Kadının özel alan ve kamusal alandaki rollerinin yeniden tanımlanması ulusal kimliğin oluşum sürecinde sık sık başvurulan bir yöntem olmuştur. Dolayısıyla ulusal kimlik inşa süreci kadından bağımsız olarak değil, tam tersine kadın ve rollerinin merkeze alınarak ilerlediği bir süreçtir. Yaşadığımız bu coğrafyada da biz kadınların yaşadığı tüm bunlardan azade değil. Kazandığımız haklara yapılan saldırılar, cins kırımına uzanan kadın cinayetleri, biat etmeyen baş eğmeyen kadınlara yönelik devlet eliyle sürdürülen saldırılar, özel savaş politikaları ile kadınlara dönük çöktürme politikaları
“Kadın kırımı, kadın cinayetleri, kadın katliamı” — nasıl tanımlanırsa tanımlansın, öznesi artık hayatta olmayan, diğer bir deyişle erkek-aile-devlet sözleşmesiyle katledilen kadınlardır. Evinde, sokakta, iş yerinde, okulda, tarlada, tatilde…
Katledilmek biz kadınlar için fıtrat mı?
Yoksa herkesin fail olduğu bir coğrafyada yaşadığımız gerçeği mi?
Bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre:[1]
“2025’in ilk sekiz ayında erkekler 200 kadını öldürdü, 308 kadının ölümü basına “şüpheli” olarak yansıdı.
2025’in Ağustos ayında erkekler en az 23 kadını öldürdü, en az 44 kadının ölümü basına “şüpheli” olarak yansıdı.
Erkekler 15 kadını “ayrılmak istediği, barışmak istemediği” için öldürdü. Erkekler bir kadını “gasp etmek” için öldürdü. Erkeklerin yedi kadını öldürme “bahanesi” basına yansımadı.
20 kadını kocası, sevgilisi erkekler; bir kadını oğlu; bir kadını da komşusu olan erkek öldürdü. Bir kadını öldüren erkeğin yakınlık derecesi basına yansımadı.
Erkekler, 14 kadını ev içinde, dokuz kadını ev dışında öldürdü.
Erkekler, 15 kadını ateşli silahla; dört kadını kesici aletle; üç kadını da darp ederek öldürdü. Erkekler bir kadını da yaktı.”
Kadın kırımının yalnızca rakamlardan ibaret olmadığını, kadına karşı savaş açmış olan sözleşmenin sacayaklarına baktığımızda birbirini besleyen, güçlendiren ve birlikte eyleyen organik mekanizmayı görüyoruz.
Şimdi bu mekanizmanın nasıl çalıştığına diğer bir deyişle erkek-aile-devlet sözleşmesinin bekası için birlikte kadın düşmanı politikaları nasıl ürettiklerine bakalım. Bir sorun yumağı olarak karşımızda duran ve kadına karşı savaş açmanın kaynağının ne olduğu dair de en önemlisi de Ne yapmalı?, Nasıl Yapmalı? sorularının yanıtlarını bulmak için ön açıcı olabilir.
T.C. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın, “Kadının Güçlenmesi Strateji Belgesi ve Eylem Planı 2024-2028” sunuş yazısından bir alıntı: “Biliyoruz ki milletimizin en güçlü kalesi aile, bu kalenin en güçlü neferi de kuşkusuz kadınlardır. Bu nedenle kadınların toplumsal yaşamın her alanında daha etkin rol üstlenmesini sağlayarak Türkiye Yüzyılında, “Güçlü Kadın, Güçlü Aile, Güçlü Nesiller ve Güçlü Türkiye”yi inşa etmenin azim ve kararlılığı içindeyiz. “[2]
Özcesi, “güçlü aileyi” inşa etmenin yolu ya da “kutsal ailenin” bekası; aile arabuluculuğundan, hakimlere boşanmak isteyenleri aile terapisine gönderme yetkisi vermekten, kadınları ekonomik olarak şiddet gördüğü eşlerine bağımlı kılacak esnek çalışmayı desteklemekten, kadınların çocuk bahanesiyle failleriyle yüz yüze getirilmesi zorunluluğundan, nafaka hakkının gasp edilme girişimlerinden, aile ve gençlik fonundan, diyanetin hutbelerinden geçiyor….
Peki, toplumun en küçük birimi ya da devletin sistemi/işletmesi olan aile gücünü nereden alıyor?
Ulus devletlerin cinsiyetçi kodları aynı zamanda kurucusu ve düzenleyici unsuru olduğu kapitalizmin/ emperyalizmin/neo-liberal politikaların birbirini besleyen ilişkilerini başta kadın bedeni olmak üzere yeni ataerkil bir takım denetim mekanizmaları oluşturmuştur. Söz konusu denetim, yeniden üretimden yurttaşlığı tanımlamasına, merkezileşme adı altında asimilasyon politikalarından ulusal kimliğin inşasında araçsallaştırılan dinden milliyetçiliğe, militarizmden sömürgeciliğe kadar çok geniş bir alanda var olan bir politika dizgesine dayanmaktadır ki kadın, ulusun bütünlüğünün temel harcı konumuna gelirken hem devlet hem de cemaat merkezli politikaların nesnesi konumuna getirilmiştir.
“Milli Kadın”
Tamda bu nedenle, ulus kimliğin inşasında milliyetçilik ideolojisinin başarılı olabilmesi için kadınların rolü ulus inşasında önemli birleştirici güç olarak tasarlanmaktadır. İdeal kadınlık ve erkeklik rollerinin yeniden tanımlandığı bu süreçte kadının milliyetçilik ideolojisinin yeniden üretim mekanizması olduğu gerçeği kabul gören bir anlayıştır. Kadının cephe arkasında anne, sevgili, kardeş ve eş rolünün yanında erkeği cepheye hazırlayan rolü de pekiştirilmektedir.
Kadın bedeni; annelik, eş ve vatan ile eş görülerek milliyetçi söylemlerin kutsallaştırılmasının aracı olmakta, ulusun bekası ve ulusa aidiyetin en önemli aracı olarak inşa edilmektedir.
Artık kadınların omuzuna “milli” sorumluluk yüklenir. Aynı zamanda bu milli sorumluluk, ulus devlet tarafından tekçilik üzerinden ayrıştırarak, ötekileştirerek kadın dayanışmasını bölmek için de kullanılır.
“Erkeklik Sözleşmesi”
Kurgusal olarak oluşturulan bu rollerin taşıyıcısı kadınlara “eşit yurttaşlık” vaat ederken özel alana “ulusal” biçim vererek “makul kadın”ı tanımlıyor. Tüm bunları biçimlendirirken, ulus devlet kadınlar üzerindeki haklarının önemli bir kısmını devralırken erkeklere neler vaat ediyor? Bu vaatler sisteminde ulus-devlet ile erkekler arasında konusunu kadınların oluşturduğu bir patriarkal bir pazarlık/sözleşme söz konusu. Kadının özel alan ve kamusal alandaki rollerinin yeniden tanımlanması ulusal kimliğin oluşum sürecinde sık sık başvurulan bir yöntem olmuştur. Dolayısıyla ulusal kimlik inşa süreci kadından bağımsız olarak değil, tam tersine kadın ve rollerinin merkeze alınarak ilerlediği bir süreçtir. Yaşadığımız bu coğrafyada da biz kadınların yaşadığı tüm bunlardan azade değil. Kazandığımız haklara yapılan saldırılar, cins kırımına uzanan kadın cinayetleri, biat etmeyen baş eğmeyen kadınlara yönelik devlet eliyle sürdürülen saldırılar, özel savaş politikaları ile kadınlara dönük çöktürme politikaları. Özcesi “makul kadın” olmamız için bizlere açılan savaş.
Dolayısıyla;
Yaşadığımız şiddeti, tacizi, tecavüzü devletin resmi kurumlarında anadilimizle anlatamıyorsak,
“Benim arkamda devlet var” cüretini gösterenler, gücünü üzerlerindeki üniformalardan alıyorsa,
Erkek-aile-devlet sacayağının mağdur/fail olmaması için işleyen bir yargı sistemi varsa,
O zaman başa dönelim ve ne yapmalı? sorusunu tekrar soralım. Öncelikle kabul etmemiz gereken, eğer ulus devletin kodlarıyla oynayacaksak onu ayakta tutan emperyalist, kapitalist, ırkçı savaşçı düzenin bütünüyle mücadele edeceğimiz gerçeğidir.
Tam da bu nedenle, 102 yıllık ulus devletin cinsiyetçi kodlarını yıkmanın, özgür yeni bir yaşamı inşa etmenin yolu; biz kadınların öznesi olduğu onurlu bir barış ve demokratik toplum ile mümkün diyoruz.
Çünkü yaşam biziz !
Son Not:
[1] https://bianet.org/haber/erkekler-agustosta-23-kadini-oldurdu-311073
[2] https://www.aile.gov.tr/media/158302/kadinin-guclenmesi-strateji-belgesi-ve-eylem-plani-2024-2028.pdf