Devletlerin tarih boyunca görece “mutabakat” sağladıkları tek sözleşme olan Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin belki de en mühim hukuki kavramı olan “çocuğun üstün yararı”ndan bahsedebilmek elbette ki mümkün değil. Mevcut tabloda tek bir üstün yarardan yani AKP-MHP’nin üstün yararından bahsedebileceğimiz bu günlerde çocuğun üstün yararı istikrarlı bir biçimde mevcut değil ve evvel iktidarlar tarafından istikrarlı bir biçimde yok sayıldı, tahrif edildi
Narin, Cemile, Uğur, Enes ve adını sayamadığımız daha nice çocuk… İsimleri her gündeme düştüğünde beraberinde hüzün, öfke ve bir kez daha yası getirirler. Onlar, egemenlerin çocuk politikalarını sorgulamamıza neden olan acıların simgeleridir ve her defasında devletin, adaletin, iktidarların ve toplumun bu ölümlerden sorumlu olduğu gerçeğini hatırlatırlar bize.
Suç tanımı yapan devletin suç kavramını 100 yıldır nasıl eğip büktüğünü, adaletin içinde koca bir gedik olduğunu hepimiz faili meçhul bırakılmış ama aslında faili belli olan cinayetlerden, katliamlardan çok iyi biliyoruz. Devletin suç tanımındaki bu tahrifatı ve “iki yüzlülüğü” siyasi ve etnik kimlik hedefli suçlar haricinde cezasızlık politikasının hedefindeki kadın, çocuk ve LGBTİ+ nefret cinayetlerine bakarak da çok net görüyoruz.
Caydırıcı cezalar bir tarafa dursun neredeyse Kürt, Alevi, kadın, çocuk LGBTİ+ cinayetlerine teşvik eden gösteri niteliğinde yargılamaların yapıldığı 100 yıllık tablo Narin cinayetiyle beraber yargıya mevcut iktidar tarafından fütursuzca eklenen yeni parametreleri de bir kez daha gözler önüne serdi. Suça göre değil “faile göre değişen” kendince bir adalet tesis ediyor iktidar. Dost olan ve korunması gereken failler, üniformalı failler, siyasi akraba failler, AKP-MHP’li failler, erkek failler, iyi halli failler ve nitekim meçhul failleri “aklamak” için…
Meçhul faillerden dost faillere giden bu 100 yıllık yol, adım adım inşaa edildi ve zulüm tablosuna işlendi. Gelelim böylesi bir tabloya en dek düşmeyecek olanı yazmaya ve tezatı derinleştirmeye; çocuğun üstün yararına…
Devletlerin tarih boyunca görece “mutabakat” sağladıkları tek sözleşme olan Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin belki de en mühim hukuki kavramı olan “çocuğun üstün yararı”ndan bahsedebilmek elbette ki mümkün değil. Mevcut tabloda tek bir üstün yarardan yani AKP-MHP’nin üstün yararından bahsedebileceğimiz bu günlerde çocuğun üstün yararı istikrarlı bir biçimde mevcut değil ve evvel iktidarlar tarafından istikrarlı bir biçimde yok sayıldı, tahrif edildi.
Tersine “üstün yarar”
Olmayan bir şeyi tarif etmek epey zor. O yüzden belki de ilk sözü ne olduğundan ziyade olmadığında neler olduğuna vermeliyiz. Her gün yeniden deneyimlediğimiz devletin kendi üstün yararını çocukların üstün yararından kesintisiz üstün tuttuğu ve çekince belirttiği anadilinde eğitim alamadığımız bir gerçek değil midir? Türkiye’nin Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki üç çekincesi bu topraklardaki hemen tüm çocuk hakları ihlallerine temel değil midir?
Evet, devletin çekinceleri Türkiye’de yaşam hakkı başta olmak üzere çocuk haklarının ihlaline, çocuğun üstün yararının ortadan kaldırılmasına sebeptir. Hak tanımamazlıkta açılan 100 yıllık gedik, gün gelir bir çocuğun katilinin ortaya çıkmamasında karşımıza çıkar öteki gün boyut değiştirir egemenlik hakları adı altında karşımıza çıkar, beriki gün bunun adı ailenin korunması olur ve bu gedik sürekli büyür..
Ve sonuç olarak uygulanmamış bir sözleşme, çekincelerle heba edilmiş 100 yıllık çocukluklar, yaşam hakkı devlet dersinde ihlal edilmiş Ceylanlar, Uğurlar, Enesler ve bugün de Narinler olur…
Kürdistan’da çocuk olmak: Ölümün gölgesinde büyümek
Ceylan gibi onlarca çocuk, askerlerin ve polislerin açtığı ateş sonucu, ya da mayın ve patlayıcıların hedefi olarak yaşamını yitirdi. Kürt çocuklar, doğdukları andan itibaren ölümün gölgesinde büyüdüler. Okul yolunda, evlerinde ya da oyun oynadıkları sokaklarda, devletin uyguladığı militarist politikaların ortasında kaldılar. Devletin “güvenlik” adı altında yürüttüğü operasyonlar, çocukların hayatını yok sayarak, bir bütün olarak halkı sindirmeye yönelikti.
Katledilen çocuklar, birer istatistikten ibaret değiller. Onların her biri, yarım kalmış hayallerle doluydu. Onları unutmak, geleceğimizi unutmak demektir.
Ceylan, Narin, Cemile, Uğur ve daha niceleri unutulmayacak. Onların anıları, adaletin sağlanması ve gerçek bir barışın inşa edilmesi için verdiğimiz mücadelenin en güçlü simgeleri olacak. Kürdistan’da, Türkiye’de ve dünyanın her köşesinde çocukların öldürülmediği, özgürce büyüyebildikleri bir gelecek mümkün. Bunun için sesimizi yükseltmek, adaletin peşini bırakmamak zorundayız. Çünkü barış, sadece çocukların hayatlarının korunduğu bir dünyada mümkündür.