000; Ehrenreich ve Hochschild, 2002: 10; Lutz, 2010).
https://feministbellek.org/gocmen-kadinlar/
[3] BKZ: AKT. Emel Coşkun (Erder ve Kaşka, 2003; Yükseker, 2003; Gülçür ve İlkkaracan, 2002; Toksöz ve Ünlütürk-Ulutaş, 2012; Dedeoğlu ve Gökmen, 2011; Williams vd., 2020)https://feministbellek.org/gocmen-kadinlar/