Özgürlük hareketi tarihi boyunca yukarıda da anlattığım gibi dönüşümü salt silahla sağlamadı, paradigmasını topluma yaydığı düzeyde yaptı. Özsavunmasını silahtan daha çok paradigmasıyla ve tabandan örgütlenmeyle sağladı
Takvim yaprakları 11 Temmuz 2025’i gösterdiğinde Kürdistan, Ortadoğu ve dünya tarihi bir dönüşüme tanıklık etti. Abdullah Öcalan’ın PKK’nin 12’nci Kongresi’ne gönderdiği perspektifte de belirttiği gibi 50 yılı aşan soluksuz mücadelesi, yeni bir başlangıca evrilmek için bir silahlı mücadeleye son verildi.
Kürt özgürlük hareketini tanımayan ya da uzaktan takip edenler için bu hamle şaşırtıcı görünebilir; ancak mücadeleye yakından bakıldığında, PKK’nin 50 yıllık tarihinin düz bir çizgide ilerlemediği anlaşılacaktır.
Kürt halkının varlığının tanınması ve ulus bir devlet inşasını hedefleyen PKK, aynı zamanda adından da anlaşıldığı üzere sınıfsal mücadele düsturuyla yola koyuldu. Tarihin akışı dümdüz bir çizgi olmadığı gibi mücadelenin akışı da buna sığmadı. Abdullah Öcalan, PKK’ye dair her hamlesinde aslında toplumsal dönüşümü esas aldı. Bu nedenle aslında 50 yıllık mücadele sadece kazanım elde etme değil, “vejin” yani dirilişe çevrildi.
Kadının düşürüldüğü, yarattığı tüm değerlerin çalınarak köleleştirildiği Mezopotamya topraklarında, aynı zamanda Kürt halkı da köleleştirildi.
Sömürgeleştirilen bu topraklarda aynı zamanda Kürt halkı da sömürgeleştirilerek, tarihi yaratan gerçekliğinden, değerlerinden uzaklaştırıldı. 1921 Anayasası’ndan vazgeçilerek, tekçi anlayışın yer aldığı 1924 Anayasası’na geçiş ve Kürdistan coğrafyasındaki her bir direniş ve isyana yönelik kanlı baskın ile birlikte bir ulusun zamanla ulus olma özelliğini yitirdiği bir gerçeklik ortaya çıktı.
Bu nedenle Abdullah Öcalan, başlattığı mücadele ile birlikte bir halkın dönüşümünü sağladı. Tek tek kent çözümlemeleri, Kürt halkının sömürgeciliğin etkisiyle nasıl dönüştüğünü, benliğini, direnç gücünü yitirdiğini ortaya koydu. Bunu yaparken de kaybettiğini doğru yerde aramayı öğretti. Bu 50 yılı bulan mücadele aynı zamanda “Yeni insan-yeni Kürt’ün” yaratım alanı oldu. Elbette bunun öncülüğünü de Kürt özgürlük hareketinin kadroları yaptı. 1984’te ilk kurşun sıkılarak silahlı mücadele yeni bir aşamaya geçtiğinde, ilk kurşunun aslında Kürt’ün geri kalan zihniyetine sıkıldığı çokça kez söylenmiştir. Gilî Dağ’da isyan bastırıldığında betona gömülen sadece Kürt’ün Kürdistan hayali değil, mücadele azmi ve kendine güveni olmuştu.
Gerillalar, gittikleri her dağ, taş, köy, ilçe ve kentte Kürt halkının nasıl da kahramanlaşabileceğini elindeki silah ve yaşam koşullarına rağmen duruşuyla anlatırken bir taraftan da sosyalizmi anlatıp propaganda yaptı. Ancak ilk süreçte insanları etkileyen şey sosyalizm anlatısı değil, gerillada inşa edilen sosyalist yaşam anlayışıydı. Bir hırka, bir lokma felsefesiyle dağların dervişleri olan gerilla hareketi bu nedenle büyüdü; yüzlerden, binlere, on binlere ulaştı.
Bu mücadele kendi içinde devrimler yaratarak ilerledi. Elbette Kürt halkının uyanışının ardından kadının uyanışı gerçekleşti. Kadın da özüne dönüp tıpkı Rindexan, Besê, Zarife gibi direnebilir, Sakineleşebilirdi. Kadının özgürleşme savaşımı ilk olarak içeride verildi, ardından da topluma yayıldı. Bugün Rojava Devrimi’nin 13’üncü yılında bir kadın devriminden söz ediliyorsa bu dönüşümden kaynağını alıyor. “Jin, jiyan, azadî”nin dünyada yankılanmasının nedeni de bunun bir özgürlük paradigması olmasından kaynaklanıyor.
Tam da bu nedenle, yazının başında da belirttiğim gibi, Kürt özgürlük hareketi Ortadoğu’da dengelerin anlık değiştiği bir bağlamda doğrusal bir çizgide ilerlemekte ısrar etmemiş; aksine, mücadeleyi dönüştürmenin öncülüğünü üstlenmiştir.
Özgürlük hareketi tarihi boyunca yukarıda da anlattığım gibi dönüşümü salt silahla sağlamadı, paradigmasını topluma yaydığı düzeyde yaptı. Özsavunmasını silahtan daha çok paradigmasıyla ve tabandan örgütlenmeyle sağladı.
Bu nedenledir ki savaşın en çetin olduğu yıllarda yasal siyasi partilerle Meclis kapısı zorlandı. İlk süreçlerde kısa süreli de olsa yaptığı ittifaklarla Kürtlerin sesini Meclis kürsüsüne taşıdı ve günden güne bu alanda büyüdü. Yerelde yönetime geçti; paradigması çerçevesinde bir yönetim yaratma çabası oldu. Rojava’da Esad rejiminden en büyük zulmü gören Kürtler, iç savaş başladığında diğer gruplar gibi bir silahlı mücadeleyi esas almadı. Kendi içinde devrimini yarattı. Yerelden, tabandan özyönetimi örgütledi. Orada da silah sadece saldırılara karşı kazanımları koruma aracına döndü. Demokratik toplum anlayışı, kan deryasına dönen Ortadoğu’da Kuzey ve Doğu Suriye’yi bir vahaya dönüştürdü. Kürtler burada sadece DAİŞ’e karşı savaşın kahramanları değil, kadın özgürlükçü, ekolojik ve demokratik bir yaşamın diğer halklar ve inançlarla birlikte nasıl inşa edilebileceğini gösterdi.
İsrail, ABD, İngiltere gibi egemen güçler Ortadoğu’da yeni hesaplar yapıp planlar kurarken, Abdullah Öcalan Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yaptı. Yani sahada oyun kurmaya çalışanlara karşı kendi planını ortaya koydu ve bu kan deryasına dönen toprakların ancak Demokratik Ulus ile huzura ereceğine işaret etti. 9 Temmuz’da yaptığı çağrı ile de “Silahın değil, siyasetin ve toplumsal barışın gücüne inanıyorum ve sizi de bu ilkeyi hayata geçirmeye çağırıyorum” sözüyle birlikte dönüşümün işaret fişeğini verdi.
KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın öncülüğündeki Barış ve Demokratik Toplum Grubu, düzenledikleri törenle silahlarını imha etti ve “Barış ve Demokratik Toplum sürecinin pratik başarısı için bir iyi niyet ve kararlılık adımı olarak ve bundan sonra özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelemizi, demokratik siyaset ve hukuk yöntemiyle yürütmek amacıyla ve demokratik entegrasyon yasalarının çıkarılması temelinde sizlerin huzurunda silahlarımızı özgür irademizle imha ediyoruz” dedi.
Bu hamle ile birlikte bir kez daha demokratik toplum ve siyasetin öncülüğünü özgürlük hareketi kadroları yaptı. Bugüne kadar da sadece silahla mücadele etmeyen, aynı zamanda siyaset yürüten bir hareket bu adımıyla birlikte bunu daha sistematik olarak yerine getirme kararı aldı. Son örneğini Hamas-İsrail savaşında gördüğümüz gibi, tarafların birbirine alan tanımadığı dönüşümsüz bir savaş hali, yalnızca bir yıl gibi kısa bir sürede on binlerce insanın yaşamını yitirmesine neden oldu.
Bugüne kadar hem devlete hem de dünyaya Kürt varlığını kabul ettiren bu hareket şimdi daha fazla yerelden, sokak sokak, ev ev örgütlenerek demokratik toplumun inşasına yer açıyor. Elbette bu, acıyla yoğrulmuş bu toprakların yeniden suya kavuşmasına benziyor.
11 Temmuz ile birlikte, Neolitik Devrimin yapıldığı bu topraklarda bir kez daha demokratik, komünal toplumun inşasına yol açıldı.